thirdwave

Github Mirror

Hafta 20

Anonim

[mealen] teknolojilerin hayatini kararttigi insanlar, bosluk hisseden, bilincini ruhunu yitirmis benlikler [..] siddete basvuran toplum [..]. Batiyoruz.

Kavramlari birbirine karistirmissiniz

Teknolojiler ama hangi teknolojilerden bahsediyorsunuz? "Modern" uretim yonteminin ve kurdugu duzenin "bosluk hisseden" insanlar urettigi dogrudur. Bu tur insanlar koca bir makine icinde "ogutuldukleri" hissine kapilirlar, lineer, indirgemeci bir dunyalari vardir.

Fakat "tekil olarak" siddete basvuran bu adam degildir (bu sistemde siddet kurumsal, kitlesel ve merkezidir). Endustriyel Adam ruhsuzdur, ama en azindan, isgucune katildigi anda 30 sene sonra ne olacagi, nereye gidecegi bellidir. "Odun" fakat tahmin edilir bir hayati vardir. Sistem ona bazi "kitlesel" servisler sunabilmistir, salgin hastaliklardan onu kurtarmistir, cocugunu "et isleyen" okullardan birine tikmis olsa bile bir tur egitim vermektedir, hastanesi, yollari, bilmemnesi vardir.

Bu durum, su anda icinde oldugumuz 3. dalga degisimlerinin olusturdugu modernite sonrasi cagin halen "kurumlarinin yerlesmemis" olmasi sebebiyle insanlarin icine dustukleri "kaybolmusluk" hissiyatindan farklidir. Hizli degisim insanlarin fark isleyebilme esigini asarak onlari "gelecek soku" durumuna dusurup surekli bir korku, gelecegin bilinmedigi bir halde yasar hale itmistir. Iste bu "kurumsuzluktan" "bireysel" siddet cikar. Sanatta, gunluk hayatta, surekli goruluyor. Kulturel dokunan cozulmesi gorulur. Egitim kurumlarinin gelecege hazirlayamadigi bireylerin sikinti hissetmesi kacinilmazdir.


Anonim

Soguk savas dunyasi bilinen hatlar iceriyordu [..] simdi kuresellesme dunyasinda bilinmezlikler artti.

Yari dogru, hala kavram eksikligi var

Son zamanlarda yasanan sikintilarin basat faktoru kuresellesme degildir. Eger dunyada sadece Turkiye olsaydi, hicbir komsu etrafta bulunmasaydi, ve bu ulkenin uzerine birileri yeni iletisim teknolojileri, hesap teknikleri, beyaz yakali is yapma metotu atsaydi, ardindan o "izole" kara parcasinda yine ayni problemleri gorurdunuz. Bu durumda "kuresellesmekten" yakinamazdiniz, fakat onunuzdeki problemler aynen orada duruyor olurdu. Esasi, dolayli olandan ayirmak gerekiyor.


Anonim

Ermeni soykirimini niye kabul etmiyoruz?

O herkesi ilgilendiren bir karar

Ve daha once belirttigimiz gibi, bir toplumda herkesi ilgilendiren kararlarin optimal sekilde alinmasi demokrasi uzerinden olur. Ozellikle Ermeni soykirimini kabul etme/etmeme gibi bir durum "herkes icin birseyleri kabul etme" mahiyetindedir, hatta "gecmis, gelecek nesiller icin" de birseyleri kabul etmek anlamina gelir ve bu tur bir karar, tabii ki "kitlesel" olarak ortaya cikmis karar mekanizmasi demokrasi uzerinden olmalidir. Mevcut hukumetin buna sicak bakmadigi da gayet bariz sekilde ortadadir. Boyle bir "karar" kabul edilse, bunu oyverenine satabilecek midir? Satamayacaktir. Bu mumkun degildir. O zaman bahsedilen karar alinamayacaktir. Mevcut konjenkturde zaten bu tur bir kararin alinmasi Turkiye'nin durusu icin uygun degildir (bu ileride degisebilir).

"Gercekten ne oldugu" tabii ki bilinecek ve acik sekilde tartisilacak. "Konu tarihcileri birakilmali" soylemi uygundur. Diplomatik acidan ilgili ulkelerin kamuoylarina yonelik uygun bir mesajdir, ayrica AB'nin Kafkasya uzerinde etkin olma ihtiyacini yurutebilecek Turkiye'nin Ermenistan ile iliskilerini sicaklastirmasi gerekliligi zaten ortaya bir yakinlasma cikarmistir, ve bu durum Obama'ya kendi "secmenine satabilecegi" bir "konusma noktasi (talking point)" vererek o tarafa bir kemik atmasini da saglar (Obama tabii ki bu konuda mecbur olmadikca Turkiye ile papaz olmak istemeyecektir).

Fazla mi realpolitik oldu? Dunya boyle. Alisin.


Ludwig von Mises

Demokrasi ve sosyalizmin ic ice gectigi seklindeki bir dusunce, Bolsevik dervriminden onceki on yillarda oldukca genis bir alana yayildi. Pek cok insan, demokrasi ile sosyalizmin ayni sey anlamina geldigine ve sosyalizmsiz demokrasinin veya demokrasisiz sosyalizmin mumkun olamayacagina inanmaya basladi. Bu fikir, ilke olarak, her iki de esas itibariyle Hegelci tarih felsefesinden kaynaklanan, "iki dusunce halkasinin" bir araya getirilmesiyle olusturulmustur.

Hegel icin dunya tarihi "hurriyet bilincliginin ilerlemesidir". Bazi genc Hegelciler bunu demokrasiye dogru evrimin kelimenin tam Hegelci anlamiyla bir zorunluluk oldugu seklinde yorumladilar. Ote yandan materyalist/maddeci tarih mefhumu, "'pek cok insanin (the many)' farkli bir icerigi sahip hurriyeti" fikrini beraberinde getirmekteydi. Endustriyel cagda "pek cok" olan dogal olarak proleter (isci) kesimidir, ve onlar da zorunlu olarak, sosyalistler haline gelmelidirler; zira bilinc, sosyal sartlar tarafindan belirlenir.

Iste bu iki halka yanyana getirilince su sonuca ulasilmistir: Demokrasiye dogru evrim ile sosyalizme dogru evrim ayni seydir. Demokrasi, sosyalizmin hayata gecirilmesine yonelik bir adimdir; ama ayni zamanda sosyalizm de, demokrasinin hayata gecirilmesine yonelik bir adimdir. "Sosyal demokrasi" basligini tasiyan bir parti, sosyalizm ve demokrasiye iliskin bu turden isbirligine cok daha acik bir sekilde ifade eder. Demokrasi adiyla birlikte sosyalist iscilerin partisi, manevi mirasini genc Avrupalilarin hareketlerinden aldilar. Ilerleme/harekete gecme oncesi radikalizmin butun sloganlari, sosyal demokrat parti programlarinda bulunuyor. Onlar; parti icin, sosyalizmin taleplerine ragbet etmedigini hisseden veyahut da bu talepler tarafindan geri puskurtulen destekcileri uye yaparlar.

Marksist sosyalizmin demokrasinin talebiyle iliskisi, Almanlarin, Ruslarin ve Avusturya-Macaristan monarsisinin egemenligi altinda yasayan daha kucuk milletlerin ve Carlar imparatorlugunun sosyalizmi tarafindan belirlendi. Bu turden az veya cok otokrat devletlerdeki her muhalefet partisi, siyasi faaliyetin gelismesinden once gelmesi gereken sartlari olusturmak icin, her seyden once, demokrasi talep etmek zorundaydi. Sosyal demokratlar icin bu, pratik olarak, demokrasiyi tartismadan kabul anlamina geliyordu; boylece hicbir zaman, pro foro externo (aile disinda olan) demokratik ideoloji uzerinde bir suphe olusturulmamis olunacakti.

Ama iki anlamli isimle ifade edilmis bu iki fikir arasindaki iliski meselesi, parti icinde tamamen baski altina alinamadi. Insanlar meseleyi ikiye ayirarak ise basladilar. Onlar pek yakindaki sosyalist cennet hakkinda konustuklarinda terimlerin birbirine bagimliligini muhafaza etmeye devam ettiler ve hatta biraz daha ileri gidip onlarin nihai olarak tek bir terim oldugunu soylediler. Demokrasi bizahiti iyi bir sey olarak telakki edildigi icin, -mustakbel cennette mutlak kurtulusu bekleyen inancli bir sosyalist olarak- baska herhangi bir neticeye ulasilamadi. Eger siyasi bir bakis acisindan hareketle en iyisi hayal edilemeseydi vaat edilen topraklarla ilgili bir seyler yanlis olmus gibi kulaga gelirdi. Bundan dolayi sosyalist yazarlar, demokrasinin, sadece sosyalist bir toplumda varolabilecegini iddia etmekten geri durmadilar. Kapitalist devletlerde demokrasi diye varolan sey, oyle ya, somurenlerin dolaplarini/fesatlarini ortmak icin tasarlanan bir karikatur degil miydi?!

Ama sosyalizm ve demokrasinin amac konusunda birlesmek zorunda oldugu bilindigi halde, onlarin ayni yolu takip etmek zorunda olup olmadigindan kimse tamamen emin degildi. Insanlar; sosyalizmin -ve bu yuzden, daha yeni tartisilan bakis acilarina gore, demokrasinin de- hayata gecirilmesinin, demokrasinin aracsalligiyla olmasi gerekip gerekmedigi veya mucadelede demokrasinin ilkelerinden sapmanin gerekli olup olmadigi meselesi uzerinde tartistilar. Bu; proletarya diktatorlugu hakkindaki meshur tartismaydi, Bolsevik devrimine kadar Marksist literaturundeki akademik tartisma konusuydu; ve daha sonra, buyuk bir siyasi mesele haline gelmistir.

[..] Neyse; eger tarihte hicbir degisim olmasa, sosyal demokratlar bu sekilde demokrasi sozuyle surekli oynamaya devam edebileceklerdi fakat tarihi bir kaza olarak, Bolsevik devrimi onlari vaktinden once maskelerini cikarmaya ve ogretilerinin ima ettigi siddeti aciga cikarmaya zorlamistir.

Demokrat maskelilere dikkat

"Demokrat ama ozgurlukcu olmayan" dangalaklar iste ustteki siyasi gecmisin beynini sulandirdigi insanlar cogunlukla... Bir sosyalistin, demokrasi sozunu gevelemeye basladigi zaman ustteki dusunce cizgisini takip ediyor olmasi oldukca muhtemeldir, bu sebeple bu adamlari cok dikkatle filtreleyip, elemek gerekir.

Araya it kopek karistirmamak lazim.

Bir de; malum kisilerin beyninde ulusalcilik ile sosyalizm arasinda bir "karsitlik" denklemi olusturulmustur; halbuki bu dusunce yapilarinin her ikisi de kolektivist mahiyettedir. Iste bu "sozde karsitlik" denklemi yuzunden bu zavallilar "ulusalcilik" tasfiye olmaya baslayinca simdi "kendilerinin kazanmakta oldugu" gibi bir yanilgiya dusuyorlar.

Beyfendiler: Sizin kazandiginiz falan yok. Siz zaten coktan yenilgiye ugradiniz ve tasfiye oldunuz.

Bosuna gelin guvey olmayin.


Jim Clancy

[Bir CNN programinda surgunde olan Thailand basbakaniyla roportaj yaparken, gostericileri ima ederek -mealen-] sizi destekleyen gostericilerin bos bir otobusu surup yol kenarina hizla carptirdigi goruldu. Bunlar taskin hareketler degil mi? Destekcileriniz cizmeyi asmiyor mu?

Iste notralite

"Roportajin" geri kalan kisminda CNN yorumcusu Clancy eski Tayland basbakanini resmen fircalar tonda laflar ediyordu, oyle ki adam en sonunda patladi: "Yahu darbeyle devrildik, protesto edenlere biraz musamaha gosterin" havasinda karsilik verdi. Benim de aklimdan geciyor, Clancy soyadi Irlanda asilli, ulan dedim, Ingilizler de senin atalarini ezmisti, haklarini elinden almisti, herhalde ondan Amerika'ya kactilar sen de onun sayesinde simdi CNN'de yorumcu oldun, ama bu laflari edince dedenin mezarinda kemiklerini sizlatmadin mi, haysiyetsiz herif.

Ama iste adama fitili vermisler; "illa 50/50 elestireceksin". O da bakiyor, ah, protestocular bir takim "taskin" hareketler yapiyorlar, Ve Tayland cekismesi ile ilgili vaktin "yarisi" da "o tarafi" elestirmek icin kullanilmalidir o zaman sonuc: Thaksin Shinawatra'ya firca atmaliyim. Kafa boyle calisiyor. Bu basbakanin darbe ile devrilmis bir lider olmasi hic onemli degil. Ustelik Thaksin surgunde, eldeki bilgilere bakilarak yapilan ithamlarin birinci derece muhatapi olabilecegi bile supheli. Ta dunyanin oteki tarafindan ulkesindeki protestoyu mu idare ediyor? Ama neyse, biraz dram yaratildi, medya "kontrol edici" gibi gozuktu, firca atildi, mutlu olundu.

Burada bozuk bir seyler var.


Hugh Pope

1999 yilinda, genisligi 100 mile varan fay hattinda olusan depremin sonuclarinin [Turkiye] halkinda etki etmesi tam bir gunu aldi. Devlet paralize haldeydi. Kizilay'in insanlara deprem sonrasi faydasi, bolgeye gonderdigi curumekte olan cadirlar gibi yokluk seviyesindeydi. Ama bundan onemlisi halk, Turkiye gibi kamu gorevlilerinin basiretsizliginin apacik bilindigi bir ulkede, ilk kez silahli kuvvetlerin becerisini sorgulanmaya baslamisti. Ordunun deprem bolgesinde guvenligi saglamaya baslamasi icin gunler gecmisti; Ayrica ordu, halka odaklanmak yerine kendi kaybettigi 4000 kusur askeri gorevliye ve onlarin ailelerine zaman harcadigi icin insanlarin gozunde bencil bir goruntuye dusmustu. Bu gunlerde halkin uzun sure destegini alan kuruluslar sivil toplum orgutleri olmustu; ozellikle bunlardan bir dagcilik klubu icindeki gonullu kurtaricilar ulke nedzinde gecelik bir sohrete erismislerdi. Bu orgut, kisa bir sure de olsa, ilk kez halkin gozunde "en guvenilen kurum" olarak silahli kuvvetleri gecmeyi basaracakti [1].

Burokrasi cuvallerken

Yeni cagda burokrasinin cuvallamasina silahli burokrasinin cuvallamasi tabii ki eslik edecektir. Merkezi bir kurulus olan devletin buyuk felaketlere ayni derecede ulasmasi neredeyse imkansizdir. Bu sebeple 1999 depremi sonrasi, ilk kez, Turkiye halki devletin basiretini sorgulamaya baslamistir.

Tabii sistemin kopekleri derhal havlamaya basladi. Bunlarin arasinda acilen "devlet guzellemeleri" yazanlar, reddiyeciler gorebiliyordu. Fakat psikolojik olarak onemli bir esik asilmisti; Insan beyninde hayatta kalma fonksiyonu en altta, ama en guclu/onemli olandir (onun uzerinde kultur kodlari, onun uzerinde analitik zeka gelir). Halk, hayatta kalmasi icin guvenli zannettigi kurumlara guvenemedigini anlamisti ve bu cok buyuk bir zihin degisimini gundeme getirdi.

[1] Sons of the Conquerors, Pope, 2005, sf. 72


Ludwig von Mises

[..] Bu tartisma, Marksistleri gruplara bolen butun diger fikir ayriliklari gibi, Marksist sistem olarak adlandirilan dogma yiginiyla hakikati gormezlikten gelen ikilikten / dialektikten [evrenin ruh ve madde gibi iki temel ozden/esastan olustugunu savunan kuramdan] kaynaklanir. Marksizm'de herhangi bir seye bakmanin, her zaman, en azindan iki yolu vardir ve bu bakis acilari ancak, diyalektik yapayliklarla telafi edilir. En meshur arac, zamanin ihtiyaclarina gore, birden fazla anlamin verilebilecegi bir kelimeyi kullanmaktir. Ayni zamanda kitle ruhunu uyutmak icin siyasi sloganlar olarak hizmet goren bu kelimelerle birlikte bir fetisizm kultu imasi surdurulur. Bu inancin yer aldigi her makalede, birbiriyle bagdasmasi munkun olmayan fikirleri ve talepleri birlestirmeyi munkun hale getiren, iki veya daha fazla anlama gelen fetis bir kelimeye yer verilir. Kasitli olarak muglak olan bu kelimelerin yorumlanmasi, farkli taraflari karsi karsiya getirir ve herkes, guvenilir/itimada sayan bir onemin atfedildigi Marks ve Engels'in yazilarindan isine gelen pasajlari alintilar.

Bizde ornegi cok var

Turkiye'deki Kemalist korosunun zombi kelime cambazlari hep ustteki teknige basvuruyorlar galiba; "Cumhuriyet", "demokrasi", "liberalizm", "simge" kelimeleri bir fetis haline getiriliyor, ve muglak bir sekilde pek cok tarafa cekilebilecek bir seviyeye getiriliyor. Adam "Cumhuriyetciyim demokrat degilim" diyebiliyor mesela, zavallinin Cumhuriyetin kelime anlamindan bile haberi yok. "Simge" kelimesi ayni sekilde. Pek cok tarafa cekilebilecek bir baglamda, ve bir "korku" yaratacak sekilde kullaniliyor(du). Bu oyun bozuldu tabii.

Bu tur teknikleri kullananlarin gecmisini biraz kazin, alttan Mises'in anlattigi siyasi kultur cikacaktir.

[1] Sosyalizm, Ludwig von Mises, 1951 (Turkce ceviri, Liberte Yayinlari, 2007)


Eser Karakas

KİT dediğim de tam bu zira onbinlerce hoca maaş alıyor, bir şeyler öğrettiklerini zannediyorlar, öğrenciler büyük paralarla yapılan binalara her sabah sıcak yataklarından kalkıp geliyorlar, yol paraları veriyorlar, akşama kadar sınıflara kapanıyorlar, kitaplar basılıyor, bunlara paralar harcanıyor, müdürler, müdür yardımcıları, müstahdem çalışıyor ama sürecin çıktısı tam bir hiçlik.

Dogru

Yazinin geri kalaninda da guzel saptamalar var. Egitim isi daha fazla bina, ogretmen ile halledilecek bir is degildir. Sil bastan yeniden yapilanma gerekiyor. Eger 20 milyon egitilecek nufus icin ortalama 20 kisilik siniflar baz alinarak 1 milyon kaliteli ogretmene ihtiyaciniz olacaksa (kabaca bir hesapla), bu sistem daha kapidan cikmadan cuvallamis demektir [1]. Bu sayida kaliteli ogretmene erismek mumkun mudur?

Iyi bir egitimi, ogretmeni, dersi dijital teknolojiler ile klonlamak daha iyi bir cozum olabilir. Cocugun okula "gitmesine" gerek yoktur. Okul ona "gelebilir".


Ahmet Altan

Türkiye’nin yıllardır yapamadığını, bir TIR şoförü vatandaşımızın yaparak, ‘dolanım hakkı’ konusunda çok önemli mesafeler almamıza yardımcı olması [..]

Cok guzel

Iste adam bir misyon edinmis, problemi sahiplenip tutup parcalamis. Bravo. Bu ayrica burokrasi cuvallamasinin da iyi bir ornegi. Madem yapilabilecek niye onlar beceremedi? Tam zamanli isleri bu degil mi? Fakat problem insanlardan ziyade sistemde..

"Ihtiyac tum buluslarin anasidir" derler. Ihtiyaci hissedenin o problemi cozmesi gittikce artan bir olus haline gelmeye basladi. "Kendi Isini Kendin Yap" denen akim bu, bilginin ve becerinin dolasimi yayginlastikca ozguveni ve etki alani genisleyen bireyler gitgide bu tur cozumleri tercih eder hale gelmeye basladi.

  1. yuzyilin cozumleri satha yayili, bireysel bazli olmalidir. Trafik kazalari sonucunda oradaki "bireylerin" tutunak tutmasini saglayan yeni sistem iste bu tur bir 21. yuzyil cozumudur. "Merkezi" polisin oraya gelmesi beklenmeden problem ihtiyaci olan kisiler tarafindan halledilir.

[1] Bu rakam daha da buyutulebilir cunku egitim kavrami, artik, insan hayatinin belli bir doneminde yapilip bitirilen bir sey olmaktan ziyade, hayat boyu surebilecek bir olus olarak gorulmektedir.


Anonim

Demokrasinin gerektirdigi azinliklara saygi [..]

Yanlis

Demokrasi azinlik haklarina saygili olmakla esanlamli degildir. Azinlik haklarinin olmasi demokrasiyi guclendirir, bu dogrudur. Fakat teorik olarak bir demokrasi oybirligi ile bazi azinliklara uymayacak kararlar alabilir, ve teorik olarak herkesin pasa pasa uymasini bekleyebilir (bu iyi islemez tabii ki). Zaten bu yetersizlik sebebindendir ki "liberal demokrasiden" bahsediyoruz, sadece demokrasiden bahsetmiyoruz. Demokrasi tabii ki alternatiflerine gore daha iyi karar veren bir sistemdir BUTUNU ILGILENDIREN KONULARDA. Herkesi ilgilendiren, "genel bir konuya" "genel" bir cozumu bulacak, icra edecek kisiyi/kisileri secmek icin uygundur.


Anonim

Osmanli cok iyi modernlesiyordu

Yanlis

Osmanli modernlesmeyi eline yuzune bulastirdi, cuvalladi (ne de olsa Bursali). Tanzimat ve Japonya'da Meiji reformlarinin karsilastirmasi birincisi icin hic te ic acici sonuclar ortaya cikartmayacaktir. 100 sene sonra iki ulkenin geldikleri noktaya bakin. Bu sebepledir ki Kemalistler fanatik sekilde modernizasyon isine koyuldular, ama ne yazik ki onlar da artik cok gec kalmisti. Ayrica (yetmiyormus gibi) ek yanlislar da yapildi..

Simdi Kemalistlerden hazzetmeyen bazi kisiler sirf Kemalist'ler Osmanli'ya redd-i miras yapti diye onun tersine gitmis olmak icin Osmanli'ya sarilmaya ugrasiyorlar. Bu kisilere tekrar soyluyorum: Kendi beyninizle dusunmuyorsunuz. Efendim, modernlesiyordu, ilmiye, seyfiye, kalemiye.. Iyi de nerede sanayi tesisleri, halkin yuzde kaci isci? Osmanli'nin sirketlesmeden anladigi dort, bes esnafi yanyana koyup "siz simdi sirket oldunuz" demekten ibarettir.

1923 itibariyle tarim ulkesiydik.

1950 itibariyle daha berbat bir durumdaydik, o baska. Atilla Yayla'nin "Kemalizm gerilemeye tekabul eder" demesi bu yuzden zaten..


Bankalar diger ticari tesekkullere gore her zaman ozel bir yere sahip olmustur. Halkin tasarruflarini alip muhafaza ettikleri icin iflas durumlari tum halkin finansal durumunu ilgilendirirler, tum halki ilgilendiren seyler de dogal olarak o halkin "yoneticilerini" ilgilendirir. Ikincisi bankalar bu topladiklari tasarruflar ile borc verirler, bu baglamda ekonominin carklarinin donmesinin onemli bir bacagidirlar.

Banka kurtarma operasyonlari yeni degildir; Roma Imparatorlugu zamaninda da bankalar vardir, bu bankalar batmistir. Bu batislarin birinde Imparator seferdeyken haberi alir, geri doner, bankalar kurtarilir.

Ilginctir; Amerikan baskanlarinin bankalara bakislari birbirinden farkli renkler gosterir. Bu "gerekli seytan"' ve onu yoneten bankacilar, mesela, 2. baskan John Adams tarafindan hic sevilmezdi. JA. ayrica spekulatorlerden hic hazzetmiyordu. Oglu John Quincy Adams (o da baskan oldu) spekulatorlere kotu gozle bakmazdi, ama bankacilara kil olurdu. Washington (bilahere Hamilton) karsi degildi. Degisik dedik.

Onceki yazi Lending Club banka sisteminin "odakli" oldugundan bahsetti. Fakat bir suru banka var, nasil odakli oluyor? Soyle: Bu "ozel durumlari" sebebiyle politik liderler kendilerini bankalari yakinen gozetimde tutmak mecburiyetinde hissediyorlar.. Bunun sonucu olarak bankalari "standardize" ediyorlar. Basel II bunun ornegidir. Fakat bu "standardizasyon" bilinen bir dunyada bilinen problemlere karsi bilinen sekilde sizi korur. Ustelik beklenmeyen bir problem cikinca, tum bankalarin TAMAMININ, AYNI ANDA b.ka batmasi ihtimali vardir, ki buna sistemik risk deniyor. Iste bankalar pek cok olmasina ragmen, korkulara karsi onlara giydirilen gomlegin bazen "dar gelmesi" problem ortaya cikartabilir. Halbuki Nassim Taleb ve Arnold Kling'i dinlersek, bir sistemin "super saglam" olmak yerine "cabuk tamir edilebilir" olmasi daha iyi olabilir; ki bu da homojen degil hetrojen bir banka sistemiyle daha mumkundur. Tabii politikacilar korkularindan kurtulamayacaklar, o zaman onlarin disinda bir mecrada bir borc verme/alma sisteminin ortaya cikmasi daha iyidir. Lending Club boyle bir yapilanmayi temsil ediyor.


Alvin Toffler, Powershift, 1990, sf. 256

Devrimsel bir çağda, yeni türden bir zenginlik üreten sistem eskisiyle çarpışmaya başlayınca tüm normallik ortadan yok oluverir. Her gün gazete başlıklarında yeni bir kriz, yeni bir gelişme haberleri görürsünüz. Küresel, yerel stabilitede sert dalgalanmalar olur. Olaylar, insanların onları takip etme kapasitesini aşacak kadar hızlı, ve sayıda gelişmeye başlar.

Böyle bir zamanda en iyi işleyen bürokrasiler bile çatırdar ve ciddi problemlerin krize dönüşmesi kolaylaşır. Mesela Amerika'daki sokağa düşmüş insanlar (homeless) problemini ele alalım; Bu problem, sadece, ülkede "yetersiz evin" olmasıyla alakalı bir problem değildir. Sokakta yaşayan insanlar problemi birbiri içine geçmiş girift bir yumağın dışa vurumudur - alkolizm, uyuşturucu müptelalığı, işsizlik, psikolojik problemler gibi öğelerin hepsi problemin bir bacağıdır. Fakat gelin görün ki bu alt problemlerin her biri Amerika'da farklı bir bürokrasinin kontrolü altındadır. Böyle olunca hiçbir bürokratik "kutu" problemin bütünüyle tek başına başa çıkamaz. Hiçbir bürokrasi de kendi otoritesini, bütçesini bir diğerine "kaptırmak" istemez. Demek ki evsiz insanlar probleminde evsiz olan insanlar değil, aslında problemin ta kendisidir.

Uyuşturucu probleminin de alt ögeleri vardır; bu problemlerin çözümü pek çok bürokratik kutuların aynı anda hep beraber çalışmasını gerektirir. Bu birimler polis, sağlık kurumları, eğitim kurumları, dışişleri, bankalar, ulaşım birimleridir. Fakat tüm bu "adalaşmış" birimlerin uyum halinde çalışmasını sağlamak neredeyse imkansızdır.

Bugünün yüksek hızdaki teknolojik ve sosyal değişimleri işte tam bu türden disiplinlerarası problemleri sürekli olarak ortaya çıkarır. Ve ne yazık ki, gün geçtikçe bu problemlerin daha fazlası cevaplanmadan havada bırakılmaktadır. Kurumlar arası otorite, yetki kavgaları (turf war) ortaya çıkmakta, ve çözümleri yokuşa sürüp daha fazla devlet kaynağı tüketmek için sürekli kavga verilmektedir.

Bürokratlarının çözüm üretemediğini gören politik liderler ise gittikçe daha fazla kendi adamlarına güvenmek, resmi kanalların dışına çıkmak zorunda kalmaktadır.

Bunun kötü örneklerinden birisi Reagan zamanındaki İrangate skandalıdır. Burada Reagan Beyaz Ev'i İran'a silah satan kendi şirketini kurmuş ve oradan gelen paraları Nicaragua'daki gerillalara aktarmıştır.

Daha az dramatik olan bir örnek, Bush İ'in 1989 yılında dışişlerine, NATO'ya sunmak için bir teklif hazırlamasını söylediği zamandır. Orta ve üst düzey bürokratlar Bush'a beklenen türden renksiz, statüko çerçevesinde bir doküman sundular. Fakat Bush hem içeride hem dışarıda ortaya farklı bir şeyler çıkartmak için politik baskı altındaydı. Gorbaçov'un açılımlarının yarattığı iyimser dalganın ABD merkezli olmasını istiyordu. O da bürokratik senaryoyu bir kenara attı ve birkaç kabine üyesi ve üst düzey danışman ile birlikte, Avrupa'dan bazı Amerikan birliklerinin çekilmesi planını ortaya çıkardı. Plan içeride ve dışarıda, kamuoyu ve müttefikler tarafından derhal kabul gördü.

Benzer bir şekilde Helmut Kohl iki Almanya'nın birleşmesi için öne sürdüğü "10 şartı" ortaya çıkarırken dışişlerinin söylediklerini dikkate almadı.

Ne zaman bir lider bu şekilde bürokrasinin dışına çıkarsa, hemen "tehlike çanları" ve "kıyamet senaryoları" söylemleri etrafta dolandırılmaya başlar. Bunun hemen arkasından yeni politikayı dinamitlemek için basına haber sızdırmalar başlar.

Fakat, olayların hızla geliştiği, ve bu sebeple çabuk ve yaratıcı çözümlerin ortaya çıkarılması gereken zamanlarda bakanlıkları, departmanları devre dışı bırakmak, sorunları çözmenin tek yolu gibi görülmeye başlanır, ki bu son zamanlarda gayri resmi ve ihtiyaca göre / o anda (ad hoc) kurulan ünitelerin niye bu kadar fazlalaştığını da açıklar.

Tum bunlar, artı, güç kavramının özel sektöre, yerel, bölgesel, devletler-ötesine/üstüne doğru kayması, yarının devletlerinin boyutu ve şeklinin ne olacağına yönelik temel değişimleri işaret etmektedir. Bu oluşlar, tüm dünya süper sembolik bilgi ekonomisine daha fazla geçtikçe, aynen bundan önce özel sektörde şirketlerin acı bir yeniden yapılanma (restructuring) evresinden geçtiği gibi, devletlerin de aynı acı ilacı içmeleri ve yeninden yapılanma evresinden geçmeleri için onların üzerinde daha fazla baskıların oluşmasına yol açmaktadır.

Bu organizasyonal değişim acıları, aynı anda politikacılar aşırı gayri stabil bir dünya sistemiyle, artı hiç görülmemiş çevresel felaketler, patlamaya hazır etnik nefretler ve sürekli artan fanatizm ile boğuşmaya uğraşırlarken yaşanacaktır.

O zaman ileride göreceklerimiz, "kitlesel" demokrasiden "mozaik" demokrasisine geçerken sistemin kontrolünü ele almak için politikacılar ve bürokratlar arasında daha keskinleşmiş sürtüşmeler ve anlaşmazlıklardır.


Ekonomi bilimine disaridan yardim etmeye ugrasanlar fazlalasiyor. PIRSA adli bir grup olusturulmus, liderleri Eric Weinstein'in prezentasyonu surada. "Ekonomide Manhattan Projesi" baslatmayi amacliyorlar; fizik, biyoloji bilimlerinin metotlari ve dusunce sistemi ekonomiye uygulanmaya calisacaklar.


Oncelikle belirtelim: Mustafa Kemal'in "Yurtta sulh cihanda sulh (yscs)" sozunun arkasinda yatan realpolitik temelli bir stratejiydi. Osmanli'nin dogu ulkelerinde "hamilik" yapma politikalarinin imparatorluk uzerinde cozucu bir etki yaptigi yonundeki gozlemden hareketle, yeni (Cumhuriyet olmayan) Cumhuriyet bu tur maceraci atilimlardan vazgecti. O gun icin, iyi de yapti. Kemal askeriye, hariciye konularinda basariliydi (diger konularda degildi).

Bugun itibariyle; YSCS lafini geveleyenler bu kelimeyi ne cercevede kullaniyorlar, esas buna bakmak lazim.

Obama bu lafi soylediginde, aslinda sunu soylemek istiyor olabilir; "Sizin cevre bolgelerde etkin olmanizi istemiyoruz". Tabii vay aslan Obama, ABD secimlerinde basindan beri destekledik, Amerika'da degisim yaratsin, biz de burada o tecrubeden faydalanalim, vs. O baska. Ama Obama dis politika baglaminda realpolitik takip ediyor, ki ben, tikel ben, ulkem icinde ben, o politikanin hedefi oldugumda baska acidan bakarim.

Yani Obama buraya gelip te YSCS dediginde "edilgen ol" diyorsa, Ahmet Davutoglu disisleri bakani oldugunda YSCS dediginde soyle duzelmesi benim icin uygundur: "Edilgen degil etkin YSCS olacak".

Tercumesi: "Avucunu yalarsin".

Ek olarak: Sn. Davutoglu'nun disisleri bakani secilmesi gercekten iyi oldu. Disislerinde "filozof kral" gibi bir sey olacak. Kendisine basarilar diliyorum.


Lending Club

Wired

Kevin Bartz adli doktora öğrencisinin araştırmaları onu LendingClub adli bir Web sitesine götürdü. Bu site borç vermek isteyenler ile borç almak isteyenleri birbirine eşleştiren bir şirketti [1]. LC, diğer kişiden kişiye borçları idare eden şirketler gibi borçlanmak isteyenlerin kişisel geçmişini doldurmalarını istiyordu ve, bu borcu niye istediklerini anlatmaları hakkında bir kompozisyon yazmalarını istiyordu. LC bu kişiler hakkında tabii kendi kredi kontrolünü [2] yapıyor; fakat LC'yi özel yapan tüm bu bilgiyi açık olarak "herkesle" paylaşması.

Bartz 4600 kayıt içeren bu veri tabanını indirdi ve kendini tekrarlayan bazı öğeleri (pattern) bulmaya çalıştı. Özellikle kompozisyonlara odaklandı, ve Bartz bazı kelimelerin geç ödemeler ile ilintili olduğunu farketti. Alarm zilleri çaldırması gereken kelimeler şunlardı: İhtiyaç, fatura, iş. Bu kelimeler herhalde o anda borç alan kişinin parasal zorluk içinde olduğunu gösteriyordu.

LC bilgiyi açık bir şekilde paylaşmasının yanında, potansiyel bir borç isteyene not vermek için kullandığı matematiksel formülün kaynak kodlarını da açık şekilde paylaşıyor (open source). Böylece Web'den herhangi biri bu formüle bakıp aklına gelen bazı iyileştirmeleri LC'ye gonderebiliyor.

[1] Buna sektörde "kişiden kişiye borç vermek (peer-to-peer lending)" deniyor. Bu çözüm 3. dalgaya uyumlu; borç merkezi, odaklı (ve gördüğümüz gibi patlayınca tüm sistemi yanında götürebilecek) bankalar tarafından değil, tekil kişiler arasında yapılıyor.

[2] Bu bir kişinin borçlanma tarihine bakılarak yapılır, borçlarını ödeyebilen insanların notu yüksektir, diğerlerinin düşüktür, vs.


Notralite

Amerikan kitle medyasinda bir hastalik var; Notralite hastaligi... En son Cenk Uygur The Young Turks programinda konuyu isledi; Siyaset programlarinda "iki tarafa esit" miktarda kemik atiliyor, atilmaya ugrasiliyor, ve boylece medya "tarafsizligini" ispat ederek kendini mutlu ediyor.

Fakat daha kapidan disari cikmadan (apriori) "iki tarafi da esit miktarda elestirecegim" demek, basli basina buyuk bir hatadir. Ya bir grup, kisinin soylediklerinin, cogunlukla, yuzde 90'i yalan, yanlis iceriyorsa? O zaman baslangicta 50/50 yola cikmak yanlis olmaz miydi?

Olurdu. O zaman kitlesel medya (yokolmadan once tabii, geri kalan hayatinda) her duruma oldugu gibi bakip, kafasini kullanip tekil konu bazinda (case by case basis) hakliligin, dogrularin, yanlislarin ne oldugunu o konuyu ilgilendiren verilerle ortaya koymalidir. Bunu her konu icin yapa yapa bir kisinin, grubun haklilik toplami yuzde 50 cikiyorsa, eh cikar. Yuzde 100 de cikabilir, bu da mumkun. Dememiz o ki, bu yuzde "onceden" kararlastirilamaz.

Bastan esit dagitim herhalde modern politik bolunma olan sag/sol ayirimindan ileri geliyordu. Bu modern, kitlesel dunyada herhangi bir konuda belki bahsedilen turde, nicelikte bir bolunme dusunebilirdiniz. Fakat artik o eski dunyada yasamiyoruz. Zenginlik yaratma yontemi degisti bununla beraber hayatta degisik dusunce hatlari, oncelikler ortaya cikti. Sorunlarin guzel kompartmanlara ayrilamadigi bir dunyada (ki burokrasiler bu sebeple cuvalliyor) sorunlarin eski ideolojik bolunmeler hatlarinda ayrilabilecegini kim iddia edilebilir?

Analizcilerin bu gerceklige adapte olmalari gerekiyor.


Sehirlerin Ruhu

Paul Graham

Buyuk sehirler hirsli insanlari kendilerine cekerler. Bunu o sehirlerin icinde gezinirken hissedersiniz. Pek cok dolayli yoldan bir sehir size bir mesaj yollar; daha iyisini yapabilirsin, daha cok caba gostermelisin.

Isin ilginc tarafi, bu genel mesajin sehirden sehire nasil degisik renkler alabilecegidir. [..] Silikon Vadisi size su mesaji yollar: Daha guclu olmalisin. Bu New York'un gonderdigi mesajdan cok farklidir. Orada gonderilen ana mesaj sudur: Daha fazla para kazanmalisin. [..] Boston'un gonderdigi mesaj sudur: Daha akilli olmalisin. [..]

Bir sehrin gonderdigi mesaj sifir toplamli bir oyundan (zero-sum game) cikar; bir mesaj yeterince guclenince digerlerine daha baskin hale gelir. Bir profosor kendini New York'ta ikinci sinif bir vatandas gibi hisseder; ta ki bir sirket kuruncaya ya da para kazanincaya kadar.

(Devami..)

http://www.paulgraham.com/cities.html


Tarihin Tozlu Rafları

Alvin Toffler, Powershift, 2000, sf. 412-414

Sosyalizm'in çöken bir diğer bacağı, "donanıma" olan aşırı vurgusudur; onun hem tarım hem de bilgi işini küçümsemesi, ona yukarıdan bakmasıdır.

1917 devriminden sonra Sovyetlerin demir-çelik endüstrilerini, barajlarını, otomotiv sektörlerini kurmaya yetecek sermayeleri yoktu. Hal bu olunca onlar E. A. Preibrazhensky adlı bir ekonomistin "sosyalistlerin ilkelliği gasp etmesi / toparlaması" şeklindeki fikirlerini takip etmeye başladı. Bu teoriye göre gerekli kapital köylülerin ümüğü sıkılarak elde edilebilecekti; elde edilecek kapital ağır endüstriyi sübvanse etmek için kullanılabilecekti.

Nikolai Bukharin adlı bir Bolşevik lider buna karşı çıktı; tabii ki bu karşıtlığının bedelini hayatıyla ödedi. Öngörüsünde haklı da çıktı, köylüleri bu şekilde aşırı zorlamak, hayat standartlarını en aşağı seviyeye çekerek "artı değerlerini" talan etmek tarımı çökertecekti. Öyle de oldu. Daha da kötüsü, bu sistemin tek mümkün işletilis tarzı Stalin gibi bir katilin demir yumruğu altında olabilirdi ve bu sistemin sonucunda da milyonlarca insan açlıktan can verecekti. Çinlilerin bu aynı "endüstri tercihi" sonunda tarım tüm sosyalist ekonomiler için tam bir felaket noktası haline gelmiştir ve durum halen devam etmektedir. Diğer bir şekilde belirtmek gerekirse; sosyalist devletler 1. dalga ekonomilerini feda ederek 2. dalga bir ekonomi kurmaya uğraşmışlardır.

Ama sosyalistler beyaz yakalı işleri ve sektörü de rutin olarak aşağılamışlardır.

Sovyetlerin sanatta "Sovyet gerçekçiliğini" emretmesi ve duvarların derhal kol kuvvetiyle demir-çelik işlerinde çalışan işçilerin resimleri ile kaplanması bir raslantı değildi. Çünkü tüm dünyada sosyalizmin amacı hızla endüstriyelleşmek ve bunu yaparken kaş kuvvetini yüceltmek olmuştur. Zihin işleri "üretken olmayan" "zayıf insanların" yaptığı işler olarak görülmüştür.

Bu zihniyetin çıkış noktası tüketime değil, bireysel tüketime dayanmayan bir tür üretime olan aşırı vurgudadır. Antonia Gramsci, hatta (bazen) Mao Tse-tung gibi bazı Marksistler bu görüşe karşı çıkıp pür zihinsel işlerin materyel eksikliğe üstün gelebileceğini vurgulamaya uğraşmışlardır ama Marksist "ana kol (mainstream)" düşüncenin ana teması her zaman materyal üretimi üste çıkarmak ve zihinsel üretimi aşağılamak olmuştur.

Bu Marksist ana kolun tipik düşüncesi fikirler, enformasyon, sanat, kültür, kanun, teoriler, ve diğer elle tutulamayan ürünlerin sistemin "çevre yapısını" oluşturduğu yönündeydi, ki onlara göre bu tür ürünler sistemin çevresinde gezinen, ekonomik "temelinin" üstünde uçuşan bir tür "bulut" gibi durmaktaydı. Bu kişiler bu iki "öbek" arasında bir tür geri besleme olduğunu kabul ediyorlardı fakat ekonomik "bazın" üstteki kavramları "yarattığını" düşünüyorlardı. Bunun tersini iddia edenler ise acilen "idealist" olarak yaftalanıyordu, ki bu kelime o zamanlarda ısıtilebilecek en ağır hakaretlerden biriydi.

Marx, materyel temelin üstünlüğünü vurgulayarak Hegel'in fikirlerini tersine çevirmiş oldu. Fakat tarihin ironisi öyle oldu ki yeni zenginlik üreten sistem bu sefer Marks'in fikirlerini başaşağı etti. Daha doğrusu hem Hegel'i hem de Marks'i yeni çağın üretim metotu iki seksen yere serecekti.

Marksistler için donanım her zaman yazılımdan daha önemli olmuştur; fakat bilgisayar devrimi bunun tam tersinin doğru olduğunu gösteriyor. Yeni çağ bize ekonominin bilgiyi değil, bilginin ekonomiyi yarattığını ispatlıyor.

Toplum bir makina ya da bilgisayar değildir. İnsanlar baza, çevre yapıya, hatta çiplere, silikonlara, bitlere indirgenemez. Daha iyi bir model insanların sürekli değişken ve geri beslemeli bir sistem içinde yaşayan bireyler olduklarıdır. Bu yapının çetrefilliği arttıkça, bilgi bu yapıdaki kişilerin ekonomik ve ekolojik hayatlarını devam ettirebilmeleri için had safhada önemli hale gelmektedir.

Özetlemek gerekirse, temeli elle tutulamayan, "yazısal" olan yeni ekonominin yükselişi sosyalist dünyayı tamamen hazırlıksız yakaladı. Sosyalizmin bu gerçek dünya ile çarpışması onun için ölümcül olacaktı.

Tabii ki sosyalizmin Lenin'in sözündeki o "tarihin tozlu raflarına" hazır olduğu gerçeği, o hayal ettiği rüyanın yokolduğu anlamına gelmiyor. Eğitimin yaygın olduğu, barışın hüküm sürdüğü, sosyal adaletin olduğu bir dünyanın varlığı pek çok insan tarafından hala arzulanıyor. Fakat böyle bir dünyanın eski temel üzerinde inşa edilmesi mümkün değildir.

Gezegenimizde vuku bulan en önemli devrim, yeni, radikal bir metotla zenginlik yaratabilen 3. Dalga medeniyetinin yükselişidir, ve bunu anlayamayan her akım daha yola çıkmadan başarısızlığa mahkumdur.

Hangi devlet bilgiyi, onun akışını engellerse, vatandaşlarını dönük, korkunç bir geçmişe mahkum etmeye kararlı demektir.

Konuya ilgili diger yazilar: Sosyalizm, Marksizm, Sosyalizm Hakkinda, Sosyalizm ve Demokrasi


Uygurlar Yokolurken

Suradaki yazida Parag Khanna Cin'in Uygurlari ve Tibetlileri yutma/yoketme stratejisini tarif ediyor. Cin, 2 trilyon dolarlik rezervi ile istedigi herhangi bir kara parcasini transform edebilir, ve bu parayi karasinin bati kismini degistirmek icin kullanmaktadir. Cin'in bati bolgesinde degerli dogal gaz, petrol ve maden kaynaklari var (muslumanlarin -biz haric- hep dogal zenginlik uzerinde yasayan insanlar olmasi bir kader midir yahu?) ve nasil Amerika zamaninda petrol zengini Texas'i, Meksika'dan koparttiysa, maden zengini bati kismini alip entegre ettiyse, Cin ayni sekilde kendi bati kismini entegre etmektedir. Bolgeye gitmis olan "oncu" Cinlilerin bazen aksesuear olarak kovboy sapkasi takiyor olmasini Khanna aynen Amerikanin " Batiya (altina) hucum" hissiyatina olan paralellikle acikliyor.

Cin, aslinda Turkiye'deki "Baasci" Turklerin yapamadigini yapiyor. Bolgeye telefon, yol, su ile hizmet gotururken, bir yandan oraya Cinli nufuc goc ettirerek "demografik savas" teknikleri uyguluyor. Endustriyellesirken, onun tek tiplestirici, standardize edici sopasini kullanmaktan cekinmiyor. Garip bir sekilde 200 sene onceki Amerikan tarihini bastan seyrediyoruz.

Cin, demografik savas tekniklerini Rusya'ya karsi da kullanmakta. Kuresel isinma yuzunden Sibirya'nin buzullari erimeye basladi ve bu yasanabilecek daha fazla alan demektir; Bu bolgelere tasinmis olan Cinliler oranin nufusuna karismaya, dahil olmaya basladilar. Sibirya'nin dogal zenginliklerinden bahsetmeye bile gerek yok.

Ozet olarak, Orta Asya'da Cin, Rusya'yi kusatmaya basladi (eclipse) ve baskin cikiyor.

Uygurlarin yokolmasi ya da marjinalize edilmesi sureci neredeyse tamamlandi.


Uzay Yolu XI

Uzay Yolu uzun bir aradan sonra geri geldi. Direktor J.J. Abrahams franchise'i orijinal serideki takima geri dondurdu [4] - yani Picard, Data disari atildi, Kirk, Spock iceri alindi. Su anda ABD haril haril kulturel demirbaslarini yeni bastan uretmekle mesgul, Uzay Yolu XI de bu yoldan takip etti. James Bond, Batman, X-Men (Wolverine ile), Superman hep bir sekilde tekrar "baslatildi".

Uzay Yolu XI muhakkak seyredilebilir bir film. Tum yabanci Amerikali tanidiklarimiz istisnasiz sekilde filmi begendi. Biz de eglendik, ama bir yandan da filmi kultur kodlari filtresinden gecirmeden edemedik. Cunku bu film daha az dunyali, daha fazla Amerikali bir film olmus.

Eger Federasyon ve Atilgan Amerika'yi temsil ediyorsa, o zaman Kirk ve Spock ikilisinin yonetimi Hristiyan/Yahudi sentezi (Judeo-Christian synthesis) denen seyi temsil ediyor denebilir. Ayrica Atilgan'daki karisik/etnik takimi Amerika'nin bilincaltisal bir idealini temsil etmekte; "Isleri yapanlar" "calisanlar" dunyanin her tarafindan gelmis olan "gocmenler" olacak, ve kumesin basindaki horoz WASP (Kirk) [5]. Bu beyaz fazla bir sey bilmeyecek, sadece "maceraci" olup "risk almayi" bilecek [2] "diplomasi" ile ugrasacak. Bilim isleri Yahudiye, pardon Vulkanliya verilecek, agir aksanli cocuksu bir Rus etrafta gezinecek, nispeten daha onemsiz "iletisim" isiyle ugrasan zenci hanim olacak. Neyse yeni reenkarnasyonda zenci hanim biraz daha teknik, yoksa orijinal seride bu kizcagiz telefon operatoru "sekretervari" bir seviyedeydi.

Bu simgeler filmin ilerleyen perdelerinden o kadar guclendi ki, artik gormemezlik edemedik. Spock'un gezegeni Vulkan kotu adam tarafindan yokedildi, bir Yahudi jenosit'ini gozlemlemis olduk, filmin sonunda ise zaman yolculugu ile geri gelmis olan daha yasli olan Spock "irkimizdan kalanlari toparlayip bir gezegene yerlestirecegim, yeni koloni kuruyoruz" dediginde eh artik dedik, "haydi bakalim Israil'i kurmaya!".

Kulturel fay hatti oyunlari yine bariz ortada; ana temalardan biri nedir? Spock'in duygularinin kontrol edip etmemesi. Sakinma / ozgurlesme baglaminda guzellemeler yani; tabii ki ayni hatlari duygusal zekasinda barindiran toplum icin bu ilginc bir git / gel.

Diger yandan, seriyi, tarihini bilen bizler icin 11. film perde arkasindaki bazi cekismelerin sonucunu gosteriyor. Franchise uzun sure Nimoy (Spock) ve Shatner (Kirk) arasindaki cekismeye sahne oldu. Cift basli ana aktor (two leads) iceren bir yapimi idare etmek kolay degildir [1], ve Nimoy ile Shatner surekli one cikmak icin kapismislardir. Eh ama 11'i yoneten, kendisi de bir Yahudi olan JJ Abraham olunca, yasli Shatner arkada kaldi, Nimoy one cikti! Bunlar da ufak tefek anektodlar iste.

Film 4/4'luk olmasa da bilim kurgunun bir sekilde beyaz perdede olmasi guzel; Abrahams o hep yaptigi "bitmeyen gizem" temasini fazla zorlamadi cok sukur [3]; film basladi ve sonuca varip bitti. Takip edecek ek filmlere hala isleyecek konu birakildi.

Filmde tum aktorler iyi performans sergilediler, Heroes'dan gelen yeni Spock, yeni Kirk, Scotty, McCoy hepsi rollerine tam oturmus. Eski hallerine de oldukca benziyorlar! Guvertedeki muhabbetleri, birbirlerine takilmalari (banter) eski havasina oldukca benzemis; film bu acilardan eski dizi gibi eglenceli, iyi vakit gecirtici.

Ilgili bir yazi. Ayrica Star Trek ve Freud, Nimoy

[1] I Am Spock, Nimoy, 1995

[2] Bilim isleri ozellikle Amerika'da Yahudilerin iyi oldugu bir alan olarak bilinir. Bunda dogruluk payi vardir ve tabii ki tarihsel sebepleri var. Pek cok ulkede azinlik olarak yer alan Yahudilerin "tasinabilir bir guc" olusturmak icin bilgi / servis islerine odaklanmislardir. Bu alanlarda basarilari tabii ki takdire sayandir. Alkislamaktan yapacak bir sey yok.

[3] Lost dizisi bunun orneklerinden biri.

[4] Aslinda ulasabilecegi kadar cok genis bir demografiye ulasmasi icin bunu yapmasi mantikliydi; Yaslilar hala o eski Uzay Yolu'nu hatirliyorlar, ayrica o orijinal seri o kadar cok televizyonda tekrarlandi ki (syndicated), gencler de bu takimi cok iyi biliyorlar.

[5] WASP = White (Beyaz) Anglo Sakson Protestan


Wolfram Alfa

Yeni arama motoru Wolfram Alfa kullanıma açıldi. İlk intibalar ne yazık ki söylendiği gibi bir "Google olduren" yeni motor olmadığı yönünde. Daha ileri giden bazıları WA'yı "ise yaramaz ufak bilgiler motoru (useless trivia engine)" olarak tarif ediyorlar. WA hakkında yapılabilecek en iyi yorum, onun mevcut arama teknolojilerine bir "tamamlayıcı (complement)" olarak görmektir. WA'nın geri getirdiği bilgiler yıllardır 100 kadar Wolfram mühendisi tarafından "hazırlanmış (curate)" edilmiş olan bilgiler, bu bazı aramaların niteliğini arttırsa da, muhtemel bulguların sayısında bir azalmaya sebep oluyor. Doğal dil işleyerek arama yapmaya çalışmak ta yeni bir yöntem değil, daha önce Wikia tarafından denendi, üzerine iş modeli kurulacak bir yöntem olmadığı anlaşıldı.

Şimdiye kadar Google Öldüren pek çok balon şişirildi, G. sonuçlarının mükemmel olduğunu söyleyemeyiz, fakat getirdiği belli kalitede ve sayıda sonuçlarla çalışmaya alıştık aynı zamanda. Bir önceki nesil arama teknolojilerinden kesinlikle iyi olduğu şu götürmez. Ayrıca; Google bir arama motoru şirketi olmayı aştı, artık bir reklamcılık şirketi haline geldi. Android ile cep telefon piyasasında, şirket içi kullandığı analitik, depolama teknolojileri de yavaş yavaş dışarı taşmaya başladı (şirketten çıkanlar sayesinde) ve (benim de dahil olduğum) araştırmacılar, mühendisler bu yöntemleri kendi işlerinde uygulamaya başladılar... Çıkan inovasyonun kalitesi oldukca iyi, bunu da belirteyim. Wolfram iş modeli de oldukca eski; orada da bir yenilik yok. Kapalı bir model.


Fast Company makalesi, 2007, Elizabeth Sovoboda

Culliane kullandıkları eğitim tekniklerini ve onu alternatifiyle kıyaslayan bir Bartelsmann araştırmasından bahsediyor: Test edilen tekniklerden biri "ayağa kalkıp ders anlatmak" diğeri ise daha serbest şekilde ders vermek, bol bol dijital yardımcı kullanmak, öğrencileri sürekli derse katılmaya cesaretlendirmek. Culliane şöyle sorar: "Bilin bakalım hangi denek grubu daha başarılı çıktı?". Cevap ilginç: her iki grup iki farklı eğitim tekniği sonunda sorulan sorulardan eşit seviyede başarılı çıkmıştır. Fakat, bu gruplar aynı konulardan bir sene sonra tekrar test edildiğinde, klasik metotla öğretim görenlerin neredeyse hiçbir şey hatırlamadığı gözlenmiş, katılımcı, dijital metotlu eğitimi alanların hem öğretilenleri hatırladığı, hem de o bilgiyi genişlettikleri, detaylandırmaya başladıkları gözlenmiştir. Bir öğretmen hangisini tercih eder? Her öğretmen arkada birşeyler bırakmak, öğrettiklerinin hatırlanmasını istemez mi? Microsoft'un insan kaynaklarında ise almaktan sorumlu birisi, hangi gruptaki çocuğu ise almayı tercih edecektir?

Bu araştırma sonucunun verileri Geleceğin Okulu'nun temel taşını, ve devrimsel potansiyelinin merkezini oluşturur. Bu sebeple Philadelphia eğitim bölgesi ayağa kalk ders anlat yöntemini dinamitlemeye ve sıfırdan başlamaya karar vermiştir. George W. Bush'un kanunlaştırdığı "Geride Çocuk Kalmasın" atılımı altında tek yapılan, çocukları belli standart testlerden iyi notlar almaları için şekillendirmeye uğraşmaktır - ki bu şekillendirme hem öğretim tekniklerine, hem de eyalet bazında verilen testlere yansımıştır. Bu sistem, fabrika usulü eğitimin üstüne atılmış bir boya katmanından ibarettir. Geleceğin Okulu sistematiğine göre bu anlaşılabilir değildir; 3 R eğitimi bir boşlukta öğretmek, hiç uygulama örneği göstermeden pratikliğe hiç önem vermemek birine hiçbir açıklama, eğitimsiz bir golf sopası verip onun Tiger Woods olmasını beklemeye benzer.

Bazılarını rahatsız edecek kadar çok araştırma sonucu bu görüşü desteklemektedir. Üstte tarif edilen Bartelsmann araştırmasına ek olarak 1990'da Vanderbilt Üniversite'sinde yapılan Jasper-Woodbury araştırmasında, önlü yaşlardaki (teenage) çocuklara, onları "disiplinler-arası" düşünmeye zorlayacak gerçek dünya problemleri verilmiştir. (Bir senaryoda doğada yürüyüş yapan biri dağda sakatlanmış bir kartal -kuşu- bulur. Bu bölgeye sadece bir özel uçakla erişilebilmektedir. Çocuklar takımlar halinde çalışarak bu yaralı kuşu kurtarmanın en iyi yolunu bulmaya çalışırlar, verilen sabitler rüzgar hızı, uçağın yakıt kapasitesi gibi değerlerdir). Klasik matematik teknikleriyle eğitilen çocuklara kıyasla Jasper usulü eğitilen çocukların "genel problem çözme" yeteneğinin daha iyi olduğu ölçülmüştür. Diğer bir ölçüt metadolojisi aynı çocukları yaratıcılık testinden tabi tuttuğunda yine diğerlerine kıyasla daha yüksek notlar aldığını görmüştür.

İşte bu araştırmalardan ilham alan Salçıto ve Culliane ve Philadelphia eğitim heyeti eski "kutulardan" oluşan sistemi bir kenara itti ve yerine, konuların daha "üçü açık" başlıkların altında toplandığı bir sistem kurdu. Bazı başlıklar: "Kimliklerimiz nasıl oluşur?", "Amerika kuş gribi hakkında endişelenmeli mi?" gibi başlıklardır ve klasik "disiplinler" bu geniş soruların cevaplanmasında gerektikçe kullanılır. Bunu yaparken sistem, öğrencilerin yazma, hesaplama, ve analitik becerilerinin hepsini, aynı anda egzersiz eder. Ayrıca Microsoft'un eğitim yeterlilik kıstasının tanımladığı daha kariyer merkezli yetenekler de egzersiz edilir, bunlar planlayabilme, organize edebilme, başkalarını motive edebilme, belirsizlik ile başa çıkabilmek, bir takım ortamında çalışabilmek gibi becerilerdir.


Fast Company makalesi, 2007, Elizabeth Sovoboda

Microsoft'un başkanı Bill Gates'in "geleceğin iş gücü için çok endişeliyim" sözünü sarfettiği iyi biliniyor. Şirketin üst kademesi, merkezleri Redmond Washington'da yıllardır baştan aşağı teknolojiyle donanmış bir "eğitim ütopyası" hayal etmekteydi. Bu aslında Microsoft'un diğer yaptıkları düşünülürse mantıklı bir sonraki adımdı; şirketin kampüsünde zaten Geleceğin Evi ve Geleceğin Ofisi sergileniyordu, Geleceğin Okulu bu ambalajlamaya bir ek daha olacaktı. Bu plan, ayrıca, Bill Gates'in teknolojiyi eğitim reformunda "hızlandırıcı bir katalizör" olarak kullanma isteğiyle de uyuşuyordu.

En azından plan, Vallas adında biri bu resme dahil oluncaya kadar böyleydi. Eski Chicago bütçe planlamacısı Vallas, 2002 yılında Philadelphia'daki eğitim bölgesinin (kamusal) sorumluluğunu üstlendiğinden beri bu bölge hiç geçmeyen bir dış ağrısı gibi sürekli onu rahatsız ediyordu. Bölgedeki öğrencilerin sadece yarısı en temel yeterlilik sınavlarını geçebiliyordu, öğrencilerin üçte biri daha mezun olmadan okulu bırakıyordu. Bu negatif rakamları tersine çevirmek için Vallas'ın tutunabileceği tek dal, şirketlerle yapabileceği ortaklıklardı. Vallas şöyle düşünüyordu; iş dünyasında başarı getiren fikirler, sonuç merkezli düşünme, problemleri yaratıcı bir şekilde çözme, bu son derece başarısız eğitim bölgesini kurtarmak için ona yardımcı olamaz mıydı?

Hikayenin gerisi şöyle: O günlerde Microsoft'un eğitim işleriyle sorumlu genel müdürü Anhony Salçıto, Vallas'ın biraraya getirdiği potansiyel şirket ortaklarının davet edildiği bir toplantıda Philadelphia'dadır. Salçıto laf arasında üzerinde düşündükleri Geleceğin Okulu kavramından bahseder. Bunu duyunca Vallas fikrin üstüne derhal balıklama atlar. "Anthony'ye dedim ki, bak, biz de batı Philadelphia'da yeni bir okul inşa ediyoruz, Microsoft, bu okulu kurarken bize vidaşından, dolabına kadar her şeyde yardım etse, okulun herşeyini tasarlasa iyi olmaz mı?". Vallas Salçıto'ya para işini tamamen şehir bütçesinin üstleneceğini özellikle söyledi, onların Microsoft'tan gelmesini umdukları para değil, bilgi ve sorunları çözmek için yaratıcı fikirlerdi. Zamanlamaları bundan daha iyi olamazdı. Salçıto "taslak anlaşmayı yönetim kademesinde yukarı doğru yolladığımda Bill Gates anlaşmayı 1.5 hafta içinde imzalamıştı" diyor. Bu yıldırım hızıyla verilen karar Vallas dahil pek çok kişiyi şaşırtmıştı, fakat Microsoft'un bakış açısıyla bu plan baştan aşağı bir kazan-kazan senaryosuydu... "Microsoft şehrin fakir çocuklarına yardım ediyor" haberi bile, sadece halkla ilişkiler bağlamında verilen çabaya değerdi. Ama şirket bununla da yetinmeyecekti. Salçıto, Culliane, ve onların diğer çalışma arkadaşları Vallas'ın "okulu kurma" sözünü kelimenin tam anlamıyla yorumlamaya karar verdiler, okulun "her şeyini" kuracaklardı. Okulun müfredatından, not verme yöntemine, orada çalışanların eğitimine kadar bu okuldaki sistemin her noktası gözden geçirilecekti. Ayrıca, okulda kullanılan tekniklerin evrenselliğini (tekrarlanabilirliğini) garanti etmek için, okula girecek ilk 170 çocuğun akademik başarılarına göre değil, rasgele çekiliş / kurra ile seçilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca çocukların dörtte üçü okulun kurulmakta olduğu batı Philadelphia bölgesinden gelecekti.

Amerika'nın devlet okul sisteminin işlemediği açıkça bilinen bir gerçek. Bu düzen / kurum aslında oldukça genç bir oluşumdur, Amerikalı çocuklar 1800'lu yılların ortasına kadar ya evlerinde ya da özel okullarda eğitim görmüşlerdir. Sonra Horace Mann gibi reformcular ortaya çıkıp herkesin alabileceği, bedava eğitim fikri için lobi yaptılar. Fakat bu atılım ne yazık ki artık "yanlış gitmiş bir deney" havasında.. Tüm Amerika bazında devlet okullarına giden öğrencilerin sadece üçte ikisi mezun olabiliyor, ve Cleveland, Memphis, Milwaukee gibi şehirlerin fakir bölgelerinde mezuniyet oranları yüzde 50'lerin bile altına düşüyor.

Reformcu Horace Mann, bedava kamu eğitiminin suçu, fakirliği yokedeceğini ve "bilgilenmiş vatandaşlardan" oluşan bir ülkenin inşa edileceğini hayal etmişti. Fakat o zamanki fabrika, işletme sahipleri bu fikri kendi amaçları için kullanmayı tercih ettiler. O zamanki fabrika sahiplerine, yapımı "toplumun vergisiyle" finanse edilen ve sürekli bir şekilde kendilerine "işçi" olarak dönecek insanların üretildiği bir sistem daha çekiciydi. Bu tercih sonunda modern eğitimcilerin "fabrika modeli" diye isimlendirdiği bir müfredat ortaya çıkmıştır. Bu müfredata göre öğrenciler bilgiyi "depolayıp" sonra "geri çıkartmayı", "iş tablosu" doldurmayı öğreniyordu. Çocuklar test edilirken, sadece baz seviyede bir yazma, matematik bilgisi test ediliyordu, ki bu bilgiler onları "montaj bantı müdürü" ya da "montaj bantı işçisi" yapmaya yetecek kadardı. Öğrenme Hakkı adlı kitabın yazarı Stanford profosörü Linda Darling-Hammond'a göre bu "toptan işleme" usulü kurulmuş, tipik olarak büyük sınıf ve interaktif olmayan eğitim modeli, bariz bir şekilde çağ dışı olmasına rağmen hala yaygın olarak kullanılan eğitim sistemidir.


Fast Company makalesi, 2007, Elizabeth Sovoboda

Philadelphia eğitim bakanlığı bürosu ve Microsoft şirketinin ortaklaşa çabası sayesinde hayata geçen "geleceğin lisesi" büyük ilgi altında açıldı. Gazetelerde bu okul hakkında yazılanlar bir Jetsons senaryosunu andırıyordu: İnteraktif tahtalar! Şifresiz kitlenebilen öğrenci dolapları! Her öğrenci için bir laptop! Devlet radyosu NPR okul hakkında "Philadelphia'daki Geleceğin Okulunda Kitaplar 20. Yüzyılda Kaldı" başlığıyla bir yayın hazırlayacaktı ve öğrencilerin üzerinde çip olan akıllı kartları ve Wi-Fi erişimi üzerinde abartılı sözler söylenecekti ve tüm bu teknolojik oyuncakların eğitimi nasıl ilerleteceğinden bahsedip durulacaktı.

Fakat bu haberler hikayenin sadece bir bölümünü anlatıyordu. Hatta, aslında hikayenin en az önemli bölümüne odaklanmışlardı. Geleceğin Okulu projesi eski okul müfredatının üzerine atılmış bir "yüksek teknoloji" sivası değildir. Bu proje eski müfredatın tamamen parçalanması, değiştirilmesi anlamına gelen bir değişikliktir. Yeni sistemde "3 R" ortadan kaybolmuştur [1]; bilim, yazmak, İngilizce, matematik ve geri kalan diğer konular ayrı ayrı "disiplinler" olarak öğretilmemektedir. Bilakis tüm bu araçlar, gerçek dünyadaki bir problemi anlamak için birbiriyle bağlı bir şekilde, aynı anda kullanılan araçlar haline gelmiştir.

Microsoft'un Eğitim Destek bölümü direktörü Mary Culliane'e göre eski "ayağa kalk ders anlat" usülü eğitim artık bir evrim geçirmelidir. Culliane, "Çocukları koca bir et makinasına tıkıyoruz, ondan sonra bu sistem işlemeyince şaşırıp kalıyoruz" diyor. Culliane, ta 1997 yılında New Jersey'de bir Katolik lisesinin teknoloji idarecisiydi, bu okulda her öğrencinin kablosuz erişime sahip bir laptop'a sahip olmasını sağlamıştı ve bu yaptığı "Her Çocuğa Bir Laptop" cümlesi kullanıma girmeden çok önceydi. Şimdi (3 sene sonra) Microsoft'a çalışıyor ve şirketin Geleceğin Okulu atılımının şirketteki baş temsilcisi. Artık Microsoft'un devasa kaynakları da arkasında olduğu için yapmak istediklerini gerçekleştirme yönünde daha da şanslı. Ama Culliane projeyi ifade edişi çok pragmatik aslında: "Microsoft'un eğitime olan ilgisi tamamen şahsi çıkarıyla alakalı" diyor "her geçen gün daha fazla şirket ileride kendilerine gerekecek o beceri sahibi işgücünü bulamayacakları hakkında endişe duymaya başladı; bizde o şirketlerden biriyiz".

[1] 3 R Okuma (Reading), Yazma (Writing), Aritmetik (Arithmetic). Tüm kelimelerin baş harfi R değil ama telafuz sırasında 'r' sesi ön plana çıkıyor. Aslında garabet bir kısaltma bana sorarsanız (aynen temsil ettiği eğitim sistemi gibi).


Yeni Israil basbakani Benjamin Netehyahu ABD'ye yeni (yine) Ortadogu baris atilimi icin bir ziyaret yapti. Bunun arkasinda hangi realpolitik itici kuvvetler var? Bir kere her ne kadar Obama hukumeti "Israil'e yakin" olarak gorunen bir goruntude olsa da, destekleri Bush II zamaninda oldugu gibi "sonsuz" degil. Ek olarak Obama'nin etrafinda, disislerinde Clinton zamaninda calismis pek cok kisi bulunuyor ve bu kisiler acik bir sekilde Netenyahu'ya gicik kapiyorlar. Netenyahu hafiften "okuz" bir karakter, Clinton zamaninda pek cok kisinin ayagina basmis, canini yakmistir. Her ne kadar uluslararasi konjenktur Israil'in "tercih ettigi" bir zaman degilse de, Obama'nin "degisim mesajinin" yaninda gozukmek, ozellikle Netenyahu zamaninda, onlar icin goruntuyu duzeltecek ve fayda getirecek bir zorunluluk haline gelmistir.

Israil genellikle "karsisindaki" Araplarin en zayif oldugu anda baris anlasmasina gitmeyi tercih eder; 90'li yillardaki atilim Araplarin en bolunmus, en zayif oldugu zamanda baslatilmistir. Fakat, bu kazan/kaybet politikasi hicbir yere varamadi. Umariz ki bu yeni caba "PR" goruntusu haricinde fayda getirir, tabii Davutoglu'nun konuda yazdiklarini unutmamak lazim, Filistin'i, Kudus'u ilgilendiren her tartisma tum Islam dunyasini ilgilendirir, bu "netameli" gorev salt Filistinlilerin basina yikilamaz. ABD bu konuda tum Islam dunyasini karar mekanizmasina dahil etmeye ne kadar yanasacaktir, bu gorulecek. Bu istek/isteksizlik ayni zamanda bu cabanin basari/basarisizlik gidisatini da belirleyecektir.

Obama'nin soyleminden Clinton zamanindaki denemelerden ders aldigi goruluyor; aslinda o cabalarin patlamasinin onemli bir sebebi Clinton'un fazla Israil yanlisi olarak gozukmesiydi. Bakalim Obama bu konuda bir duzelme saglayabilecek mi? Ailesinde musluman insanlar olan birinin bu konuda "tarafsizlik" durusunun baslangictan arti hanesinde oldugu barizdir.

Basarilar diliyoruz.