Hafta 44
Hadi Uluengin
Fakat aslına bakarsanız, dünya kamuoyuna ilk kez George W. Bush’un 26 Şubat 2003 tarihli ünlü konuşmasıyla duyurulan bu plan zaten baştan ölü doğmuştu.
Dogru
Fakat ilginctir ki, bu safsataya yelpazenin her bolumunden balik gibi atlayan pek cok dusunur olmustur... Irak Savasi'nin sebebinin tamamen petrol oldugunu anlayamayan bazilari hala duruma uyanmis degiller.
Fehmi Koru
Orhan Pamuk, bir romanına, “Bir kitap okudum hayatım değişti” diye başlar ya, kendi hayatıma şu sıralarda bir çizgi çizmem istense, benim de “Bir cümle sarfettim, hayatım değişti” demem gerekir... Altı-üstü öylesine bir cümleydi benim için
Inandirici degil
Bu cumleyi sarfetmis olma sebebiniz, bizce, tamamiyle ilgi cekme amacliydi. Belki de bu blog'da Gucun Fahisesi olarak hicivlenen kisinin "ilgi cekmek" adli taklit yazisini okumustunuz, ve buradan, ilgi cekmek icin chicken translate tavirlarla "ortada takilmak", ve arada "hafiften donmek" gerektigine kanaat getirmistiniz. Bir nevi bu fahisenin "Islami versiyonu" olmaya talip oldunuz. Ama caba elinizde patladi. Ilgi cektiginiz kesin ama bunu gayet beceriksizce ve tutarsiz bir sekilde yaptiniz (bu operasyonun ne kadar tutarli yapilabilecegi tartisilir tabii)
Rasim Ozan Kutahyali
[..] Cengiz Çandar gibi aslında samimiyetle bu gazetenin yanında olan ama aşamadığı neocon makro-politik mantığı sebebiyle [..]
Candar Amerika neyse o olur
Candar, neo-con'lar iktidarda iken "Irak'a hucum" der, baska bir sey soyleyen iktidara gelince, o denilen baska seyi soyler.. Irak'a petrol icin girildigini bilmeyen saftiriklerden biri kendisi zaten.
"Salak mi acaba?" diye insanin aklina bir soru geliyor, ama belki de bu "kralin etegine takilma" operasyonunu, ABD'de belli cevrelerde "kabul gormek" icin yapiyor. Yani su, bu think-tank'te "takilmak" oralarda "tanidiga sahip olmak" icin, belki de bilincaltisal sekilde, bu sekilde kaypak bir zemine oturtuyor kendisini, ki boylece daha rahat kabul edilecegini zannediyor/biliyor olabilir. Eh bu sayede onun okuyuculari (ki ben kesinlikle bunlardan biri degilim) neler olup bittigini "aktorlerin agzindan" ogrenmis oluyor, guya onlar da bu AC/DC akimindan faydalanmis oluyorlar.
Kendini bu sekilde rasyonalize ediyor olabilir.
Fakat ozetle sunu soylemek gerekir: Candar'in fikirsel durusu onemli degildir. "Aktardiklari", o gunku ABD milli politikasidir.
Etyen Mahcupyan
Bu avantaj bir süredir AKP’nin önünde ve çok da kötü kullanılmış gibi gözükmüyor. Son seçimlerde radikal bir biçimde yükselen oylar, AKP’nin kendi cemaatinin sınırlarını aşabilme yeteneğini ve isteğini ortaya koymakta. AB reformları konusunda gösterilmiş olan isteklilik de bunun göstergelerinden biri... Ancak son dönemde birçok gözlemci bu sürecin durduğunu, AKP’nin ‘kitle partisi’ olmaktan vazgeçerek devlete yanaştığını söylemekte. Başbakan’ın tutumu, söylemi ve davranışları kınanmakla kalmıyor, derin bir hayal kırıklığının yaşandığı da teslim ediliyor.
Oysa burada asıl ilginç olan AKP’nin şimdiye kadarki performansının böylesine kolaylıkla kanıksanması ve bu partinin geçmiş tüm partilere benzeyen tutumunun ise yadırganması. Çünkü asıl ‘garip’ olan AKP gibi bir partinin çevreden ve alttan gelen bir ivmeyle oluşarak, dünya ile entegrasyoncu, dışa açık bir siyaseti sahiplenmesiydi. Modernist beklentiye göre hiç olamayacak olan gerçekleşmiş, taşra muhafazakârlığı kendi içinden yeni bir bireyselleşme üretmiş ve bunu kamusal alana taşımıştı. [..]
Böylece AKP etrafında iki farklı sempatizan tavrı doğdu. Bu parti ile aynı gelenekten gelen ve taşranın siyasi dinamiği içinden bakanlar, AKP’ye ilişkin epeyce alt düzeyde bir beklenti oluşturdular. Hükümetin başörtüsü sorununu çözmeyi denemesini istediler ama çözmesini beklemediler. Kimlikler arası gerilimlerin üzerine gitmesini arzu ettiler ama bunların çok da zorlanamayacağını kabullendiler. [..]
Buna karşılık AKP’ye destek vermiş olan laik aydınlar kimliksel olarak aynı kökten gelmedikleri bu partiye büyük bir misyon atfetti. Aslında bugüne kadarki siyasi çaresizliklerini AKP üzerinden telafi etmeye çalışmaktaydılar. Bu kesimlerin AKP desteği iyi tanımlanmış siyasi önermelerle beslenmiş olsa da, aynı zamanda psikolojikti...
Dogru
Benim "sekerci dukkan onundeki veletler" diye niteledigim kisiler aynen bu aydin tipleridir. Cogunlukla kendine sol diyen seyin mayasinda insa edilmis bu kisi, sosyalist cennetten artik vazgecmis, onun yerine, "hemen ama simdi hemen" olmasi gerekecek demokratik cenneti yerlestirmistir. Yanlis anlasilmasin, liberal demokrasi gunumuzun en optimal duzenidir (en fazlayi elde etmenin en minimal sistemi daha dogrusu), fakat hezeyana da gerek yok. Bu arkadaslara arada sirada Bhavagad Gita okumalarini oneririm. "Kendinizi yaptiginiz isin meyvelerinden soyutlayin". Surec, sonuc kadar onemlidir. Hatta belki de sonuc, surecin ta kendisidir. Gecenlerde gordum bir reklam cok guzel soyluyordu: Havale yapacagim diye havale gecirmeyin.
Hincal Uluc
Şimdi Demokratlarla, Cumhuriyetçiler olarak bölündük. Demokratlar "Halk ne derse, ne isterse o olur" diyorlar.. Cumhuriyetçiler "Halka rağmen halk için" diyor ve bazı değerlerin korunması gerektiğine inanıyorlar.. Gerekirse yasalarla.. Bugüne dek olduğu gibi..
Temel dogru sonuc yanlis
Bir Cumhuriyet, ABD'de oldugu gibi, bir demokraside ortaya cikabilecek "oy coklugu ile alinamayacak haklara (inalienable rights)" sahip olabilir [1]. FAKAT, bunlar bireyin "ezilmemesi" icin ortaya konulmus liberal, bireysel "haklar"dir. Proaktif sekilde kendine dusman gozukenleri onceden "telef etme hakki" degildir.
Mesela siz bir Gestapo Inspekteur olun, karsinizdaki de bir Yahudi. Yahudi "beni sabun yapmayin" diyor, siz "burasi Cumhuriyet, demokrasi degil" diye adamin kafasina vuruyorsunuz. Yaptiginiz tami tamina budur.
Oyle ABD kurulus fikriyatinin dibinde kalmis artiklari totaliter bir ideolojiyle birlestirip piclesmis bir sentez olusturarak insanlarin ezilmesini yuzunuz kizarmadan savunamazsiniz Sn. Uluc.
[1] Burada bir noktaya daha dikkat cekmek gerekir: Uluc Cumhuriyet ve Demokrasi kelimelerinin 200 kusur onceki yaptigi cagrisimlari kullaniyor (ve bunu kasitli, demagoji amacli yapiyor). Sunu belirtmek gerekir ki, zaman gectikce bu iki kavram birbirine yaklasti ve gunumuzde artik Demokrasiler buyuk cogunlukla Cumhuriyetler ile beraber anilir/kullanilir hale geldiler. Birbirlerinin ozelliklerini tasir duruma geldiler. Bir demokrasi, kral/kralice oldugu ve anayasa olmadigi halde bile "alinamaz bireysel haklari" sahip oldu. Cumhuriyet hep bir demokratik secim duzeni kullanir oldu.
Dikkat edilmesi gereken bir husus, saltanat olmadigi halde bazi otarsi ile yonetilen ulkelerin kendilerine Cumhuriyet demesidir; Bu koca bir ambalajlama operasyonudur. Otokrasiyi, kulaga daha hos gelen bir kelime ile saklama cabasidir. Cumhuriyet "temsiliyet" vurgusu tasir ve bunun hicbir sekline izin vermeyen yer Cumhuriyet olamaz. "Mutlulugunu takip etmesine" izin verilmeyen ve "alinamaz haklari alinan" insanlarin ulkesine de Cumhuriyet demek cok zordur.
Gokhan Ozgun
Ben Batı’ya ait olduğumu [..] Türkiye’nin, dahası Müslümanlığın, Batı’nın kültürel, siyasal, tarihî bir parçası olduğuna inanıyorum. Her şeyin bu aidiyetin kabulünden başlaması gerektiğini düşünüyorum. Bu aidiyeti kabul ettikten sonra kafam çalışıyor.
Ilginc
Belli aidiyetlerin ve buna benzer psikolojik pistonlarin kafa calistirmasi/calistirmamasi ile ilgili ilginc bir deney var: Deneyde, lisansustu ogrenci adaylari icin hazirlanmis GRE denen bir testin bir kismi iki grup zenci ogrenciye veriliyor.
Bir grup, sadece, direk testi alip cikiyor. Diger gruba ise teste baslamadan once "irklarinin ne oldugunu" soran bir bilgi formu doldurtturuluyor. Bunun sonucunda bu zihin durumu ile teste giren ikinci gruptaki ogrencilerin test performansi yari yariya dusuyor [1]. Yani on soru yerine bes soru dogru cevaplamis oluyorlar (mesela).
Burada ne oluyor? Testi alanlar kendi irklari ile ilgili negatif onyargilari hatirliyorlar herhalde, ve bilgilerini, yaptiklarini daha fazla supheyle eleyip, gereksiz daha fazla suzgecten gecirmeye basliyorlar (second-guessing) ve performanslari dusuyor. "Mojo" kayboluyor [4].
Ikinci ornek, bilgisayar bilim dalinda arastirmaci bir profosorden. Arastirma sirasinda nasil calistigini anlatirken soyle demis: "Eger bir konuya takilirsam hemen benden buyuk abimin bana 'ben sonucu biliyorum ama sana soylemem' dedigini hayal ederim" demis. Prof'a gore bunu kendine soyledikten sonra genellikle aklina bir cozum geliyormus :) Ilginc degil mi?
Iste iki ornek. Bu konu hakkinda biraz dusunulmeli bence. Ilginc sonuclar cikabilir.
Hadi Uluengin
Öte yandan, kapitalizmin konjonktürel krizleri dahil, Karl Marx'ın yapmış olduğu burjuvazi sermaye tahlillerinde yine kısmi doğruluk payı vardır ama, sonuç tekrar yanlıştır. Ölümünden bir buçuk asır sonra, "vahiy" olarak haber verdiği, kapitalizmin kendi kendini yok edeceği asla savı gerçekleşmemiştir. Daha ötesi, emáresi dahi sezilmemiştir. Aksine, kapitalizm sanayi devrimine bir de teknoloji ve bilişim devrimlerini eklediği ve artı-değer zenginleşmesi daha geniş dağıttığı için, burjuvazi proletarya ikilemi Marx'ın yine kesin addettiği o "antagonik" zıtlaşmaya ulaşmamıştır
Dogru
Cemil Ertem
Şimdiye kadar biriken ama, eskinin kurumları üzerinde var olamayacağı için, atıl duran sermaye, şimdi güçlü bir dalga olarak bütün insanlığı içine alacak bir teknolojik devrim başlatacak. Bu büyük dalga, şimdiye kadar alttan alta gelişen ve artık denetlenemeyen teknolojiyi gerçekten iktidara getirecek. Bu yaklaşım şimdiye kadar birçok bilim insanı tarafından gündeme getirildi; Marx’ın kapitalizmin dinamiklerini, küçük çevrimler (toplumsal sabit sermayenin yenilenmesi) ve sistemin teknolojik temelinin tümüyle yenilenmesinden oluşan büyük krizler olarak görmesini, hem Marx’ı takip edenler hem de diğer okullardan gelen iktisatçılar geliştirmişlerdir. Kondratiev’in uzun dalgaları, Mandel’in Geç Kapitalizm’i ve nihayet Alvin Toffler’in Üçüncü Dalga’sı bu genel tespitten hareket eder
Dogru
Taha Akyol
Her şeyin fiyatını kâra göre piyasanın değil, güya “ihtiyaca göre” devletin belirlediği kumanda ekonomisinde hiçbir şeyin gerçek fiyatı yoktu. 24 milyon kalem mal ve belki bir o kadar hizmet üreten modern bir ekonomide, hepsi birbirinin girdisini oluşturan milyarlarca birimin fiyatını hesaplamak imkânsızdı. [..] Von Mises’in makalesi de fevkalade önemlidir. Liberal iktisatçı Mises, daha 1920’de yayımladığı “Economic Calculation in the Socialist Commonwealth” adlı uzun makalesinde, fiyatların siyasi kararla belirlenmesinin tam böyle bir sonuç vereceğini, sistemin bu yüzden çökeceğini anlatmıştı.
Dogru, ve...
Ayrica Mises'in Sosyalizm adli kitabi burada bitirici darbeyi vuran eser olarak kabul edilebilir. Sosyalist bir ekonominin islemesinin niye imkansiz oldugu bu kitapta acikca belirtilmektedir. Bizim bu kitaptan yaptigimiz alintilar surada bulunabilir. Baska kaynaklardan diger derlemeler surada [2,3].
[1] Blink, Gladwell, M., 2006, sf. 57
[4] Obama'nin baskan olmasi, bu acidan, zenciler icin iyi bir "mojo yukseltici" faktor olabilir. Kendilerine guvenleri yukselir, iclerinden birinin basarili olmasi hepsinin yapabilecegine dair bir inanc asilar.
Emre Akoz
Hindistan gezisine giderken Başbakan Erdoğan, gazetecilerin "YouTube'a girilemiyor" eleştirisi üzerine, "Yoo, ben giriyorum, siz de girin" diyor. Fark şurada: Geçmişte mahkeme bir yasak getirir, siyasetçi de bundan memnun kalır, ellerini ovuşturarak uyulmasını sağlardı. Şimdi ise siyasetçiler, yasağı delmeni yollarını bizzat anlatıyor! Yani tam bir komedi!
Aslında YouTube yasağının, ön kapıdan girişi kocaman bir kilitle engellenmiş ama arka tarafı herkese açık Nasrettin Hoca türbesinden farkı yok. (Eskiden böyleydi ve Nasrettin Hoca'nın esprisine uygundu.) Mahkemeler istedikleri kadar yasaklasın YouTube'a gireceğiz; çünkü böyle bir yasak, internetin ruhuna aykırı. Yine de olayın hiç de komik olmayan bir tarafı var: Siyasetçinin görevlerinden biri de, Meclis'te kanunları değiştirerek, bu tip anlamsız yasakları ortadan kaldırmaktır. Yani mesele, YouTube yasağını delecek yan yollar önermek değil, yasaklamayı imkânsız hale getirmektir. Hindistan "bilişim" ve "internet üzerinden iş yapma" konusunda epey ilerledi. Başbakan Erdoğan'ın Hindistan'dan feyiz almasını ve döner dönmez şu saçma yasağı kaldıracak girişimlerde bulunmasını umalım.
Katiliyorum
Gokhan Ozgun
Özal, Türkiye’de büyük tabuları yıktı. Bugün Türkiye’nin yüzü hâlâ Batı’ya dönükse, bu, Özal sayesindedir. Yoksa mesela, Turgut Sunalp denen asker olmaktan başka bir mesneti ve meziyeti olmayan, şimdi kimsenin nursuz yüzünü ve adını bile hatırlamak istemediği birinin ‘boşluğuna’ çevirecekti yüzünü Türkiye. [..]
Ama putları kıran aynı Özal, ‘benim memurum işini bilir’ diyerek, askerlikten uyanık vatandaşa çıkış yolu temin ederek, devlet yanaşması burjuvaziye pek ilişemeden, ona ne idüğü belirsiz bir ‘becerikli’ burjuvazi ekleyerek, yepyeni bir uyanık vatandaş modeli yaratmıştır.
Bu ‘uyanık muhalif vatandaş’, kimseyi, özellikle hiçbir kurumu karşısına almaz, her şeyin etrafından dolaşır. (Özal’ın kendi gibi, bir nevi bürokrat muhalif tiplemesidir.) Bunun mekanizmaları toplum içinde zamanla kabullenilmiştir. Sınıf atlamaya çalışan Türkiye, yıllardır bu mekanizmalarla ve bu ‘uyanık muhalif’ tiplemesiyle idare etmiştir.
Medyamız bu ‘uyanık muhalif’ tiplemesiyle ağzına kadar doludur. Onlar için vize hakiki bir sorun değildir. Eğitim hakiki bir sorun değildir. Demokrasi hakiki bir sorun değildir. Asker hakiki bir sorun değildir. Hepsinden kaçış için açılmış ‘hakiki’ gizli yeraltı tünelleri mevcuttur. Bunları bilmeyen, kullanamayanlar için, çok üzgündürler. Türkiye güzel, ama yalnız bir ülkedir... Ve hatta, yalnız olduğu için mi, bu kadar güzeldir, yoksa?.. Sorry. Karar vermek çok zor.
Ama artık o gizli geçitlere bütün ‘uyanık muhalifleri’ sığdıramayacak kadar gelişiverdi memleket [..]
Dogru
Bu "etraftan dolasmaciligin" ornegi yukarida goruluyor zaten.. "Benim memurum isini bilir", "benim Internet kullanicim isini bilir".. Arada bir fark yok.
Mumtaz'er Turkone
Daha bugünden şiddetlenen, mahallî seçimlere odaklı AK Parti-DTP rekabeti, tam olarak siyasî bir savaş. "Siyasî savaş", çünkü siyasî amaçlar için bir taraf şiddet araçlarını kullanıyor. DTP, bu seçim rekabetini silahların ve en yaygın biçimiyle şiddetin devreye sokulduğu bir "savaş" olarak yürütüyor. PKK'nın artan eylemleri ve şiddet yüklü kitlesel gösteriler bu durumu anlatıyor. İstanbul'da arabaları yakmaktan Nusaybin'de polisle çatışmaya ve PKK baskınlarına kadar bütün eylemler bu siyasal savaşın bir parçası. Peki işe yarar mı? DTP, artan şiddet sayesinde Güneydoğu'da seçim kazanabilir mi?
[..] DTP'nin bu mahallî seçimlerde Diyarbakır'ı kaybetmesi, PKK için sonun başlangıcı demek. Erken başlayan şiddetin ve tırmanan gerginliğin sebebi bu endişe. PKK'nın farkında olmadığı veya kabul etmesi imkânsız olan gerçek ise şu: Tersinden bakıldığında bu seçimler bölge halkı için PKK otokrasisinden kurtulmanın en kestirme yolu. Şiddet sokaklarda egemenliğini kurabilir, insanları sindirebilir; ama seçim sandığı insanın kendi vicdanı ve en risksiz şekilde özgür iradesi ile baş başa kaldığı yer. DTP, Kürtlerin CHP'si. Siyasal anlamda güçlü, ama toplumsal karşılığı zayıf. Bunca yıllık kanın, öfkenin temsilcisi. Kanın siyasetini yapmakla, kanla siyaset yapmak arasındaki fark, PKK'ya sempati duyanları bile bu seçimde tedirgin edecek.
Dogru
Guneydogu'da "meydan savasi" basladigindan beri bizim Turk fasistlerinin Ergenekonu ile Kurtlerin fasistleri PKK arasindaki paralellikleri dusunuyorum. Aynen bizdeki "bindirme kitalarin" etrafta asiriliklar yaparak oy toplamayi umduklari gibi, PKK da teror yaratip oy toplamayi umuyor olabilir... O zaman, Ergenekoncularin "piyesinin" geri tepmesi gibi Kurt vatandaslarimiz tarafindan onlarin kurgulari sandikta geri puskurtulebilir mi? Bence hic kimse oyu icin kendine kabadayilik yapilsin istemez. Umariz ki Kurt vatandaslarimiz bu oyunu gorup tavirlarini alirlar.
Engin Ardic
Hillary’nin en büyük rakibi Barack Obama’nın da göbek adı Hüseyin... Düzeltiyorum: Göbek adı Barack, asıl adı Hüseyin. Kıl kapılmasın diye tersini kullanmaya çalışıyor. Onun da kampüs ya da bazı Hollywood “mahfilleri” dışında hiçbir ağırlığı yok. [..] Adı Hüseyin olan biri Amerika’ya başkan seçilsin, çıkar Taksim Meydanı’nda anırırım.
Eh Buyrun Bakalim
Sayin Ardic: Dort dortluk dusunce adami olma yolunda en buyuk handikaplarinizdan biri, bosbogazli olmak, ve ne bilmedigini bilmemektir... Bu engellerle cok sIkI bir sekilde bogusmaniz gerekiyor.
Secerenize baktim, Saint Taşşaque liselerinin birinden mezun olmussunuz. Bu tur egitimi cok kucuk yasta aldiysaniz, hayat boyu belinizi dogrultamayabilirsiniz. Bu maca 2-0 yenik baslamissiniz demektir. Cok disiplinli bir sekilde bilmeden konusmaktan uzak durmaniz gerekiyor. Potansiyeliniz var, bosbogaz gevezelikleriniz onunuzdeki en ciddi handikap.
Emre Akoz
Liberal Düşünce Topluluğu 2008 Kongresi'nden bir izlenim daha. Paneli izleyen bir arkadaş sordu: "Liberal bildiğimiz köşe yazarları, bazı konularda tam tersi fikirler ileri sürerek bizi şaşırtıyor. Bu nasıl oluyor? "
-
Bir kere Türkiye'de liberal çok az. Zaten o köşe yazarlarının ve entelektüellerin çoğu kendini "liberal" olarak tanımlamaz. Karşı safta yer alanlar (ulusalcılar, milliyetçiler, vs.) onlara bu adı taktı. Türkiye'de "Avrupa Birliğini, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü " savunmanın adı liberallik oldu. Halbuki mesela bir sosyal demokrat da bunları savunur. Ancak o değerlerden yan çizen CHP'ye "sosyal demokrat" denilince acayip bir kavram kargaşası çıkıyor ortaya.
-
Bizde liberal fikir ve değerler mesela üniversitelerde doğru dürüst öğretilmez. "Siyasi ve ekonomik doktrinler" türü derslerde şöyle bir okutulup geçilir. İlk ve lise öğretimi ise bu açıdan tam bir çöldür. (Nereden çıktı şu " Birey devletten önemlidir" lafı!) Öğrencilere 1933'ten beri "Varlığım, Türk varlığına armağan olsun " diye yemin ettirilmiyor mu?
-
İmkân olsa da entelektüellerin evlerine gidip kitaplıklarına baksanız: Liberal düşünceyi işleyen pek az kitap bulursunuz. Devletçiliği karşı çıkanlar dahi liberalizm konusunda pek okumaz. " Kolektivist " fikirler iliklerimize işlemiştir.
-
Toplumsal taban açısından bakıldığında da liberal fikirler öksüzdür bu ülkede. İstanbul'da yoğunlaşan Türk burjuvazisi, bir "sınıf " olarak liberal düşünceye yüz vermez; gözleri kulakları hâlâ Ankara'dadır. Zaten kriz çıktı mı, "Devlet bizi kurtarsın " diyenlerden başka ne beklenir?
-
Siyasiler bile tutarlı olamıyor bu konuda. Liberal Demokrat Parti yöneticileri ziyaretime gelmişti. Şöyle dediler:
"Hazine yüzde 7 ve üstü oy alan partilere yardım yapıyor. Daha az oy alan partiler bir araya getirilsin. Toplam oyları kadar yardım yapılsın. Sonra bu küçük partiler o parayı aralarında bölüşsün." Bence devletin siyasi partilere para vermesi zaten bir skandaldır. Liberal bir partinin bunu kaldırmayı amaçlamak yerine pay istemesi daha da beter. İşte böyle bir sistem ve kültürde ancak bu kadar liberal olunabiliyor.
Dogru
... soze ne denir.
Ahmet Altan
Atatürk bir diktatördü. Bunu kendisi bizzat Fethi Okyar’a da söylemişti. Katı bir adamdı. Muhaliflerine karşı çok sertti. Çok ihtiraslıydı. [..] iyi bir örgütçü, dengeleri her zaman çok iyi gözeten yetenekli bir politikacıydı. Kendi ilkeleri yoktu, duruma göre görüşlerini değiştirirdi, pragmatikti [bu pek iyi bir sey degil, ama en azindan yanlis ilkelere sahip olmaktan daha iyi -UDG-] Kendine ait bir kuramı, derinliğine kapsamlı bir fikir sistemi bulunmuyordu. “Bu, Mustafa Kemal’in kendi fikriydi, daha önce hiç söylenmemişti” diyebileceğiniz tek bir fikir bile bulamazsınız zaten.
Batılı bir hayat tarzını Türkiye’ye getirmek isterdi. Ve o Batılı ülkeyi de kendisinin yönetmesini isterdi. Bir asker olduğu için “emirlere” inanırdı. Klasik Batı müziğini bile Türk köylüsüne emirle sevdirebileceğini sanmıştı. Denemişti. Bunu “iyi niyetli” bir şekilde yapmıştı, çünkü Sofya’da, Selanik’te, Berin’de gördüğü hayatın Türkiye’de de yaşanmasını istiyordu. Sadece o hayatın nasıl şekillendiğini, hangi aşamalardan geçilerek o noktaya gelindiğini bilmiyordu. Zorla şapka giydirip, zorla müzik dinleterek Batılı bir toplum yaratabileceğini sanıyordu. Yaratılamazdı, yaratamadı.
Ama Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi örgütledi, cumhuriyeti kurdu. Liderliği ile ülkenin önemli bir dönemeçten geçmesini sağladı. Bu gerçek değişmez.
Atatürk’ün zaafları bulunan bir insan olduğu gerçeği de değişmez. Onun kurduğu cumhuriyetin hâlâ demokratikleşemediği gerçeği de değişmez. Zaten gerçekleri değiştirmeye değil, o gerçekleri görmeye ihtiyacımız var. O gerçekler görüldüğü zaman Atatürk’ün ne değeri eksilir ne de değeri artar, sadece onun arkasına saklananların asıl yüzü ve amaçları ortaya çıkar. Esas korktukları da bu, onun için bu kadar saçmalıyorlar zaten.
Dogru
Cemil Ertem
ABD’de ikinci kurtarma paketinin, en az Bush’un paketi kadar büyük olacağı, ancak, bu paketin finans kesiminin ve bankaların aktiflerindeki işe yaramaz kâğıtları satın almak yerine orta sınıfa yöneleceği anlaşıldı. Bu kriz süreci, güç dengesini kendi lehine çevirmek isteyen kesimlerin-sınıfların derin, kapsamlı mücadelesine de sahne olacak.
Kurtarma paketleri bu mücadelenin yansıması olarak karşımızda.
Devlet hazineleri ellerindeki kaynakları kim için, nasıl kullanacaklarına biraz da bu sınıf mücadelesinin seyri doğrultusunda karar verecekler. Bush ve Obama paketleri arasındaki fark bu anlamda bir bakış açısı farklılığı olduğu kadar kriz sonrası hâkim sermeyenin bileşiminin ipuçlarını da veriyor. İleri teknoloji üreten ve kontrol eden sanayileri öne çıkartacak olan Obama dönemi, buna uygun bir çıkış paketini yakında açıklayacak.
Dogru
Hatta; eger komplo teorisyeni olsaydim, derdim ki, sanayi/militer orgutunun karanlik uyeleri yeni baskan "onlardan" olmayacagi icin, Bush gitmeye yakin bir kriz tetiklediler, kurtarma paketleri, vs. derken giderayak parayi kendi adamlarina "aktarmak" istiyorlar. Genclerin tabiriyle "Indra Gandi yapacaklar". Ama komplo teorisyeni degilim, o yuzden bunu soylemeyecegim.
CE
Türkiye’de ise işçi sendikaları ve sol şimdiye kadar uygulanan ve Washington Uzlaşısı kaynaklı [..] politikalara alternatif iktisat politikası çerçevesi öneremedi.
Çünkü artık “eski” sendikal anlayışlar geçerli değil. Bu sendikaların –ister sağ tarafta ister sol tarafta olsunlar- mücadele anlayışları ve örgütlenme modelleri hem bu krizi hem de kriz sonrasını kapsayacak, omuzlayacak nitelikte değil. “Bu krizin maliyetini üstlenmeyeceğiz”le başlayan açıklamalar da her zamanki bıktırıcı hamaset metinleri olarak karşımızda.
Katiliyorum
Dunyada ve Turkiye'de hala sendikalardan "degisim" bekleyen saf insanlar var. Sendikalar, "sistem ici" bir kapismanin taraflarindan birini temsil ediyorlar. Endustriyel bir ekonomide dogal olarak ortaya cikan entegrator elit tabakasinin ekonomiyi hep kendine yontmasina karsi, topluca calisanlarin haklarini aramalarinin bir yoluydu sendikalar... Tabii bunu goren elit tabakasi hemmen bu insanlarin icinden sectigi "sendika lideri" kimligindeki basta olanlari icine dahil etti, ve bu akimi kendi icinde eritti. Bugunku halleriyle sendikalar, nerede olursa olsun, artik sistemin bir parcasidir.
Halbuki yeni buyumeye baslayan beyaz yakali yeni calisanlarin ekonomisi, sistem ici bir kapismayi degil, sistem disi bir meydan okumayi temsil ediyor. Bu iki "dalganin" uyelerinin sistemden cok farkli beklentileri var. Bunlar olurken, eski sistemin "taraflari" her gun kan kaybetmekte.. ABD'de (ki gidecegimiz yer orasidir) bir semsiye sendika orgutu olan AFL-CIO uye sayisi her yil, surekli azalmaktadir. Bu da politik baglamda bir guc kaybi anlamina gelmektedir. Bu devam edecektir.
VOA News
Korsanlar Somali sularinda yeni bir gemi kacirdi. Bu gemi Yemen'li.
Bu Yeni Bir Ortacag
Bu son kacirma olaylari bana hep Parag Khanna'nin sozlerini hatirlatiyor: "[Gunumuzu tarif etmek icin] yeni duzen yerine "Yeni Ortacag" kelimeleri aslinda daha uygundur, cunku aynen Ortacag'da oldugu gibi bugunde sadece ulkelerin degil, imparatorluklarin, cokuluslu sirketlerin, dini akincilarin/sefercilerin (crusaders), devletten bagimsiz aktivistlerin ve mega-hayirseverlerin cirit attigi bir dunyada yasamaktayiz, ve bu aktorler, kompleks bir matriksi andiran 21. yuzyil guc dinamiginin her katmaninda boy gostermektedirler".
Bu listeye bir de "korsanlar"'i ekleyinca tam Ortacag oluyor iste. Korsanlar! Telafuzu bile insana komik geliyor...
Can Dundar
Asıl mücadele ne Yunanlılara ne asi Kürtlere ne de gericilere karşı veriliyor. Atatürk’ün asıl mücadelesi, "İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi." [..] Üstelik yapmaya çalıştığı çok özel bir şey, sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı ilgilendiriyor. Bütün insanlığı dönüştürebilecek bir şeyden söz ediyor.
Daha neler
Atif yapilan sozde Dundar'in zannetigi kadar bir derinlik yok. Felsefe, siyasetbilim gibi konular Kemal'in uzmanligi degildi ve bu konularda cagina gore averaj bir dusunur sinifdandaydi. Problem, bu konudaki dunya literaturunu bilmeyen kapali beyinlerin (Dundar gibi) onemli olmayani onemli gibi gostermeye calismasidir.
Iktidari gokyuzunden yeryuzune indirmenin pek cok yolu vardir Sn. Dundar; Diktatorluk te bu yollardan biridir. Neymis yani? Demek ki onemli zannettiginiz ayrac, soz, onemli degilmis. Bu konularda daha derinlikli bir soz, mesela, bir iktidarin "insanlarin degil, kanunlarin iktidari" oldugunu soyleyebilmektir, ki bu soz ABD kurucu babalarindan John Adams tarafindan soylenmistir.
5N1K Programinda Bir Konuk
[mealen] Dis basinda Ataturk icin "diktator" deniyor fakat diktatorluk o zaman icin Avrupa'da olan bir sey.
Ee Yani?
Yamyamlik ta Afrika'da olan bir seydi. Hatta bir zaman bir yamyam lider oteki hakkinda "iyi yamyamdir" demis olabilirdi. Aradan 1000 yil gecip donup bakinca "ama o zaman yamyamlik varmis" diyerek bunu da mi savunacagiz? Bu ne sacma sapan savunma?
200 kusur sene once ABD kurulurken etrafta dogru durust cumhuriyet yoktu ama bu kurucular duzgun isleyen bir cumhuriyet kurabildiler [1]. Uzulerek tekrar soylemek zorundayim: Kurucularimizin entellektuel birikimi saglam degildir. John Adams, Jefferson gibi babalar zamanlarinin politik eserlerini bastan sona hatim etmislerdi, bu herifler konuyu takip ede ede eski Yunan'a kadar gitmislerdi ve bu eserleri ORIJINAL ESKI YUNANCA DILINDE okuyabiliyorlardi. Turkce nasil deniyor? BORU DEGIL.
Dogal olarak bu adamlarin yazdigi anayasa cok ufak degisiklikler ile 200 kusur sene dayanmistir, yapilan degisiklikler ise her zaman ozgurlukleri GENISLETMEK icin yapilmistir. Ulkemizde ise yasa kurucusunu ve zamanini asamamis, bir dolu darbe, krizden sonra hala takip edilemeyen bir kanunlar silsillesinin miras oldugu bir garip durum mevcuttur. Zaten "lider kultunun" one cikarilmasinin sebebi, yazili haldeki kanunlarin fikirsel kitligidir. Kanun ile gercek durum arasindaki ucurum, "tapinma" ile kapatilmaya ugrasilmaktadir.
Ustune ustluk, uretim metodunun degismesi ile ABD anayasasi bile artik yetersiz kalacaktir, fakat en azindan degisim surecini idare edebiliyorlar. Burada o da yok.
Ahmet Kek
Bunlar Kemalist değil, Enverist
Kurtarma Operasyonu
Bosuna ugrasiyorsunuz.
Hadi Uluengin
FAKAT, bu satırlar yazarı da dahil, yukarıdaki "aydınlanma"nın ve "modernite"nin çocuğu olan [..]
Modernite Gericiliktir
Sizin de secerinizde Saint Taşşaque mezunlugu varmis Sn. Uluengin. "Modernciliginiz" buradan ileri geliyor herhalde.
Modernite, standardizasyon, senkronizasyon, merkezilesme, uzmanlasma, maksimizasyon gibi konularin hepsini iceren endustriyellesme ideolojisinin bir diger adidir.
- yuzyil itibariyle gericiliktir.
Postmodernizm bilim dusmanligi icerir, bundan da uzak durulmasi gerekir.
Emre Akoz
Bize de ilkokulda aynı gerekçeyle anlatılmıştı dildeki sadeleşme hareketi: 'Üçgen'e 'müselles', 'eşittir'e 'müsavidir' demek zorunda kalacakmışız ama son anda kurtarılmışız. Uzun yıllar ben de öyle düşünmüştüm. Ancak zamanla böyle bir gerekçelendirmenin anlamsız olduğunu kavradım. İngilizcede üçgene 'triangle' (okunuşu: 'trayengıl') deniyor. Ağzından ha 'üçgen' sesi dökülmüş, ha 'trayengıl', ha 'müselles'. Ne fark var? Yok. Sadece aynı nesneye gönderme yapan ama farklı kültürlere, dillere ait sesler bunlar. Yani 'müselles'in yerine 'üçgen' demeye başladığın için matematiği daha iyi öğrenmiyorsun.
Dogru
Vecdi Gonul
Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?
???
Su anda Guneydogu'da, Istanbul'da Kurt asilli vatandaslarimiz var. O zaman biz Gonul'un tarif ettigi "milli devlete" hala kavusamamis mi oluyoruz? Ne soylemeye ugrasiyor anlamadim. Sacma sapan bir cikis. Bazi olaylar hakkinda "iyi olmus" havasi yaratmanin haricinde baska bir ise yaramamis, ve galiba, soylenis amaci da buydu.
[1] Ah bu arada, ABD ilk kuruldugunda demokraksi degildir, ama bolgelerin secilmis temsilcilerine "kelleniz ucar" gibi sozun soylendigi katiyen vaki degildir. O temsilcilerin kim olacagina karisilmazdi. O temsilcilerin kimi baskan secilecegini de karisilmazdi. Bu muthis bir politik yaris ortaya cikarmistir, ki yaris, iyi bir seydir.
Mahir Kaynak
Teşkilat içerisinde, aktif faaliyetlerde bulunmayı, tıpkı MOSSAD gibi birtakım eylemler yapılmasını isteyen gruplar var. Oysa istihbaratın hem görevi o değildir, hem böyle bir kullanış yanlıştır. [..] Mesela CIA birini bertaraf etmek istiyorsa, hiçbir zaman CIA elemanı kullanmaz, aracı kullanır.
Yanlis
CIA'nin icinde operasyon kabiliyeti olan paramiliter gruplar vardir. Bu kisiler HUMINT (insanlardan toplanan istihbarat) islerine de bakan DOO'ya (director of operations) baglidirlar. Bunlar acik kaynaklardan ogrenebileceginiz seyler.
Asaf Savas Akat
Dikkat edilirse, Mundell’in savunduğu görüşün tipik örneği eurodur. Avrupa Para Birliği onun savunduğu fikirlerin başarılı bir uygulamasıdır. Dolayısı ile Mundell benzer para birliklerinin oluşturulması gerektiğini söyledi.
Herkes bu fikre katilmiyor
Stiglitz'in her gorusune katilmam, mesela az regulasyonlu, liberize edilmis ekonominin islemedigi hakkindaki gorusune - ABD'deki mevcut sistem tam kapitalizm degildi (Stiglitz de buna benzer laflar geveliyor bazen ama, gidip geliyor, bir oyle bir boyle); Fakat rezerv sistemi konusunda bazi iyi seyler soyluyor. Mesela Making Globalization Work adli kitabinda Mundell'in soyledigi az sayida ve daha genis alana hitap eden para birim birim sistemlerine karsi cikiyor. Ozeti surada bulunabilir. Ona gore, eger az sayida buyuk rezervler olursa, millet bir paradan otekine habire kosup duracaktir, bu cok fazla volatilite demek olacaktir.
Gunumuzdeki sistemin kotu tarafi ise sudur: Stiglitz'e gore, dolar, global bir para birimi oldugu icin her ulke tarafindan kotu gunlerde korunma elde etmek icin ve ayrica yerel para birimini stabillestirmek icin mecburen rezerv olarak tutulmaktadir. Bu, atil duran ve baska bir sey icin harcanamayan bir paradir ve bu paranin tutulmasi ayni zamanda "ayni sepete koyulmus yumurta" anlamina gelmektedir. Risk dagitilmis degildir.
Stiglitz'in fikri, yeni bir "global rezerv bankasi" yaratmak, ve her ulkenin GDP'sine orandaki parayi "kendi para biriminde" bu bankaya yatirmasidir. Bu paranin toplami, kriz durumunda herhangi bir ulkeye yardim edebilecek bir fon gorevini de gorecektir. Ayrica bu fon, hem tutulan paralardan hem de bu paralarin uye ulkelere donup borc verilmesinden (IMF'nin yaptigi gibi) kendi uyelerine faiz getirisi de saglayacaktir. Surada anlatiliyor.
Bu iyi bir fikir bence.
Ayrica, dikkat edelim, iki Nobel odullu ekonomistin tamamen zit seyler soyledigini goruyoruz. Niye? Cunku ekonomi basi sonu belli olan degil, "uc nokta (extremistan)" olaylarin oldugu gayri-lineer hareketlerin dondugu bir ortamdir.
ASA
Dalgalı kurun dünya para sisteminde yarattığı zafiyetler nasıl çözülebilir? Son krizi gördükten sonra acaba altın standardına geri dönülmesini mi önerecek diye merak ediyordum.
Bu iyi olmaz
Ekonomide Avusturya Okulunun cogu fikrini takip etmemize ragmen, altin standarti fikrine katilmiyoruz. Para, eger dolasimda olan "degerin" bir temsili ise, ama bahsedilen ekonomi sınırlı kaynaklarin sınırlı sekilde islenebildigi sınırlı bir ekonomi (yani endustriyel) ise, kendisi de sınırlı bir kaynak olan altin iyi bir standart olabilir. Fakat mevzubahis olan bilgi/servis ekonomisisi ise, bu tur ekonominin buyumesinde sınır yoktur, bu yuzden boyle bir ekonomide dolasimda olan degerin sınırlı bir kaynak olan altin ile temsil edilmesi dogru olmazdi.
Ahmet Altan
İttihatçılar insafsız bir soykırım gerçekleştirdiler.
Fiilen dogru, diplomatik olarak kabul edilemez
Bu konu hakkinda yanda paylastigimiz kaynaklara bakarsaniz [1,2,3] (ki bunlar sirasiyla Ilber Ortayli, Halil Berktay, Hrant Dink - bir karsi, iki destekci), hepsinin ortak noktasinin "devletin soykirimi kabullenmemesi" noktasi oldugunu gorursunuz. Ittihatcilarin yaptiklari bir rezalettir. Yasanan bir bolgesel savastir, kayiplar iki taraflidir, ve Ermenilerin kayiplari daha fazladir [2].
Simdi isin diplomatik tarafina gelelim: Eger milletlerarasi camiada soykirim kelimesini kabul ederseniz, ve bunu devlet agziyla yaparsaniz, sadece bu eylemi gerceklestiren X zamanindaki Y "insan grubu", yani "bir takim kaka insanlar" suclu degildir. Bu durumun kabulu soyunuzu sopunuzu, tum KULTURUNUZU zan altinda birakir [1]. Nazilerin yaptigi Yahudi soykirimindan sadece Naziler degil, tum Protestanlik dini sucludur. Zan zinciri gide gide Luther'e kadar dayanir. 500 senelik bir zamandan bahsediyoruz.
Bu sebeple benim durusum, aci olaylari, Ittihatcilarin katliamini tanimak, bolgesel savasa vurgu yapmak ve disari donuk konusmalarda "soykirim" kelimesinden kacinmaktir. Berktay, Dink ve Ortayli ayrica dis ulke meclislerinin Ermeni Soykirim Kanunlari gecirmemesi noktasinda da birlesiyorlar.
Ileride birisi diplomatik dili degistirirse, konjektur, vs. yerinden oynarsa, durumlar degisebilir. "Tarihciler halletsin" sozunde hemfikirim. Ayrica stratejik olarak Turkiye kacar gorunmemelidir, ve gorunmuyor zaten. Mevcut yaklasim dogrudur.
[1] Bu kultur, bu arada, sadece "Turkler"'den ibaret degildir. Kultur bu topragin kulturu olarak tum Turkiyelileri kapsayacaktir.
[2] Yanliz Turk kaybinin daha az olmasinin arkasindaki sebep, Turk nufusun koylere daginik olmasi ve Ermeni cetelerinin bu daginik yapida tahribat yapma sansinin daha sinirli olmasidir. Yoksa hic suphe olmasin ki bu tahribati yapacak niyet (intent) Ermeni tarafinda da vardir. Sadece elinde bunu etkili yapabilecek mekanizma yoktur.
Gulay Gokturk
Evet, 12 Eylül Anayasası ortadayken bu ülkede doğru dürüst bir demokrasi kurmanın imkanı olmadığında büyük çoğunlukla hemfikiriz. Bu anayasanın mayasının kötü olduğu, dolayısıyla orasından burasından düzeltmeye kalkmanın yetmeyeceği, toptan ve farklı bir zihniyetle yepyeni bir anayasa yapmamız gerektiği konusunda da hemfikiriz.
Ama acaba gün bugün müdür? Bence bu sorunun cevabını geçtiğimiz aylarda Özbudun Taslağı'nın ortaya çıkışından sonra yaşadığımız tartışmaları ve türban konusunda yapılan anayasa değişikliğinin uğradığı akıbeti hatırlayarak vermemiz gerekir.
Birçok insan, Özbudun Taslağı'nın başarısızlıkla sonuçlanmasını içine "sızdırılan" türban serbestisi maddelerine bağladı. Oysa, uzlaşmaz cepheleşme daha en başından, başlangıç bölümündeki Atatürk milliyetçiliğini anayasa hükmü haline getiren maddenin değiştirilmek istenmesinden başlamış ve anayasanın iskeletini oluşturan bütün temel meselelerde sürmüştü.
O tartışma sadece belli maddelerde değil, yeni yapacağımız anayasanın ruhunda anlaşamadığımızı ortaya koydu. Ardından gelen türban değişikliği iptali ise bize eski paradigmanın savunucularının icabında beğenmediğimiz o 12 Eylül Anayasası'nı bile ihlal ederek, Meclis'i işlevsiz kılmayı bile göze alarak değişimi engellemeye kararlı olduklarını gösterdi.
O günden bu güne güçler dengesinde hiçbir değişiklik olmamışken, [..] aynı denemeyi bir kez daha yapmak kendi kendini yenilgiye mahkum etmek değilse nedir? Ve yeni bir yenilgi toplumun moralini bozmaktan, değişim umudunu yıpratmaktan başka ne işe yarar? Bugün geldiğimiz noktada şu soruyu tekrar sormalı ve gerçekçi bir cevap aramalıyız: Askeri vesayeti anayasa değişikliği yoluyla mı gerileteceğiz, yoksa askeri vesayeti belli oranda gerilettikten sonra mı Anayasa değişikliği yapacağız? Bence yaşadığımız son deneme birinci yolun çıkmaz olduğunu gösterdi.
O yüzden diyorum ki, yeni deneme, ancak güçler dengesi değiştiği, yeni bir güçler dengesi oluştuğu zaman yapılmalıdır. Güçler dengesinin değişmesi ise ancak, toplumun daha geniş bir kesiminin sivilleşme ve demokratikleşme isteyen cepheye aktif destek vermesi ile olur. Peki bu nasıl sağlanır? Daha küçük ama kazanılması daha mümkün mücadeleler içinde güç toplayarak...
Mantikli
Alper Gormus
[..] böyle bir ülkede “muhalif mizah”tan söz etmekle, “normal” bir ülkede “muhalif mizah”tan söz etmenin aynı şey olmadığı açıktır. Muhalif mizah biz sıradan insanların hayatlarıyla ilgili tasarruf hakkına sahip olan iktidar sahiplerini hedef alır. Eh, “normal” ülkelerde asıl iktidar sahipleri hükümetler olduğuna göre, oralarda yapılan ve hükümetleri hedef alan bir mizahın da kendisine “muhalif” demesinde hiçbir gariplik yoktur.
Fakat Türkiye gibi bir ülkeden söz ediyorsak, mizahçılar kendilerini “normal” bir ülkenin mizahçıları olarak göremezler, görmemelidirler. Burada, hakiki bir muhalif mizah, “siyasi iktidar”la birlikte “devlet iktidarı”nı ve onun ideolojisini de gırgıra almaktan geçer. Yoksa, çekiver kuyruğunu, gitsin...
Dogru
Bizim de aslinda "hiciv" bolumunu baslatmamizin sebeplerinden biri buydu. Ama ben yine de bu dergileri arada bir kolacan ediyorum: Gecende fena olmayan bir karikatur gordum. Dindar birini cizmisler, sokakta etrafinda bir suru insan var, ve adam korku icinde bagiriyor: "I see laik people!". :) Simdi burada Sixth Sense filmine bir atif var, fena bir espri degil. Komik. Fakat bu tur hiciv digerlerine oranda azinlikta. Problem burada zaten.
Zafer Toprak
Evet. Ben daha doğrusunu söyleyeyim size. Cumhuriyet Türkiyesi, Fransa’daki Üçüncü Cumhuriyet’in bir tür replikasıdır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin düşünce dağarcığı tamamen Üçüncü Cumhuriyet’tir. Ayrıca Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyeti’nin radikal partisiyle Cumhuriyet Halk Partisi arasında çok yakın bir bağ vardır. Bu nedenle bizim laikliğimiz de Üçüncü Cumhuriyet’ten gelmiştir. Fransa’da bu dönem 1870’ten başlar İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam eder.
Dogru
Ben bir adim daha ileri gidecegim; Ilhamin tamamen Fransa'dan alindigini ama Turkiye'de kurulan seyin Cumhuriyet olarak etiketlenmesinin bile supheli olabilecegi ihtimalidir bu. Cumhuriyet, bolgesel temsilcilerin kanun yapabilmelerini ve baskan secebilmelerini ongorur. Peki Turkiye'de 1923-38 sirasinda, ve hatta sonrasinda, bunun oldugunu soyleyebilir miyiz? Bolgesel temsilciler ne kadar merkezden "bagimsiz" olarak secilebiliyorlardi?
Bunlarin olmadigi bir rejime Cumhuriyet demek ne kadar dogrudur?
Etyen Mahcupyan
Ne var ki AKP’nin yaklaşan seçimler arifesinde taktiksel bir esneklik uğruna siyaseten pasifize olmayı kabullendiğine ve devlete yaklaşarak muhalefeti söylemsiz bırakmaya çalıştığına tanık oluyoruz. [..] Bugün AB reformları durmuşsa, bunun nedeni AKP’nin kendini güçlü hissederek ‘aslına’ dönmesi değil... Tam aksine kendini güçsüz hissettiği ölçüde AKP’nin ancak devlete yaslanarak seçim virajını alabileceği değerlendirmesini yapması. Kısacası hükümet beceremeyeceği girişimlere başlamaktan çekiniyor, başarısız olmaktan korkuyor ve bunları seçim sonrasına erteliyor. Öte yandan devletçi söylem üzerinden muhalefeti sıkıştırmanın akabinde, hükümetin Kürt ve Alevi taleplerine ilişkin olarak çok daha yumuşak bir tavır göstermesi kimseyi şaşırtmamalı. Böyle bir açılımın inandırıcılığı çok fazla olmamakla birlikte, unutmamak gerek ki diğer partilerin neredeyse faşizan ideolojileri yanında AKP’nin fazlasıyla pragmatist tavrının yine de seçmen nezdinde çekiciliği olacaktır.
İkinci AKP döneminin siyasi analizi, bu partinin kendini ve misyonunu algılama biçimine ‘içerden’ bakmayı şart kılıyor. Çünkü karşımızda sıradan bir ‘sağ’ iktidar yok... AKP’nin temel hedefi Türkiye siyasetinde başat konumunu muhafaza etmek ve ayakta kalabilmek. Yapılması gerekenler ikincil... Diğer bir deyişle bu parti belirli reformlar uğruna kendi bekasını riske atacak hiçbir adımı atma niyetinde olmadığı gibi, bu durum kendi seçmeni tarafından da dikkate alınıyor. [..]
Bu nedenle Erdoğan seçmenine şimdilik ‘sabır’ öneriyor. İlk hedef kazasız belasız seçimleri geçmek ve Türkiye’nin meselelerine çözüm getirebilecek tek partinin AKP olduğunu kesin bir biçimde kanıtlamak. Ancak bu gücü bulduktan sonra reformlara yeniden dönülecek ama o sürecin de partiyi riske atan bir sürate sahip olmayacağı açık...
AKP’yi eleştirmek kolay... Eleştirenler haksız da değil... Ama itiraf etmek gerek ki, alternatif bir siyasi hareket üretmeyen bir toplumun ve özellikle laik kesimin AKP eleştirisi epeyce naif kaçıyor. Çünkü hükümetin psikolojisini anlamadan siyasetini anlamak pek mümkün değil.
Dogru
Burada "sol mayali" "cilgin demokratlarin" iki problemi var. Birincisi, bir adim geri atarak genel resmi degil, cok sık frekansta aldiklari bilgilere gore anlik tepkiler vermeleri, ve analizleri bu sebeple sacmaliyor. Sanildiginin aksine, bir konuda daha fazla veri her zaman daha saglikli kararlara yok acmiyor.
Bununla ilgili bir deney bile yapildi. Deneyde iki denek grubu var. Her iki gruba goruntusu bulandirilmis bir musluk resmi gosteriliyor. Sonra, resimler yavas yavas duzeltilerek gosterilmeye baslaniyor, fakat, bir gruba daha sık araliklarla ve daha fazla resim gosteriliyor, diger grup daha genis aralikli daha az resim goruyor. Sonucta iki grup ayni derece (artik daha az) bulanik musluk resmine ulasiyorlar ve bu noktada deneklere resimdeki goruntunun ne oldugu soruluyor.
Sonuc: Daha az sıklikta resim goren grubun tahminleri daha basarili cikiyor [2]. Yani cok fazla veri/bilgi, her zaman daha basarili karar anlamina gelmiyor.
AKP hakkinda toplanan verilerin sıklıgı, bence, yerel secimler bitene kadar azaltilmalidir.
Iki: Sol mayali cilginlarin diger problemi, taktik ve strateji mefrumundan bihaber olmalaridir... Burada yine Marksist gecmis devreye giriyor; O zaman ortada "aklen" mumkun olmayan bir hedef vardi, ve mecburen reel durum ile utopya arasindaki bosluk "taskinlik" ve "heyecan" ile dolduruluyordu. Bugunku nihai hedef (demokrasi) bir utopya degil, fakat isler kizisinca zaten analiz kitligindan mustarip bu vatandaslar eski aliskanliklarina donup yine "taskinlik" yapmaya basliyorlar. Akil enerjisi yerine duygusal heyecanlarini yakit olarak kullaniyorlar.
Osman Nuri Bedir
Gusül abdestsiz Baykal’ın adını anmayın
Yanlis
"Abdestinizi bozmamak icin Baykal'in adini anmayin" demek daha dogru olurdu.
Emre Akoz
Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül, CERN deneyini coşkuyla, heyecanla karşıladığı dünkü yazısında konuyu Kuran'a getirerek söyle diyordu: "Evrenin genişlemesiyle ilgili olarak da Kuran'da şu ifade geçer: 'Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz. Biz, (onu) genişleticiyiz.' (Zariyat, 47)" Buradaki temel mesele şurada: Müslümanlar hemen her türlü önemli bilimsel gelişmeyi (daha sonra: yani iş işten geçtikten sonra) Kuran'da buluyor ve bundan memnun oluyorlar. Bir de olaya öteki açıdan bakalım: Niye Müslüman bilimciler Kuran'dan hareketle yeni kuramlara, yeni buluşlara imza atmıyor? Mesela niye evrenin sürekli genişlediği (ki artık bir kuram değil, veri sayılır) fikrini Kuran'ı temel alan bir Müslüman bilimci geliştirmedi?
Dogru
Belki de muslumanlara gore, bu dogrularin varligi yeterli oluyor, bu sebeple daha fazla arastirmaya gerek kalmiyor.
Halbuki burada yine "surec vs. sonuc" ayriligina geliyoruz. Arastirirken bilim adaminin gectigi surec cok onemli. Bu surec, daha fazla rasyonellik, yaraticinin eserine daha fazla hayran olmak (Einstein'in bu konuda bir cok sozu vardir), ve bu arastirmalardan "yan urun" olarak cikan "uygulamalar" yani "urunlerin" olmasi. Bu uygulamalarin birakin ticari tarafini, saglik, askeri gibi insanligin ve o ulkenin gelecegini yakindan ilgilendiren pek cok yan etkisi var! Dusunen insanlarin fazlalagindan ortaya cikan bir demokrasi kulturu, munazara, tartisabilme, anlasabilme ortamindan bahsetmeye bile gerek yok.
Aslinda bir musluman arastirmaci, diger kulturlerden gelen bilimcilere gore cok daha avantajli olabilir. Bir kere hayal edebilecegi cozum alani daha genis olacaktir. Akoz'un bahsettigi gibi, Kuran'da evrenin genislemesinden tutun, zamanin izafiligine kadar pek cok konu islenmistir. Tabii, anlatimin nerede allegorik nerede kelimesi kelimesine alinmasi gerektiginin ayirtedilmesi gerekir, ama zaten isin bilimsel tarafi devreye orada girer. Bence Kuran illa bir "baslangic" olarak alinmasa da, bilimcinin "hayal gucunu genisletici" bir kavram olarak son derece faydali olacaktir.
Ali Bulac
[..] Tasarımcı teori"nin [Akilli Tasarim demek istiyor] çok iyi bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Allah, zeka sahibi insan gibi tasarlamaz; ilmi, iradesi ve kudretiyle halkeder ve bu yaratma "Kün" emriyle vuku bulup devam eder. İnsana ait bir sıfatla Allah nitelendirilemez; Allah, tasarımcıların nitelendirmelerinden yüce ve münezzehtir.
Fena degil, ama ekleyelim...
Once Akilli Tasarimin (AT) ne oldugunu ortaya koyarak ise baslayalim: AT, Amerikali "kırsal" Hristiyanlarin, yani köylü yobaz kesimin gayet sig bir yaratilis temasini "bilim" kisvesi altinda gizleyerek ogretim mufredatina sokusturma cabalarindan ortaya cikmis bir "teoridir".
Allah'in yaratma isine hangi noktadan basladigini "dogrulamadan" "tahmin" etmeye ugrasmak, ve bu cabalara bir isim koyarak yuceltmeye calismak beyhude ve yanlis bir cabadir, AT kisaca bunu yapmaya ugrasir... Ismi bile problemlidir; Insana referansla tasarimin akilli oldugu soyleniyor fakat bu tasarimin pek te oyle olmadigina dair bir dolu kanit mevcuttur. Bu, son urunun (yani canlilarin) bu haliyle daha yuksekteki bir zeka tarafindan tasarlanmadiginin, baska dinamiklere (evrim) birakildiginin ispati aslinda.
Ornek mi lazim? Su vucudumuzun haline bakin: Ayni delikten nefes alip, icip, yemek yiyoruz, ve Heimlich'in unlu "manevrasina" ragmen solunum yoluna bir sey tikanmasi tum diger olum sebeplerinin arasinda dorduncu sirada geliyor. Peki ya suda bogulmak (bu besinci sirada). Dortte ucu su ile kapli bir gezegende yasayan insanlarin suda nefes alabilmesi iyi bir ozellik olmaz miydi? Ya da şu ise yaramayan vucut parcalarimizi ele alalim; Ayak serce parmak tirnaginiz ne ise yariyor? Ya da apendesit? Cocuklugunuz bittikten sonra islemeyi birakiyor ondan sonra patlama tehlikesi haricinde baska bir halta yaramiyor. Ise yarayan parcalar bile bazen problem cikartabiliyor. Dizlerimiz isimizi goruyor, dogru, fakat carpmaya karsi iyi korunmus olduklarini kimse iddia edemez.
Vucudumuzdaki sessiz katillere ne demeli? Yuksek tansiyon, kanser, diyabet ABD'de her yil onbinlerce kisi olduruyor, vucudumuzda bu tehlikelere karsi bizi uyaran mikroorganizmalar olsaydi fena olmaz miydi? En ucuz, dandik arabada bile gostergeler olur. Bizde niye yok?
Ha bir de: Hangi DAHİ acaba "diskilama" ve "eglence" merkezini ayni yere koymayi akil etti?
Butun bunlara bakinca, bu tasarimin akilli degil, aslinda son derece SALAK oldugunu gormus oluyoruz.
Bizce bu teoriye SALAK TASARIM demek daha uygun olurdu.
Hatta soyle bir logo dusunulebilirdi.
Gayet olasi bir diger aciklama, bir yaraticinin cok baz bir sistemi tetikleyip, gelisimi evrime birakarak "cok acil durumlar haricinde" hicbir seye karismadan durumu seyrettigi de olabilir. O bazin nerede olacaginin tam olarak bulunmasi bilimin isidir.
[1] Neil de Grasse Tyson, The Perimeter of Ignorance, 2005
[2] Nassim Nicholas Taleb, The Black Swan, sf. 144, 2007
Hasan Bulent Kahraman
Amerika bizim gençliğimizde kendini "ergime çanağı" ("melting pot") olarak tanımlardı. Aradan geçen zamanda bunun yerel kültürü yok eden bir anlayış olduğu kanaatine varıldı ve Amerika'nın toplum yapısı "salata kasesi" diye ifade edildi. Yani her şeyin hiç erimeden dönüştürülmeden kendi özgün yapısını koruduğu sadece ortak bir sosla ötekine bağlandığı bir salata kasesi.
Eksik
ABD'ye "domates corbasi" diyenler de var (bkz Huntington'un "Biz Kimiz?" adli kitabi). Bu dusunceye gore Amerika'nin belli bir "karakteri", "ruhu" vardir, eklenen her yeni kultur tadi biraz degistirebilir ama domates corbasi hala domates corbasi kalir.
Mehmet Barlas
Bu satırları yazarken bizim bölücü teröristlerimizin de İskenderun-Adana Otoyolu Denizciler Gişeleri'nde trafik ekibine uzun namlulu silahlarla pusu kurdukları ve bir polisimizin şehit olduğu haberi geliyordu ajanslardan.. [..] Terörizmin ne aklının, ne [...] bulunduğunu kanıtlayan son örnektir bu.
Yanlis
Terorizm'in akli olabilir. Vicdani olmayabilir, ama kategorik sekilde hicbir taktik, stratejik hedefi yoktur diyemezsiniz. "Bu teror iyi bir seydir" diyoruz anlamina da gelmez. Kelimelere dikkat. Yoksa baska birisi sizin aklinizin olmadigini soyleyebilir.
Cemil Ertem
Bu krizin yalnızca bir kriz olmadığı köklü bir dönüşümü beraberinde getirdiğini anladık. Yani bu kriz gelişmiş ülkelerde sermayenin kendini yenilemesinden ibaret değil.
Sermayenin yenilenmesine dönük krizler son yıllarda iktisat literatüründe, finansal krizler çerçevesinde, döviz ve bankacılık krizleri olarak ele alınmıştır. Kârları çok hızlı düşen ve yeni yapıyı omuzlayamayan kurumların yenilenmesine, hatta tasfiyesine dönük krizlerdi bunlar. Doksanlı yıllarda “gelişmekte olan ülkelerde” görülen bankacılık ve döviz-borç krizleri hem bugünkü büyük dönüşümü hazırlamış hem de şimdi yaşadığımız kriz sonrası için “gelişmekte olan piyasaları” takviye etmişlerdir. Bu açıdan, içlerinde Türkiye’nin de olduğu birçok ülke, bu krizi umulandan daha az hasarla atlatacak. Şimdi tam da Ernest Mandel’in dediği gibi yeni bir uzun dalgaya geçiyoruz. Bu kapitalizmin “son” uzun dalgasının bittiği anlamına geliyor. Bu bitişin çok önemli, soyut olmayan hemen hepimizin şu anki hayatına yansıyacak etkileri olacaktır. Tıpkı bir dünya savaşının başlaması ve kendimizi onun içinde bulmamız gibi...
Şimdiye kadar biriken ama, eskinin kurumları üzerinde var olamayacağı için, atıl duran sermaye, şimdi güçlü bir dalga olarak bütün insanlığı içine alacak bir teknolojik devrim başlatacak. Bu büyük dalga, şimdiye kadar alttan alta gelişen ve artık denetlenemeyen teknolojiyi gerçekten iktidara getirecek. [..] Aslında Toffler’in geliştirdiği teori çok önemli kavramsal açılımlar da getirerek kuru bir iktisat anlatısının ötesine geçer. Toffler, bütün bu krizler tarihini üç temel akımda toplar; birinci akım, organize tarıma geçiş; ikinci akım, sanayileşme ve üçüncü akım ise bilgi toplumudur. Şimdi bu şemayı çok indirgemeci hatta statik bulabilirsiniz; ancak Toffler öyle ayrıntılara girer ve öyle kavramlar ortaya atar ki “işte tam da bu” dersiniz. Örneğin sanayi toplumunun temel yönetici dinamiğini anlatan “birleştirici seçkinler” (integrator elite) kavramı bugün bize çok şeyi anlatıyor. Bu “bütünleştirici-birleştirici seçkin”ler sanayi modernleşmesinin yarattığı yönetici ve asalak bir kast olarak karşımıza çıkar. Farklı üretimleri birleştirerek bu üretimlerinin temel dinamiklerini ve buna uyacak siyasi oluşumları “yukarıdan” yaratırlar- idare ederler.
Bilindiği gibi Türkiye bu yönetici seçkinlerin, her düzeyde at koşturduğu bir ülke olmuştur yıllardır. [..] Bu “birleştirici seçkin”ler aynı zamanda burjuvazinin kendi içindeki servet aktarımının aracılığını da yaparlar.
Önceki gün Halis Toprak bir basın açıklaması yaptı. Basın görmedi. Görmez de zaten; çünkü 2001 krizi bahanesiyle Toprak Holding’in varlıkları bu “yönetici-birleştirici seçkinler” tarafından yağmalanıp, o sıra hâkim olan burjuvaziye teslim edildi. Toprak Holding’in yağmalanması çok önemli bir olaydır. Çünkü Halis Toprak, yatırımlarını doğuya (memleketi olan Diyarbakır’a) kaydırmaya başlamıştı. Yani Halis Toprak’ın, hem kendilerini tehdit edecek büyümesine katlanamadılar hem de henüz doğuya yatırım yapmak zamanı, birilerine göre, gelmemişti. Aynı şekilde 28 Şubat sürecinde Saadet Partisi’nin tasfiyesi de bugünü anlatan önemli bir kırılma noktasıdır. Şimdi doğuya yatırım yapma ve demokrasi zamanı. Bu işe yaramaz “yönetici seçkin”lerin iplikleri de pazara çıkacak. Çünkü insanlık “sanayi toplumundan” bilgi toplumuna geçiyor.
Dogru
Nurettin Yilmaz
Talabani bana, “Turgut Özal gerek başbakanken, gerek cumhurbaşkanıyken federasyon taleplerinde bulundu, biz de kabul ettik” dedi. Nitekim Özal bir gün bana, “Nurettin, Irak’taki Kürtlerin bir federasyon şeklinde Türkiye’ye bağlanması iyi olur değil mi” diye sordu ve sonra devam etti. “Hem Iraklı Kürtler Saddam’ın katliamından kurtulurlar hem de Türkiye’nin gücünü arkalarında görürlerse kendi bölgelerinde korkusuzca yaşarlar” dedi. Ben de espri yaptım. “Tabii... Bunda Kerkük petrolüne Türkiye’nin hâkim olma politikası da var değil mi” dedim.
O da tebessümle “o kadar da olur elbet,” dedi. “Şunu bil ki her uzlaşma ve anlaşmada tarafların çıkarları kaçınılmazdır” diye de ekledi. Talabani’ye Özal’ın düşüncelerini açıkladığımda, “bu öneriyi bana da açıkladı” dedi. Unutmayın... O dönemde Saddam firavun gibiydi ve Kürtleri yok etmeye çalışıyordu. On binlerce şehit verdiler. Saddam’dan kurtulmanın tek şartı Türkiye’nin kendilerini desteklemesiydi. Talabani ve Barzani buna inanmışlardı.
Ama medya askeriyenin etkisiyle öyle saldırdı ki, Turgut Bey söylediklerini inkâr yoluna gitmek zorunda kaldı. Federasyon fikrine medya ve derin devlet karşı çıktı. [..] Özal’ı yok etmeye çalıştılar. Zaten bu nedenlerden ötürü öldürüldüğü söyleniyor.
Mantikli
Rahmetli Ozal'in olumunde bence bas fail ABD petrol cetesidir. Iran'da secilmis bir politikaciyi oldurten, Irak'ta basbakana suikast duzenlettiren (sonra onu da oldurten) bir ceteden zaten farkli bir sey beklenemez. Ozal'in fikri iyiymis, cesaretini alkislamak lazim, denemesi de iyi oldu belki de. Keske daha iyi korunsaydi. Fakat final analizde Kuzey Irak petrolune Indra Gandi yapacaksin ve karsi taraf elleri bagli bunu seyredecek.. Mumkun degil.
[..] Bunun için de var gücüyle yerel seçimlere asılıyor; [..] Peki bütün bunlar Erdoğan'ın isminin üstünü çizmek için yeterli mi? Başbakan'ın Bush'tan farkı kalmadığını söylemek, ya da askeriyeyle anlaştığını, ordunun siyaset üstündeki vesayetine tamamen boyun eğdiğini iddia etmek gerçeğe ve hakkaniyete ne kadar uygun? [..]
Bu kesimden bazı arkadaşlar, AK Parti'nin çeşitli hataları karşısında son derece sekter bir tutum alıyor. Günlük siyaset içinde ortaya çıkan her yanlış tutumda "Milliyetçilerin kuyruğuna takıldı" "Devletle eklemlendi", "AB'yi rafa kaldırdı" "Tek Parti diktatörlüğüne yöneldi" ya da"Obama'ydı Bush oldu" gibi insafsız genellemeler yapıyorlar.
Oysa bakıyorsunuz, iki gün önce derin devletle uzlaştı dedikleri iktidar iki gün sonra Ergenekon Davası'na siyasi destek vererek şimdiye kadar hiçbir TC hükümetinin yapamadığını yapmış. Şimdi ne olacak?
İki gün önce atılan "uzlaştılar" başlıkları nereye sokulacak? Evet, Erdoğan Aktütün Olayı'nda Genelkurmay'la ağız birliği yapıyor, ama aynı günlerde terörle mücadelenin inisiyatifinin ve yönetiminin askerlerden sivillere aktarılması için önemli bir düzenleme yapmayı başaran da yine aynı insan.
Dogru
Aglayan Jesse Jackson. Bu blog'da daha once hakkinda bir yazi yazmistik. Jackson o sirada destegini Obama'ya vermisti, fakat daha sonra bazi garip hareketler yapti: Bir haber programindan once "Barack Obama zencilere yukaridan bakiyor, onlari kucuk goruyor" diye yanindaki haberciye fisildarken kameralar calisiyormus "meger(!)", ve bu goruntu Internet'e sizdi. Sonra buyuk haber oldu. Bu tur zenciler bu acidan "bir kisim" Turkiyelileri andiriyorlar bu baglamda, aralarindan biri yukselince, hem gururlanip, hem de onu asagi cekmek isteyenler oluyor [1]. Simdi burada biraz ayricalik durumu da var: Jackson gibileri baskanin "kendisi" zenci olunca "zenci lider" pozisyonlarini kaybedecekler. Adamin zenci lidere niye ihtiyaci olsun? Kendisi zenci zaten!Yani bu fotografin isi bilenlerin zihninde canlandirdigi hikaye bu. Aklimdan ilk bu gecti: Agla bakalim
@##$. Colin Powell da aglamis, ona sozum yok.---[1] Hintlilerde de
benzer bir hissiyat var. Bu kendilerinin soyledigi bir durum. "Biz kovadaki yengecler gibiyiz" derler "birimiz cikmaya kalkinca digerlerimiz onu asagi cekeriz" (guya yengecler boyle yaparmis).
Ahmet Altan
Biz ise Fehmi Koru’nun çok vurucu bir biçimde ifade ettiği gibi “Obama gibi başlayan ama gittikçe Bush’a benzeyen” bir başbakan tarafından yönetiliyoruz. Amerika, “Bush’tan ve silahtan, Obama’ya ve demokrasiye” doğru yol alırken, Türkiye ve Erdoğan tam tersine bir yolculuğa çıkıyor. Erdoğan için acıklı bir yolculuk bu. Onu sevmiş ve inanmış insanlar için de iç acıtıcı bir hayal kırıklığı.
Asiri Duygusal Sacmalik
Belki bu analize varmanizdaki sebep Sn. Altan, sizin buyuk resmi goremeyen ve asiri tez canli bir tip olmanizdir. Belki de olan aslinda sudur: Erdogan Basbug'u destekledigi o gunde buna "gicik oldunuz" ve o zamandan beri her turlu hareketi bu "giciklik" penceresinden yorumluyorsunuz.
Size bir sey soyleyeyim: Dunyada Tayyip Erdogan'a gicik olmak kadar rahat bir is yoktur. Acin bakin iste, televizyonda herhangi bir gunde, iddiali, gurleyerek bir seyler soyluyor halde onu bulabilirsiniz, ve buna, ozellikle Turkiye'de, gayet rahat gicik olmak mumkundur. A noktasindan B noktasina aninda varabilirsiniz. Yeter ki bunu isteyin.
Burada bolgesel farkliliklari bir tarafa birakiyorum, Karadeniz'de imamlar bile kufur eder [2], benim egitimli bir kadin olan babaannem bile bazen guzeeelce kalaylardi. Bu herkesin mizacina, kulaklarina uymayabilir. Biz sert insanlariz. Bunun iklim ile bir alakasi olabilir - cogunlukla havamiz kapalidir, denizimiz dalgalidir ve takamiz sallantidadir. Bu hayatta kalma refleksinin aciliyetini arttirarak "sert sevgiyi" gundeme getirmis olabilir. Dogruyu soylesimizde bir "tokatlayici" etki olmasinin sebebi belki de buradadir cunku karsindaki adam "uyanmazsa" bu sert iklimde herkesi tehlikeye atabilir (evrimsel bir tepki). Bilemiyorum. Fakat bunun "entel dantel" tiplere uymadiginin farkindayim [1]
Tez canlilik konusuna gelirsek: Sn. Gokturk'un yaptigi gibi birazcik uzun vadeli ve dengeli bir sekilde gormeyi ogrenmeniz gerekiyor. Efendim sunu soyluyor, bunu soyluyor, bilmemne.. Yahu, ne YAPIYOR ona bakacaksin kardesim! Iste asker OHAL istedi, OHAL aldi mi? ALMADI. Ne gak guk yapiyorsun o zaman?
Evet, AB sureci hizlansin, evet 301 kalksin. Evet zorunlu askerlik kalksin. Fakat bir kalemde nasil bir lideri boyle cizebiliyorsunuz bunu aklim almiyor. Yilmaz'li, Ciller'li, Dead Man Walking Ecevit'li gunlere mi donelim? Biraz perspektif lutfen. Sekerci dukkani onundeki veletler gibi olmayin... Babanizin da kafasi bu konularda pek calismiyor, sizden biraz daha iyisini bekliyoruz.
[1] 70 Cent Ugruna adli kitapta Mehmet Emin Karagulle'nin aktardigi bir hatirada bir dis ulkede Bulent Ecevit'in oraya ziyareti sirasinda bir konu hakkinda fikri sorulmak uzere oraya konu hakkinda bilgili bir Karadenizli cagirilir. Fakat adam asiri derecede kufurlu konusmaktadir ve entel dantel Ecevit bunlara dayanamaz. Adamin fikirleri dinlenmez ve sonucta onemli bir ticaret anlasmasi kaybedilir.
[2] Karadeniz bolgesinde Of adli bir ilcedeki imamin vaazi bu baglamda bir klasiktir. Wav dosyasini suradan indirebilirsiniz.
Milliyet
Gizli Servis, ABD’nin yeni başkanı Barack Obama'dan kendisine bir kod isim seçmesini istedi... Obama'nın seçtiği kod isim ise Renegade oldu. Yani "dininden dönen kişi..." Obama seçtiği bu isimle Müslüman olduğu iddialarına kapalı da olsa bir yanıt vermiş oldu.
Sacmalik
"Renegade" her hangi bir "kacak" ya da "isyanci" icin de kullanilabilir. Herhangi bir partiden "kacmis", askerden "kacmis" ya da herhangi bir totaliter sistemden "kacmis" ya da ona "isyan eden" kisi bir renegade olabilir. Tercih ettiginiz tercumeler uzerinden absurt aciklamalar yumurtluyorsunuz.
Newsweek
Amerika'nin kurucularinin yarattigi bir Cumhuriyetti, Demokrasi degil.
Dogru
Kurucularin kurdugu ilk sistemde, mesela, baskani secen "electoral college" uyeleri "herkes" tarafindan secilmiyordu. Andrew Jackson bu sistemi degistirdi, onu demokrasiye daha da yaklastirdi. Yanliz dikkat: Ilk kurulan sistemin diktatorya'dan fersah fersah uzakta bir sistem oldugunu da belirtmek isterim. Electoral college uyeleri hala kendi bolgelerinde bir sekilde "seciliyorlardi". Bizdeki sistemde ise 1938'e yaklastikca ve sonrasinda meclis uyelerinin secimi tamamen "parti" kontrolune girmisti. Parti, devlet, hukumet birbirinin icine gecmisti.
Bence bu sisteme Cumhuriyet bile denemez.
Venezuella hukumeti egitim amacli olarak 1 milyon ucuz laptopu Portekiz'den almaya karar verdi. Alinacak makinalar Intel'in tasarladigi Classmate PC tasarimini baz alacak ve makinalarda isletim sistemi olarak acik kaynak kodlu ve bedava Linux isletim sistemini kullanilacak. Aletlerin fiyatinin birkac yuz dolar civarinda olmasi bekleniyor.Classmate PC ve buna benzer ucuz laptoplarin uretimi, Her Cocuk Icin Bir Laptop (OLPC) hareketinin kendi tasarimini ortaya atmasiyla baslamisti. Bu tasarimin anonsunu burada yapmistik. Amac, artik bir kalem ve kagit kadar gerekli olan bilgi araclarinin egitim icin her cocuk icin saglanmasini saglamakti. Kagit kalem paylasilmadigini gore, bilgisayar odalari uzerinden bilgisayarlar da paylasilmamaliydi. Egitimin buyuk kisminin okul disinda meydana geldiginden hareketle, egitim araclarinin eve tasinabilmesi ve her cocugun "benim" diyebilecegi, uzerinde oynayarak, "kurcayalarak" ogrenebilecegi, belki innovasyon yapabilecegi bir ortamin onlara saglanmasi amacini guden OLCP, sektorde guzel bir hareketlilik yaratmisa benziyor.
Ve Baskan Obama ..
Bugun bir kitapcida Toffler'in Ucuncu Dalga kitabinin degisik bir yayinevi ve yeni bir tercumesiyle karsilastim. Soyle bir goz gecirdim, fena olmamis. Bu bana bu kitabin Ingilizcesini ilk kez bir kitapcida gordugumu zamani hatirlatti; Ben arada sirada rasgele, "ucuk" bir kitap secip okumayi severim, eglenceli olur. Third Wave bu denemelerden biriydi, futuristik bir sey ariyordum, kapaginda bol isiklar, patlamalar, "iste gelecek" diyen iddiali ama hafif lakirdilar. Fakat bu kitabin ilk on sayfasindan sonra hic oyle hafif bir kitap olmadigini anlamistim.Oltaya her zaman balik vurmuyor tabii; Rasgele ucuk denemelerimden bir digeri, Sirius Galaksisiyle ilgili bir kitapti. Efendim dunya arada sirada tum gezegen sistemi ile beraber bir "kusaga" girermis, ama bu kusak icindeki yuksek radyasyon varmis, buna normal bunye dayanmiyormus. Fakat Allah'tan uzayli dostlarimiz yardimimiza gelmis, bizim genetik yapimizi degistirmeye baslamislar. Su anda genetik yapimiz cift sarmaldan 12-sarmalli yapiya geciyormus! Saglik probleminiz varsa bundan iler geliyor. Hah! Iyi bilim kurgu ama, adam bunu ciddi sekilde yaziyor. Neyse. Arada sirada
Doğada, bir eylemi beraber gerçekleştirmeye dönük çoğu senkronizasyon için merkezi bir noktaya ihtiyaç olmadığı biliniyor. Bunun sebebi herhalde sağlam (robust) ve optimal bir yapıya olan ihtiyaçtadır: Eğer merkez bir nokta olsaydı, bu noktanın ölmesi/yok olması sonucu tüm grubun işi tehlikeye girebilirdi. İlginçtir ki insanların kurduğu ve sağlam bir yapı olan Internet aynı şekilde düzenlenmiştir. Bu merkezsiz yapı, ayrıca, ağın optimal bir şekilde büyüyebilmesini de sağlar. Her yeni birim, ağa istediği noktadan katılabilir ve işe anında başlayabilir çünkü kimsenin merkezi bulmasına gerek yoktur.
Doğadan basit ve ilginç bir örnek, ateş böcekleri olabilir.
Guney Asya'da bir ateş böceği tipi toplu halde oldukları zaman aynı anda, senkronize bir şekilde yanıp sönme kabiliyetine sahiptir. Bunu, yakında gezmekte olan dışı ateş böceklerine mesaj verebilmek için erkek böcekler grubu yapar (yani bu senkronizasyonu gerçekleştirebilmek evrimsel bir avantajdır).
Bu senkronizasyonu gerçekleştirmek için hiçbir koordinatör karaktere ihtiyaç yoktur.
Gayet basit bir şekilde bir böcek kendine en yakın böceğin yanıp sönüşüne bakar. Eğer bu yanıp sönüş kendi frekasından daha fazla işe, o böcek kendi frekansını artırır. Yavaş ise yavaşlatır. Diğer böcekler aynı algoritmayı takip ederler. Bu ufak algoritmaların "kollektif" birleşimi ise, bir süre sonra aynı yanıp sönüşe doğru yaklaşır (converge). Bunu matematiksel olarak modelleyen Winfree, Kuramoto, Strogatz gibi bilim adamları bu sonucu analitik olarak ta ispatlamışlardır.
Ve bu sonuç, daha önce bahsettiğimiz "bütün, parçaların toplamından fazla" kavramını doğrulayan bir gözlemdir.
Londra'da o zaman girilmekte olan yeni bin yila atfen yapilmis olan Millenyum Koprusu'nun ilginc bir hikayesi var. Futurustik bir yapida insa edilmis bu koprunun ruzgar, titreme gibi her turlu fiziksel sarta hazir oldugu zannediliyordu. Fakat kopru acildigi gun (10 Haziran 2000) ustunde insanlar yuruyerek karsiya gecmeye basladi ve o an, garip bir sey oldu: Kopru sagdan sola salincak gibi sallanmaya basladi (sway). Kopru derhal kapatildi ve problemin kaynagi arastirilmaya baslandi. Sallanmayi duzeltmek icin koprunun yanlarina sok emici ekler yapilmasi gerekecekti. Fakat tasarim niye basarisizliga ugramisti?
TEXT](http://img.youtube.com/vi/gQK21572oSU/0.jpg)](http://www.youtube.com/watch?v=gQK21572oSU)
Kopru haberini duyan ve senkronizasyon konusunda arastirmalar yapan Steven Strogatz adindaki bir bilim adami, durumu matematiksel olarak modellemeye karar verdi. Nature dergisinde yayinladigi makalesinde problemin kaynagini soyle acikliyordu: Insanlarin yuruyusu birbiri ve kopru ile senkronizasyona girmis ve sallanti kendi kendini besleyen (feedback) turden bir etkilesime girerek, buyuye buyuyue kopruyu tehlikeli derecede sallanir hale getirmistir.
Daha once ates boceklerinin yanip sonmesini senkronize edebildiklerini belirtmistik. Dogada bu "kendiliginden uyuma girme" olayinin pek cok diger ornegi vardir [1]. Kopru durumunda ise belli bir kritik yaya sayisi asildigi anda birdenbire bir tavuk/yumurta iliskisi peydahlanmistir. Az bir uyumunun [2] tetikledigi kopru sallanimi, geri donup, daha fazla yayanin adimini senkronize olmaya mecbur etmis, bu da donup bu sefer daha fazla salinima sebep olmustur. Ve durum kotuleserek devam etmistir.
Askerler bir kopruden gecerken, normalde yapabilecekleri gibi, ayni anda adim atmamalari (breaking step) gerektigini bilirler. Cunku ayni anda asagi inen adimlar, koprude planlanmayan dikey bir kuvvet olusturup koprunun yikilmasina sebep olabilir. Fakat Millenyum Koprusu'ndeki sallanti yatay sekilde vuku bulmustur ayrica yayalar raslantisal sekilde yurumuslerdir. Buna ragmen adimlar ve koprunun senkronizasyonu kendiliginden olusmus (emergent) ve kendi kendini besleyip tum yayalara yayilmistir. Strogatz'in formulleri bu dinamigi yakalayarak olayin nasil meydana geldigini ortaya cikarmistir.
Not: Burada bilim ve teknolojinin dinamigi, sureci, nasil yapildigi acisindan bazi dersler var.
Oncelikle, ilginc ve futuristik bir tasarim cekinilmeden "denenmis". Kopru yatay sallantisi bir cuvallama sayilabilir, fakat bu dunyanin sonu degildir. Onemli olan degisik bir seylerin denenmis ve kurcalanmis olmasidir. Daha sonra, bu sallantiyi duyan dunyanin baska bir yerindeki bir bilim adami olayi merak etmis ve o da kendi acisindan kurcalamak istemistir. Daha once baska alanlar icin gelistirdigi matematiksel yontemleri bu duruma adapte ederek bazi cevaplar aramistir. Ve sonucu bulmustur! Model ona kac kritik yaya sayisi ve ne kadar sure sonra sallantinin baslayacagi gibi onemli ongoruleri hesaplayabilmesini saglamistir.
[1] Mesela ayni evde yasayan kadinlarin adet doneminin bir sure sonra yakin gunlere (3 ila 5 gun farkla) denk gelmeye basladigi, yani senkronize oldugu bilinmektedir.
[2] Istatistiki olarak kopru uzerinde esit (uniform) sekilde dagilmis adim atislarin birkacinin ayni anda asagi inmesi olasiligi yuksektir. Bu gereken ilk fitili ateslemis olabilir.
2001 yilinda Bahceli MHP'li vekillere onemli bulunan kitaplardan ogrenmeleri icin ev odevi vermis. Ilginc bir liste...
Clinton ve Al Gore'un seçim beyannamesi (10 sayfa)
Clinton'un Meclis'te yaptığı konuşma (7 sayfa)
Hayat Yolunda (Taha Akyol - 15 sayfa)
Siyasetten Kesitler (Mehmet Turgut - 16 sayfa)
Medine'den Lozan'a (Taha Akyol - 9 sayfa)
Şok: Gelecek Korkusu (Alvin Toffler - 10 sayfa)
Üçüncü Dalga (Alvin Toffler - 15 sayfa)
Büyük Satranç Tahtası (Zbig Niew Brzezinski - 16 sayfa)
Yaratıcı Düşünme ve Beyin Fırtınası (Geoffrey Rawlinson - 7 sayfa)
Çatışan Uygarlıklar (Brzezinski)
Osmanlı ve İran'da Mezhep ve Devlet (Taha Akyol - 9 sayfa)
Kürtler ve Sosyal Gelişimleri (Mesud Fani - 8 sayfa)
Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı (Yaşar Kalafat - 8 sayfa)
AB Katılım Ortaklığı Belgesi (9 sayfa)
Osmanlı'nın son asrından anekdotlar (8 sayfa)
Bu kitaplarin ozetlerini cikarttirip onu odev vermis bu arada; bence vekiller kitaplarin tamamini okusalar daha iyi olurdu... Neyse, ozet ya da degil, fena bir liste sayilmaz.
Lockheed Martin şirketinden, denizi suyunu kullanarak sınırsız enerji üretebilecek bir proje. Test proje başarılı olmuş, bunlar iyi haberler. Enerji üreteci şöyle çalışıyor; Denizin üst kısmındaki sıcaklık kullanılarak kaynama noktası düşük olan bir madde (mesela amonyak) buharlaştırılıyor. Bu buharlaşma bir türbini döndürmek için kullanılıyor. Amonyağı tekrar sıvı haline döndürmek için denizin daha derin kısmındaki soğuk su kullanılıyor, ve devri daim böyle devam ediyor. Küresel ısınmanın denizleri normalın üstünde işittiği düşünülürse, bu fazla sıcaklık, bu makina için daha da fazla enerji üretimi anlamına gelecektir. Kaynak: New Scientist.
Taraf sordu, Ahmet Davutoglu cevapladi.
- En sevdiğiniz kelime?
Hikmet
- Nefret ettiğiniz kelime?
Nefret
- Ne sizi heyecanlandırır?
Tarihin içinde akmakta olduğum hissi
- Heyecanınızı ne öldürür?
Bu akışın ritmini kaybetme korkusu
- En sevdiğiniz ses nedir?
Çocuk sesi ve gecenin karanlığında derinden gelen bir ney sesi
- Nefret ettiğiniz ses?
Münasebetsiz vakitlerde çalan cep telefonu
- Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
Cellatlık
- Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?
Savaşmaya hazır tarafları durdurabilecek bir ikna yeteneği
- Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Kendim olmayı tartışmayı haddi aşmak olarak görürüm
- Nerede yaşamak isterdiniz?
Her sabah kalktığımda güneş doğarken Kudüs, Medine ve İstanbul’un tarihi siluetini aynı anda görebileceğim bir mekanda
- En önemli kusurunuz nedir?
Birçok işi aynı anda yapabilme hırsıyla zamanı idare edememek ve aileme yeterince vakit ayıramamak
- Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?
Yoğunlaştığım teorik bir çalışmanın en kritik aşamasında kağıdı ve kalemi terk ederek alabildiğince yürümek
- Kahramanınız kim?
Üzerinde herhangi bir kul, hayvan, bitki hakkı olmadan ruhunu teslim eden sıradan bir insan
- En çok kullandığınız küfür?
Eğer küfürse “densiz”
- Şu anki ruh haliniz nasıl?
Metafizik dinginlik ile tarihi yaşama coşkusunun oluşturduğu iniş-çıkış
- Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
Mahiyet sahibi olmadan erdemli, özgüven ve izzet sahibi olmadan onurlu olunamaz. Bir problemi görme yeteneğine sahipsek o problemi çözebilme kudretine de sahibizdir.
- Mutluluk rüyanız nedir?
Çocuklarımın ve öğrencilerimin insanlara faydalı eserler verdiğini görebilmek
- Sizce mutsuzluğun tanımı?
Varoluşuna anlam verememek
- Nasıl ölmek isterdiniz?
Ders verirken
- Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?
Dağların üstlenmekten çekindiği emanetin hakkını verdin ya kulum! Cemalimde varlığın ezeli ve ebedi anlamını keşfedebilirsin.