thirdwave

Github Mirror

Hafta 32

Gokhan Ozgun

Post-modernizm çok geniş bir tanımı, hatta çoğu zaman doğru dürüst bir tanımı olmayan bir felsefe, bir durum, bir ruh hali, bir tartışma. Kısaca, ‘yeni olan’ birçok farklı şeyi, hatta birçok karşıt görüşü temsil ediyor.

Yanlis

Postmodernizm, ne oldugu gayet belli bir dusunce sistemidir. Subjektif, bilim karsiti bir ideolojidir (ve Fransa'dan cikmistir). Bu ideoloji hakkinda bir yazimiz surada bulanabilir. Sunu belirtmek gerekir ki, "modernite sonrasi" dunyayi aciklayan her ideoloji postmodernizm degildir. Bu blog'un ana felsefesi de modernite sonrasini kurgulamaya ugrasiyor, ama bu, ne oldugu bilinen postmodernizm'den bambaska araclarla yapiliyor.

Simdi Kosaner konusmasina gelelim: Kosaner postmodernizm'in yukarida anlattigimiz sey oldugunu biliyor mu? Belki evet. Ama buyuk bir ihtimalle hayir. Tabii kimsenin agzina laf koymak istemeyiz, o yuzden kisisel yorumlari burada kesmeyi seciyoruz. Fakat kesinligi suphe goturmez olan tek sey vardir ki, o da, endustriyellesme ideolojisi, tek tipci, toptanci (mass), merkeziyetci, standardizasyoncu modernitenin gunlerinin sayili oldugudur. Bunu durdurmak icin yapacak bir sey de yoktur (kafanizi kuma gommek haricinde). O zaman gelecegin nasil karsilanacagini konusmak gerekiyor, ki bu (burada Ozgun'e katiliyorum) "bir vs.. vs.. tabaka var" havasinda itham edici pozlarla yapilamaz. Final analizde herkesin kendi isine bakmasi gerekir, ve felsefe yapmak askerin pek cok onemli gorevlerinden biri degildir. Bu kendilerine verilmemis gorevi yapmayi ugrasirlarsa da bu isi ellerine yuzlerine bulastiracaklari kesindir, bu durum tarihimizin ust uste ispatladigi bir sabittir.


Hadi Uluengin

SALDIRGAN ve yayılmacı Rusya tecrit durumdadır. Üstelik, bu yalnızlaşma sırf Batı ülkeleriyle sınırlı değildir. "Doğu" (!) açısından da geçerlilik taşımaktadır. Nitekim, Tacikistan başkenti Dûşanbe’de gerçekleşen "Şanghay İşbirliği Örgütü" (ŞİÖ) zirvesi, Moskova’nın istediği doğrultuda bir karar almayı reddetti. Tamam, ortak bildiri Kremlin’in Kafkas’taki "müdahillik hakkı"nı yarım ağızla kabullendi ama, metin esas olarak ülkelerin, yani Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü vurguladı. Her halükárda da, aynı ŞİÖ’de temel direği oluşturan Çin, fiili ilhak anlamına gelen ve Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya’yı tanımasıyla orta çıkan oldu bittiye cevaz vermedi. Zaten de veremezdi!

EVET veremezdi, çünkü en önce, "Avrasya" mavrasya patırtısı koparak ülkemizi otoriter ufuklara sürüklemek isteyen bizim "ulusalcı - neo-ittihatçı" zevatın iddia ettiğinin aksine, dünya sahnesinde böyle bir coğrafi kurumsallaşma yoktur. Teorik açıdan dahi yoktur. Zaten ŞİÖ şekillenen yapılanma da asla bir "blok" veya bir "ittifak" değildir. Bu örgüt taş çatlasa, partnerlerin ancak azámi paydalarda buluştuğu bir "kulüp"tür. Daha önemlisi, hem yukarıdaki "temel direk" Çin, hem de "gözlemci" durumundaki Hindistan, siyasi ve iktisadi planda Rusya’nın dümen suyuna girmezler ve girmeyeceklerdir.

GİRMEZLER ve girmeyeceklerdir, çünkü Moskova onlar açından, gerektiğinde Washington’a karşı "denge unsuru" olarak kullanılacak bir "yedek güç"tür. Hepsi o kadar! Zira Çin’in ve Hint’in esas ufku Pasifik’e; bilhassa da California kıyısına açıktır. Üstelik, birincinin Tibet ve Doğu Türkistan; ikincisinin ise Keşmir sorunlarıyla hop oturup, hop kalktığı düşünülürse, Pekin ve Delhi’nin Kremlin oldu - bittisine "eyvallah" diyeceğini düşünmek abesle iştigal eder. Bu iki başkent de kendi ayaklarına ateş etmezler. Nitekim, aynı Pekin lideri Hu Cintao aynı zirve sırasında kendisinden destek isteyen Rus önder Dmitriy Medvedev’le yaptığı görüşmeden sonra, "Gürcistan meselesi Çin’i zor duruma soktu" şeklinde konuşarak, böyle bir desteğin gelmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Dolayısıyla, en başta belirttiğim gibi, saldırgan ve yayılmacı Rusya’nın sırf Batı’dan değil "Doğu"dan (!) da tecrit olduğu Dûşanbe’de doruğunda ayan beyan gözler önüne serildi.

ÖTE yandan, kızıl veya beyaz daima Rusya olan Rusya’nın bu iki yönlü yalnızlaşma karşısında takındığı tavır, Leonid Brejnev dönemindeki Sovyetler Birliği’ni hatırlatıyor. Nasıl ki Afganistan’ın işgali ertesinde daha da çok tecride gömülen o dönem SSCB’si gerilimi tırmandırmış ve Doğu Avrupa’ya "SS-21" füzelerini yerleştirerek Batı’ya meydan okumuştu, üç aşağı beş yukarı, bugünkü Putin - Medvenev ikilisi de aynı taktiğe başvuruyor. Apar topar ve aksak topal, Moskova bu defa da "Topol" güdümlü füzelerini deniyor.

Ancak, mevcut petrol döviz ve rezervlerine güvenerek yine kısa vadeli düşündüğü ve uzun vadeli bakmadığı içindir ki, şimdiki Kremlin o maziden ders almışa benzemiyor. Aynı SSCB’nin, "rest"i gören ve "yarış"ı tırmandıran bir Ronald Reagan tarafından başlatılmış "yıldız savaşları" projesine ayak uyduramadığı için çöktüğünü unutuyor. Artı, yine kısa vadeli hesap yapan Moskova, bu fütursuz yaklaşımıyla hem Yaşlı Kıta’yı metazori ABD’nin kucağına itiyor; hem de kendisinin son tahlilde, iktisadi ve teknolojik açıdan "kof", en azından "muhtaç" bir devlet ve ülke olduğunu göz ardı ediyor.

İşin özü, yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali, Batı’da ve Doğu’da tecrit bir Rusya "rövanş"a soyunarak, tekrar "soğuk savaş"tan medet umuyor. Ve, o "soğuk savaş"ı kimin kazandığını hatırlamayacak kadar hafıza kaybına uğruyor.

Katiliyorum

--

Taha Akyol

ÖZDEMİR İnce, ilgiyle okuduğum yazarlardan biridir. Fikirlerimiz farklı; ‘akıl yürütme’ biçimini de fazla ‘Fransız’ bulurum. Karmaşık maddi olgular hakkında Descartes’çı mantıkla kestirme hükümler verdiğini düşünürüm. Aşırıya götürüldüğünde bu mantık ‘doğru’ları zihnin içinde, soyut “akıl”da aramaya başlar. Zihnimizin dışında, reel hayatta cereyan eden karmaşık süreçleri anlamaya çalışmak yerine, zihnin içindeki etiketleri dış olgulara yapıştırır. Onun için komplo teorilerine çok yatkındır, Jakobenlerde de böyle soyut akılcılık ve komplo saplantısı çok güçlüydü.

Dogru

TA

Önemli bir Amerikalı, İnce’ye demiş ki: “İslamla demokrasinin bağdaştığını Türkiye’de kanıtlamak zorundayız. Bu konuda başarısız olmayı ABD göze alamaz!” İyi de hiçbir sır tarafı bulunmayan bu beyandan “ılımlı İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüş Türkiye” komplosu çıkarılabilir mi?!

Niyetleri bozuk

Bu mantiklamanini sebebi, Akyol'un belirttigi gibi dusunce sistematigindeki kesif arizalar olabilir, bu imkan dahilinde. Ama bir aciklama daha var:

O aciklama da sudur: Bu insanlar aslinda, icten ice, Turkiye'den dinin silinmesini istiyorlar.

Bu elde var bir.

Simdi bunun uzerine "İslamla demokrasinin bağdaştığını gormek isteyen" ABD geliyor. ABD, kendi geleneklerinden temelle bir dinin silinmesini aklindan bile gecirmiyor. Fakat iste tam bu hissiyat, yani bir dinin "olabileceginin bile bahsedilmesi" bizim Fransizlara uymuyor. Ve bu sebeple ABD de onlarin dusmani haline geliveriyor.

Ama bunu da tam soyleyemiyor; O zaman dusmani bari karsi tarafa da dusman yapayim diye bir cakallik dusunuyor, ve diyor ki "ABD Islam'i ilimlilastirarak sizi bildiginiz dininizden cikaracak".

Aslinda Islam'in ilimli olmasi, olmamasi umrunda degil. Onun istedigi dinin olmamasi. Fakat ABD'nin dusuncelerini saptirarak, AKP'nin muhafazakar tabanini (kendine gore) galeyana getirmis oluyor, hem de kendi tarafina bir komplo kemigi atarak saflari birlestirmis oluyor.

Nasil ama?


Ahmet Kekec

Demokratik ülkelerde Cumhurbaşkanları rektör atamaz.

Tam degil

ABD'de, mesela California Universitesi okul sistemindeki mutevelli heyetinin uyelerini bizdeki Cumhurbaskaninin karsiligi olan vali atar. Rektoru bu heyet secer, bu sebeple, birden daha fazla secilmek isteyebilecek heyet uyeleri uzerinde valinin bir etkisi vardir. Vali, cok uygunsuz gordugu bir rektoru, heyete (bu etkisi uzerinden) baski uygulayarak isinden de attirabilir. Reagan, California valisi oldugu zaman yaptigi ilk is, bu sekilde bir rektoru kovdurmak olmustur.

Yani direk degil, ama indirekt bir etki var, ama bu etki hala cok guclu bir etkidir. Devlet yardimi ile ayakta duran devlet universitelerinin karar mekanizmasina secimle is basina gelmis bir yetkilinin yon vermesi gayet mantikli, ve gereklidir. Bu da, Turkiye durumunda ya basbakan, ya da (artik secimle gelecek) Cumhurbaskani olacaktir.


Hadi Uluengin

KAFKASYA’daki yeni durum bir sürpriz değildir. Çünkü, uluslarası hukuku hiçe sayan ve dünyaya meydan okuyan Kremlin’in Abhazya ve Güney Osetya "bağımsızlık"larını (!) tanıması, maddenin tabiatına uygun bir gelişmedir.

O maddenin tabiatı ki, malûm, bütün tarihi boyunca saldırgan ve yayılmacı bir siyaset izlemiş olan Moskova için söylenen "kızıl veya beyaz, Rusya Rusya’dır" sözünde özetlenir. Başka bir deyişle, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü umursamayan Putin - Medvedev düeti yukarıdaki iki ási "cumhuriyet"i (!) fiilen ilhak ederken, aslında táa Kiev prensliğinden beri ve bin küsur yıldır süren bir "istilácılık geleneği"ni tekrar canlandırmış oldu. Evet evet, "kızıl veya beyaz, Rusya Rusya’dır" ve değişeceğine dair de emáre yoktur.

İmdiii? İMDİSİ şu ki, "Soğuk Savaş"ı hortlatmak pahasına dahi olsa, o Rusya’nın kısa vadede ciddi bir başarı kazandığını daha şimdiden söylersek, fazla yanılgıya düşmeyiz. Şüphesiz, Batı, Kafkas oldu - bittisi karşısında Moskova’yla kendisi arasına daha net bir çizgi çekecektir. Hatta muhtemelen, Kremlin’e yönelik olarak bir dizi "tedbir" alacaktır. Fakat, dostlar alış-verişte görsünden çok öteye gidemeyecek olan bu yüzeysel yaklaşım pratikte fazla kıymet-i harbiye ifade etmez. Edemez ve edemeyecektir. [..] O halde evet, Rusya kısa vadede başarı kazanmıştır ve bir süre bundan yararlanacaktır.

ANCAK, daha orta - uzun vadeli bir perspektiften bakarsak, aynı şey geçerli değildir! Çünkü en önce, petrol ve gaz fiyatlarındaki müthiş artıştan dolayı bugün kasaları dolu olsa bile, Rusya özünde hálá "geri", kısmen fakir ve her halükarda da "muhtaç" bir ülkedir. Tüm altyapısı, özellikle de söz konusu gaz ve petrol altyapısı Nuh-u nebiden kalmadır. Hayatiyet arzeden bu sektörde Batı sermaye ve teknolojisine çok büyük ihtiyacı vardır. Eğer o Batı o "tedbirler"i sıkı tutarsa da, Kremlin zaman içinde etkiyi hissedecektir. Öte yandan, Kafkaslar’daki Rus yayılmacılığının önce Ukrayna, Belarus ve Moldova’yı; sonra da Asya’daki BDT ülkelerini daha çok "işkillendirmesi" kaçınılmazdır. Bunlar, zaten hálá "hámi" geçinen Moskova’dan mümkün mertebe uzaklaşmak ve şöyle ya da böyle, "Batı’ya kapağı atmak" için yeni politika arayışlarına döneceklerdir.

Katiliyorum


Mehmet Barlas

Bu bakımdan AK Parti'ye alternatif olacak güçte bir veya birkaç siyasi partinin varlığı, demokrasinin sağlığı açısından da şarttır.

Yanlis

Muhalefet "yoklugu" Turkiye siyasetinin bir numarali sorunu degildir. Ikinci ya da ucuncu numarali sorunu da degildir. Ayrica: Kendi keyfine uygun bir muhalefeti restoranda siparis verir gibi istemek, demokrasiyi icsellestirmemis ve anlamamis olmanin gostergesidir. Piyasa ekonomisinde "fiyatlar soyle olsun" demek kadar aptalcadir. Nasil piyasa ekonomisinde fiyatlari arz/talep belirlerse, partilerin mevcudiyetini, basarisini, basarisizligini arz (siyasetciler) ve talep (halk) belirler.


Abdullah Gul

Rektörlerin son aşamada Cumhurbaşkanı tarafından atanması doğru değil. Üniversiteler yeniden yapılanırken rektörlerin seçimi veya tayini ile ilgili yeni bir usül olması lazım. Bunlarda siyasi yarış gibi seçim olmaması lazım. Önemli olan bir üniversitenin rekabetinin büyümesinin gelişmesinin öne alınması lazım. Ben yeni bir sistemin getirilmesini, Cumhurbaşkanı’nın hiç bu işe karışmamasını arzu ediyorum.

Yanlis

ABD'de devlet okullarinin "mutevelli heyetine" atamayi valinin yaptigini soylemistik; Arkasindan rektorleri bu heyet atiyordu. Bu dogru bir uygulamadir, ve su anda dunyada isleyen en iyi universite sistemi ABD'de olduguna gore, bu sistem takip edilebilir. Vatandasin vergisiyle finanse edilen okullarda, vatandasin oylari ile basa gelmis birinin soz hakki olmalidir. Nokta. Sn. Gul Kemalist yobazlara kemik atmaya mi ugrasiyor? Benim tavsiyem, hic ugrasmasin.


Mahmut Ovur

Oysa küreselleşen dünyada teknoloji gelişiyor

Yanlis

Kuresellesme teknolojiyi gelistirmez


Mahmut Ovur

[..] meslek sahibi olmak önemli. Ülkeleri giderek yakınlaştıran küreselleşme süreci bu önemi daha da artırıyor.

Yanlis

Kuresellesme meslek ihtiyacini arttirmaz.

Yani kardesim, bir "kuresellesme yakinda k*cimizi da silecek" demediginiz kaldi.

Tekrarlayalim: Sebepler ve sonuclar birbirine karisiyor... Teknolojinin ve meslege olan artan ihtiyaclarin sebebi, beyaz yakali calisanlarin artiyor olmasi ve bu kisilerin olabilmesine sebep olan teknolojinin ortaya cikmis olmasidir. Beyaz yakalilarin hakim sinif haline gelmesi de transistor kesfi sonrasi bilgi sistemlerinin yayginlasmasi sayesinde olmustur. Artik 100 vasifsiz isci alacaginiz yerde, su anda Turkiye'de de ogretilen "mekatronik [1]" mezunu bir muhendis aliyorsunuz, meslek sahibi olan bu kisi yeni teknoloji kullanarak size uretim yapan robotlar insa ediyor. Bunlarin kuresellesmeyle ne alakasi var?

Kuresellesme zaten kesfettiginiz bir urunun "imalatini" parcalara ayirarak degisik ulkelere dagitmanizi saglayabilir. Kuresellesme sayesinde sermaye gidecek birden fazla ulke bulabilir, fakat bunlar "indirektin indirekti" turunden sonuclardir. Petrolun varili $200'e bir vurursa, o zaman nakliyat masrafi artar, hadi o zaman imalati "dagitin" bakalim. Boyle bir durumda kuresellesme "azalacaktir". Internet ile dunyanin oteki tarafi ile iletisime gecebiliyor olmak ta, bunu ulke ici yapabiliyor olmanizin dogal bir sonucudur. Muhakkak, kuresellesmenin kendine has bazi ek faydalari (ve zararlari) var, ama bu kavrami surekli "sihirli kelime (buzzword)" haline getirip alakasiz yerlere sokusturmak dusuncesel acidan cok verimsiz bir ugrasi bizce.


Suleyman Yasar

“Kalkınmak için önce yoksulluğu yenelim” görüşünün karşısına, 1998 yılı Nobel İktisat Ödülünü almış Amartya Sen çıkıyor. Ona göre özgür bir ortamda tartışılmaksızın fakirliğin nedenleri bulunamaz. Fakirlikten kurtulmak için de önce fakirliğin nedenlerini tespit etmek gerekir. Bu tespiti yapabilmenin yolu da bireysel hakların ve siyasal özgürlüklerin en geniş şekliyle yürürlükte olmasından geçer.

Dogru

Foreign Policy dergisinde bu konuyla ilgili cok guzel bir yazi cikti. Yazida Hindistan, Cin ve kismen Pakistan demokrasi/gelisim acisindan inceleniyor.

Hindistan ve Pakistan karsilastirmasinin sonucu zaten belli, bir tarafta demokrasi/otarsi arasinda gidip gelen acaip bir "askeriyesi olan ulke" degil "ulkesi olan bir askeriye" var [2], oteki tarafta dunyanin en buyuk demokrasisi. Kazanan taraf ortada.

Cin ve Hindistan karsilastirmasinda ise, ne kadar ozgurluk getirilirse, o kadar gelisim oldugunu goruyoruz. Siyasi olarak otokrasi altinda yasayan Cin, bir alanda ozgurluk sagladigi olcude gelisim sagliyor (serbest girisimlere verilen ozgurluk). Genel olarak hizli buyumus olan demokratik Hindistan'in yavasladigi zamanlar ise ne raslanti ki (!) ozgurluklerin kisitlandigi zamanlar oluyor, basbakan Indra Gandhi zamaninda (66-84 arasi) parti sistemine ciddi hasarlar veriliyor, demokrasi zarar goruyor, ve ekonomi tekliyor. Bu hatalari sonradan arkasinda birakan Hindistan, su anda kaotik, gurultulu, surekli inanilmaz ittifaklarin yapilip bozuldugu demokrasisiyle beraber hizla gelismeye devam etmekte.


Fehmi Koru

Kapitalizm gerçekten zaman zaman vahşileşebiliyor

Eksik

Futbolu ornek verelim: Bir futbol musabakasi zaman zaman sertlesebilir, bir takim cok faullu oynamayi secmis olabilir. Fakat bunun sonucunda o takimin oyunculari kirmizi kartlari yiyip disari cikmaya baslarlar (cikmalidirlar). Serbest piyasada, gayri legal isler yapmaya baslayanlar, bunun bedelini oder (odemelidir). Bunun yapilmamasi, sistemin kendisine zarar verir.


NTVMSNBC

[..] Her iki takımın da birer oyuncusunun yıldırım düşmesi sonucu öldüğü kaydedildi.

Terminoloji Yanlis

Bu hata, aslinda yaygin bir kaninin dile nufuz etmis olmasi ile alakali, direk NTV ile bir alakasi yok. Yine de bazi ek bilgiler verelim.

Simsek carpmasi sirasinda elektrik asagi dusmez, yerden yukari dogru cikar.

Evet, simsek olayi sirasinda yukaridan asagi gelen bir akim goruyorsunuz, fakat o akim negatif yuklu elekronlarin olusturdugu bir "oncu", arayici akimdir; Cok zayiftir ve fazla yokedici etkisi yoktur. Bu oncu, akabilecek en rahat yolu arar. O yol bulundugu anda, o yoldan, yerden baslayarak yukari giden cok kuvvetli derecede olan arti yuklu parcaciklar gider. Bu ikinci fazin siddeti 100 milyon volt derecelerine ulasabilir! Bu muthis enerji aktarimi sirasinda etrafta isinan hava oyle hizla genisler ki sonik patlama (sonic boom) denen olay vuku bulur - simsek sonrasi duydugunuz ses buradan geliyor.

Terim olarak "yildirim carpmasi" sozu bilimsel olarak daha uygun.


Hadi Uluengin

Şöyle ki, çoğu defa vesveseden öteye gitmese bile, Türkiye'de, alışılagelmiş laik hayat tarzına ilişkin kaygılar besleyen ve bu konuda çok duyarlı davranan önemli bir kesim yaşıyor. O halde, AKP'nin "damara basmak"tan sakınmasını ilkin siyaset pratiği gerekli kılıyor.

Yanlis


Gokhan Ozgun

Deşifre edince görüyorsunuz ki, nedense sürekli endişe içinde olan bir azınlığa, her parmak şaklattıklarında, 5 yıldızlı bir gönül rahatlığı temin edemezseniz, azınlık diktatörlüğü devam eder, demek istiyorlar.

Dogru


Taha Akyol

Şimdi aile hukuku geleneksel ama aile kurumu gittikçe iyi eğitimli çekirdek aileye dönüşerek modernleşiyor!

Cok kotu

Icinde oldugumuz modernite sonrasi cagda cekirdek aile kavrami yokolmaya yuz tutar. Su anda bile Amerika'da cekirdek aileler nufusun sadece %25'ini olusturmaktadir. Cekirdek aile endustriyel bir kavramdir; Ve endustriyellesme ideolojisi yokolmayi surdurdukce ona servis eden bu aile tipi de yokolmaya devam edecektir. Gunumuzde mumkun olan beraberliklerden, cocuksuz erkek-kadin, cocuklu tek anne, cocuklu tek baba, bekar kadin, bekar erkek gibi cesitlemeler azalmayacak, artacaktir.

Modernite gericiliktir.

[1] Su anda bu muhendislik dali Bahcesehir, Erciyes, Marmara gibi universitelerde bahsettigim isim altinda egitim vermekte (diger okullarda degisik isimlere burunebilir, kontrol muhendisligi, vs.)

[2] Pakistan ile hariciye cevrelerinde bu sekilde dalga gecilmektedir.


Ahmet Altan

Bir çağdan bir çağa geçiyoruz. Hayat neredeyse tümüyle değişmekte. Bütün kavramlar farklılaşıyor. Sınıf yapıları değişiyor. İşçi sınıfı sahneden çekiliyor. Ki bu gelişme insanlık tarihinin belki de en övünülecek, en büyük aşaması. Pek de uzak olmayan bir gelecekte insanlar, üretime bedenleriyle katılmayacaklar. Aletleri, aletler yapacak.

Dogru


AA

Bu, insanlık için büyük bir gelişme ama “sol” kesim için karanlık bir gecede “kutup yıldızını” kaybetmek gibi rotayı şaşırtan bir sonuç veriyor. Teorisini büyük ölçüde “işçi sınıfı” üzerine kurmuş bir ideoloji, işçi sınıfı yok olunca ne yapacak? Onunla birlikte yok mu olacak?

Bence evet


AA

Solun nihai amacı, “devletsiz, sınıfsız, mülkiyetsiz” bir “enternasyonalizme” doğru ilerlemektir. İşçi sınıfının bu “yolculukta” öncü seçilmiş olması, bu sınıfın “mükemmeliyetinden” ya da vazgeçilmezliğinden kaynaklanmaz. “Mülk ve iktidar” sahibi kapitalistlerin, durumlarından duydukları memnuniyetten dolayı daima “değişime” karşı çıkacakları varsayımından kaynaklanır. Bu varsayım, ilk söylendiğinde doğruydu.

Yani,..

Zannediyorum Altan'in varsayim olarak saydiklari bu paragraftakilerin tamami. O zaman katiliyorum.

AA

Ama, işçi sınıfının en azından teorik olarak Sovyetler Birliği’nde iktidara gelmesi, proletarya-burjuvazi çatışmasının devletler ve bloklar düzeyinde sürdürülmesi, bir rekabetin ortaya çıkması, bu rekabette ön almak ve galip gelmek isteyen kapitalizmin “tutucu” yapısını değiştirdi. Uzay yarışının yaşanması teknolojiyi geliştirdi, işçi sınıfına gerek kalmadı, Sovyetler çöktü ama kapitalistler de yapısal bir dönüşümden geçtiler.

Dogru


AA

Robotlarla ürettikleri çok fazla miktarda kaliteli mal birikti ellerinde. Bunu kime satacaklar? Tek bir ülkeye yetecek olandan çok fazlasına sahipler. O zaman, bütün dünyanın pazar olması gerekiyor. Devlet sınırlarının, gümrük duvarlarının ortadan kalması gerekiyor. Globalizm gerekiyor.

Olabilir

Bir iktisadi arastirmadan bu sonuclar cikarsa, reddetmem. Ek olarak kuresellesmenin iktisadi rasyonellikten kaynaklanan bir yan etki oldugunu da goz ardi etmemek gerekir. Liberal teoride sizde olmayan bir kabiliyeti baska bir yerden alirsiniz (esitlik olamaz, esitligin olmamasi zaten ticaretin temelidir, sizde olmayacak ki baskasi sizde olmayan bir seyi size verebilsin), bunun streoid almis hali kuresellesmedir denebilir. Tabii nakliyat masraflari burada cok onemli bir etkendir, ki bu da ticari rasyonalite baglaminda tartilan bir faktordur.


AA

Globalizm, sınırsız tek bir dünya demek. Peki, enternasyonalizm ne demekti? O da “sınırsız tek bir dünya” demekti.

Demek ki ..

Sn. Altan sol'un temel kavramlarindan birinin "bir baskasi" tarafindan hayata gecirildigini soyluyor. Aslinda bunun bir sonucu daha var: Her iki tarafin da savundugu bir olgunun varligi, bu iki tarafin birbirinden farkini, ve nihai analizde bu iki "seyin" ayri bir kavram olmasi gerekliligini zedeler.


AA

Yakında bizim bildiğimiz sınıflar ortadan kalkacak. İşçi sınıfının olmadığı bir dünya da burjuvazi de varlığını koruyamaz çünkü. Bu iki sınıf ancak birlikte var olabilirler. Burjuvazi de ya yok olacak ya da şimdiden tam olarak kestiremeyeceğimiz biçimde yapı değiştirecek. Zaten yapı değiştirmeye başladı bile. Artık, “mülk” sahipleri dünyanın en güçlüleri ve en zenginleri değil, yaratıcı fikir sahipleri onları geçti. Tek bir iyi fikirle, yoksulluktan zenginliğe zıplamak mümkün. Sadece bu gerçek bile kapitalist sınıfın nasıl bir çözülme içine girdiğini gösteriyor. Sonunda burjuvazi de yok olacak. Büyük bir ihtimalle bütün dünya “hizmet sektörü” denilen tek bir sınıfın içinde toplanacak, herkes birbirine hizmet edecek.

Dogru


Mülkiyetin ortadan kalkıp kalkmayacağını söylemek güç, belki yakın zamanda mülkiyet ortadan kalkmayacak ama “mülksüzlük” ortadan kalkacak, herkesin bir mülkü olacak.

Olabilir

Kategorik olarak mulk olur/olmaz diyemem. Mulk "daha az tercih edilir" olabilir, ama bunun "sahiplenme bedeli (cost of ownership)" ile bir alakasi olacaktir, ve yine, piyasa ekonomisini rasyonalizasyonu icinde tercih edilir/edilmez olacaktir. Bilgi islem dunyasindan bir ornek vereyim: Eskiden servis sunan koca koca bilgisayar sistemlerini "alir" ve "kurardik". Simdi, Amazon.com bir "server ciftligi" kavramini ortaya cikardi, Amazon gunluk milyonlarca Web istegini karsilamak icin zaten muthis bir bilgi-islem altyapisi kabiliyeti gelistirmisti, ah dediler, bunu baskalarina kira karsiligi acsak nasil olur? Ve bunu yaptilar. Artik servis makinasi "almiyorsunuz", mevcut Amazon yapisindaki servis hizmetini "kiraliyorsunuz". Bu pek cok sirket icin bir mulkiyet azalmasi anlamina gelmistir. Ama dikkat: Hala mulk sahibi olan birileri vardir. Bu artik biz degiliz ama, bizim "edinmedigimiz" kadar mulku baskalarinin edinmesi ve ona bakmasi gerekiyor, ki bu da, bu ornekte Amazon sirketidir.


AA

Yeni teknolojiler sayesinde dünyanın bütünü hatta belki uzayın bir kısmı insanların kullanımına açılacak. Belki de benim tahmin ettiğim gibi olmayacak başka gelişmeler yaşayacağız ama ne yaşarsak yaşayalım bu, geçmişin “iki sınıflı” yapısından daha eşitlikçi, daha enternasyonal, daha devletsiz, daha baskısız bir hayat olacak.

Dogru

"Devletsizlik" hakkinda bir soz: Liberalizm zaten devlet nufuzunun azaldigi bir duzeni savunur. Demek ki bu "ayirici nokta da" aslinda bir ideoloji tanimlamak icin yeterli olamaz. Tarihsel olarak liberalizm daha uzun sure, degismeden/yozlasmadan ayakta kalabildigine gore, o zaman liberal demokrasi hala basat ideoloji olmaya aday yegane dusunce tarzidir.


AA

Eğer sol, geleceği kavramak için “işçi sınıfı” anılarından hareket ederse, geleceğe değil geçmişe doğru yol alır.

Dogru, ve..

Bence bundan baska gidecek bir yeri de yoktur. Daha once belirttigimiz gibi, liberal demokrasi haricindeki yerlerde fazla oksijen kalmamistir - eger illa "degisik" olmaya suni bir sekilde ugrasirsaniz, ulasacaginiz yer Almanya'da bugun oldugu gibi "Die Linke" gibi bir olusumdan farkli olamaz. Yani, bakin adamin ismi bile bagira bagira "sol" diyor, fakat icerigine bir bakin, tam bir ideolojik timarhane. Anti-girisimci, anti-kapitalist, yabanci dusmani, ne turlu manyak ararsaniz var (hafiften bizim CHP'yi andiriyor). Degisik olacaksaniz, bundan baska bir sey olamazsiniz. Ki, siyasi tarihi nereden baksan bizden daha eski olan Almanya sol kelimesini kurtaramadiysa, bunu Turkiye gibi bir ulkenin yapmasi mumkun degildir. Acikca soylemek gerekirse, bizim gibi ikinci dunya ulkelerinin boyle sacmaliklara harcayacak vakti de yoktur.


AA

Ama kendisine “kutup yıldızı” olarak “değişimi” seçer ve rotasını ona göre ayarlarsa, yeni bir dünyanın yapılanmasında rol oynar, geçiş dönemlerinin acısını azaltmak için politikalar oluşturur. “Enternasyonalizme” giden tarihî yolculukta, yol gösterici olur. Her şeyin değiştiği bir çağda elbette sol da değişecek, bir kısmı geçmişin değerlerini ve sınıflarını savunmayı sürdürerek geçmişin ve tutuculuğun bir parçası haline gelecek.

Yanlis

Bence yokolmalari cok daha iyidir. Tabii ne isterlerse yaparlar, ama ideologlarinin "bu isin olmayacagini" artik acik bir sekilde farketmeleri lazim... Ve, sol olmazsa sag da olmaz, o zaman hepsi kullen tarihin coplugune. Tek dogru: Liberal demokrasi. Meritokrasi.

--

AA

Geçmişi savunarak ilerici olmak imkânsızdır.

Katiliyorum


Mehmet Altan

Sanayi sonrasi doneme gecerken uretim tarzi degisiyor. Uretim tarzinin degismesi demek, sosyolojik yapinin degismesi demek. Eskiden isci sinifi dogal cogunluktu. Ama teknoloji degistip kol gucunun yerini beyin gucu aldikca [..] cok daha yuksek kalitede ve cok daha verimli bir surece geciyorsun. O zaman ne oluyor? Isci sinifinin toplam nufustaki agitligi azaliyor. [..] Dunya komunizme gidiyor [1, sf. 179,184].

Neredeyse tam dogru

Sondaki yoruma gelinceye kadar cok iyi gidiyordu... Son satirda cuvalladi.

Ama oncelikle Mehmet Altan'i bilgi teknolojilerinin gelisinin tum yapiyi degistirecegini tespit etmesi dolayisiyla kutlamak gerekir. Son cumle elestirisine gelirsek:

Uretim metotu bazli sinif analizi yapmak, varacaginiz sonucun illa Marks'in vardigi sonuc ile ayni olacagi anlamina gelmez.

Bahsedilen metot Marks'in tekelinde degildir.

Bu metotu Toffler kullaninca bambaska bir yere varmistir, Marks kullaninca malum yerlere varmistir. Marks'in acikcasi kendi zamanini bile dogru durust analiz edemedigini goruyoruz. Isci sinifinin bir bilincinin olacagini gormus, ama bunun "proleter" bilinci uzerinden kesinlikle sosyalizm'e gidecegini zannetmistir. Bu kendi zamani icin bile kesinlikle dogru degildir!

Bizim analizimizdeki sinif bilinci vurgusu, ozgurluk, serbestlik tercihleri acisindan homojen bir gruptur, fakat cognatariat denen bu sinif, kulturel acidan kendi icinde muazzam cesitlilik gosterecektir. Bu grupta her turlu renk, din, irk, dil bulunacak, her turlu hobi, eglence, ilgi alani, aile cesidi mevcut olacaktir. Evet, cekirdek aileler modernite sonrasi azalacaktir, ama onlar da bir secenek olarak hala varolmaya devam edecektir. Bu grupta her turlu kazanc grubu, maasli calisandan, tekno-girisimci milyoner/milyardere kadar giden bir yelpazede, olabilecektir.

Evet, yayginlasan bilgi teknolojileri parasiz ekonominin birdenbire buyumesine yol acmistir; Mesela Linux fenomeni tamamen bu parasiz ekonomide olusmus ve parali ekonomide ses getirmis bir olgudur. Fakat, bu parali ekonominin yokolacagi anlamina gelmez. Para olmasa bile, talep edilen bir seylere odenen bir seylerin varoldugu bir sistem olacaktir, olmalidir. Cogunluk/tercih edenler icin mulkiyet te olacaktir.

Sn. Altan'a tavsiyem, eskiden hatmettigi ideolojilerin ise yarayan kismini tutup, diger kisimlari atmasidir [2].


Gokhan Ozgun

O esnada Türk aydını da Anadol’a benzeyen teoriler üretmektedir. Osmanlı’nın ‘feodal’ yapısından bahseden, bir teori arzusu ve hayaliyle üretilen, ama tıpkı Anadol gibi bin şahit isteyen teoriler. Bir gün Anadol’un otomobil olamadığı, ‘feodal Osmanlı’nın ise teori bile olmadığı bir takım ‘sapkın’ kişiler tarafından farkediliverir.

Dogru

:) Hakikaten Osmanli'da feodallik falan yoktur. Osmanli buyumelerine izin verilmeyen, kucuk topraklarin, kucuk koylulerin sistemidir. Koylu zaten buyuyebilse, "girisimci tarimci" gibi bir seylere donusse, verimini arttiracaktir, fakat bunu yapamaz, yapmasina izin verilmez. Cumhuriyet'te bu uygulamayi devam ettirmistir, ek olarak cok partili sistem sirasinda populist politikalarla oylari toplanan ama hicbir zaman fazla buyuyemeyen (ve boylece sistemden daha fazla ozgurluk/vs isteyecek seviyeye gelemeyen, hep devletin eline bakan) koylulerin varligi merkezin isine gelmistir.

Feodalligina izin verilen tek yer Guneydogu'dur (cunku Osmanli onu bu durumunu muhafaza etmesi karsiliginda bunyesine dahil edebilmistir) ve en cok "problemin" ciktigi yer de, ne raslantidir ki (!), burasidir. [1, 239].


Etyen Mahcupyan

[..] söz konusu otoriter laiklik, insanların inançla olan bağlarını eşitlikçi bir bakış içinde değerlendirmek bir yana, dindar olanla olmayan arasında bir hiyerarşi üretmiştir. Buna göre ‘laikler’ ‘Müslümanlar’ın’ üzerinde yer almaktadırlar ve yönetme imtiyazına da ‘doğal olarak’ sahip olmaları gerekmektedir. Bunun bariz bir ırkçılık türü olduğu, siyasi çizgisinin ise ancak faşizan olabileceği ise nedense idrak edilememiştir.

Bunun muhtemel nedenlerinden biri söz konusu yaklaşımın devlet şemsiyesi altında ‘rasyonel’ kılınmış sayılmasıdır. Diğer bir deyişle devletin hem dindarlığı hem de laikliği daha iyi ‘bildiği’ varsayımının yarattığı rahatlama sayesinde, laik kesim ‘bilimsel ve doğru’ olan tavrı sürdürdüğünü sanmıştır. Devletin bilgisinin billurlaştığı kurumlar ise yargı ve diyanettir... Birincisi laikliğin, ikincisi ise dindarlığın ‘bilirkişisi’ olan bu cüppeli kurumlar, bize her iki alanın da ‘doğru’ tanımlarını vermekte ve hizada durmamızı sağlamaktadırlar.

Böylece dindar kemalizmin ideolojik sonuçlarından birinin kemalist Müslümanlığın oluşturulması olduğu öne sürülebilir. Bilindiği gibi kemalistler dindarlığa temelde karşı olmadıklarını hep söylerler. Ancak bunun nasıl bir dindarlık olması gerektiğini de yine sadece kemalistler bilmektedir. Bugün halen yargı bizi ‘doğru’ laikliğe, Diyanet ise ‘doğru’ Müslümanlığa davet eden akil kurumlar olarak öne çıkarılmakta. Nitekim yargı başörtülü kadınların üniversiteye girmesinin laikliğe aykırı olduğunu söyleyerek bizlere ‘gerçek’ laikliği hatırlatıyor... Diyanet ise bir müftünün geçenlerde sarf ettiği sözlerle Türkiye toplumuna “gerçek dini anlatmaya çalışıyor.”

Katiliyorum


Bir IETT Soforu

“Direksiyon kitlendi, o sırada cep telefonu kullanan olup olmadığını bilmiyorum” (Taksim-Sarıyer hattında çalışan Mercedes marka İETT otobüsü direksiyonunun kitlenmesi sonucu dün öğleyin kontrolden çıkarak ağaca çarpan, biri ağır 20 yolcu yaralandıgi kazadan yara almadan kurtulan otobüs şoförü)

@#$@#

Direksiyonda ABS mi var, okuz herif? Bu peri masalinin bu kadar yayilmis olmasini sebebi bu zaten, tum sofor hatalari, alakasiz baska arizalar herkesin bildigi zannettigi bu "tek ilginc aciklama"'ya baglaniyor. Sarampole yuvarlandim.. ah, ama o sirada yolcunun birinin telefonu caliyordu. Tam bir geri zekalilik ornegi. ABS uzerinde de boyle bir etki yok zaten.

[1] Asal, Defne Er, Ikinci Cumhuriyetin Yol Hikayesi: Mehmet Altan, Hayykitap, 2008

[2] Ki bu da Marksizm'in cogunlugudur ne yazik ki.


Atilla Yayla

Diger taraftan, evrensel gecerliligi olan degerlerin Turkiye'de kok salabilmesi icin mutlaka yerli kaynaklarla irtibatlarinin kurulmasi gereklidir. Sosyolojik olarak bu bir gercektir. Eger bu degerlerin Turkiye'de hicbir sosyolojik tabani yoksa, bu degerleri hayata aktarmak yolundaki cabamiz meyvesiz kalmaya mahkumdur. Ben kendi cecevemde, kendi bakis acimda, Turkiye'ye dondugumde bu evrensel degerleri ozellikle irtibatlandirmak istedigim iki kaynak goruyorum; Birincisi Islam. Burada kasteggitim Islam bir din larak Islam degil, dini de kapsayan bir kultur. Dini gelenekleri, din adi verilen belki dinle fazla irtibati olmayan bircok seyi de kapsayan bir sosyolojik vakia olarak Islam. Eger liberalizm, piyasa ekonomisi, liberal demokrasi gibi degerlerin Islam'la hicbir sekilde bagdasmaz oldugu yolunde bir kanaat Turkiye'ye hakim olursa, pesinin soyleyelim ki, bunlarin hicbir sansi yoktur.

Ikinci yerli kaynak Ataturk'tur. Burada da Ataturk'u sadece kendisinin sozleri ve icraatlari anlaminda almiyorum. Bugun hayatini Ataturk'le temellendiren, temel referansi Ataturk olan milyonlarca insan var. Bu insanlar bir sekilde kendi hayat sistemlerinin, kendi hayatlarinin Ataturk etrafinda dondugunu dusunuyorlar. Bu anlamda da Ataturk'un gorusleri ve uygulamalari ile liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi arasinda isler bir bag kuramazsak Turkiye'de yine liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin kurulma sansi zayiflar [1, sf. 17]

Yanlis

Bahsedilen irtibatlandirmalardan din ile yapilacak olani hafif derecede faydali olabilir; fakat Islam'in temeli zaten serbest piyasa, bilim, objektif gerceklik ile zit degildir. Bir toplumun isleyisi ile alakali ile diger kurallar vardir, ama gunumuzde bu kurallarin kanunda kodifiye edilip edilmeyecegi meclise devredilmistir, "her dine/bireye esit uzakliktaki" liberal hukuk devlet anlayisi bunlardan bazilarini hayata gecirir, bazilarini gecirmez, demokrasinin ortaya cikardigi meclis aritmetigi bunu tanimlar. Din zaten bireysel bir olgudur, bireyin inanisi "secmis" olmasi gerekir, bundan sonrasi da bireyin bilecegi istir.

Baglantilarin ikincisi hakkinda yapacak tek sey, daha once belirttigimiz gibi, gercekleri insanlarin onune koymaktir. Cumhuriyetin 1939 yilinda kadar uyguladigi politikalarin demokrat ve liberal oldugunu savunmak zordur, ve bu durum apacik bir sekilde, karsi tarafi uyutmaya calismadan ortaya konulmalidir. Mustafa Kemal'in etrafindan olusturulan kultun gereksiz oldugu ortaya konulmalidir. Bir ideolojinin dogmasi icin en talihsiz zaman araliklarindan biri olan 1920/30'larda sekillenen bir sistematigin, gunumuzde hayatta kalma sansinin olmadigi gosterilmelidir. Kemalizm, surekli elektrik soku ile hayata dondurulmeye ugrasilmamalidir.

Insanlar bunu anlamiyorsa, bunun ilaci zamandir. Gordugunuz gibi CHP kodamanlarindan Mustafa Ozyurek kendi oz kizini bile ideolojisi hakkinda ikna edemiyor (Esra Ozyurek Modernlik Nostaljisi adli Kemalizm'i yerden yere vuran kitabin yazaridir); Yani nesilden nesile azalmasi zorunlu olan Kemalist demografisi, bu dinamik uzerinden iyice cilizlasacaktir.


Mustafa Akyol

Burada ilginç bir benzerlik vardır: ‘Niçin geri kaldık’ sorusuna ‘din yüzünden’ diye kestirme ve yüzeysel bir cevap veren laikçiler, aslında aynı soruya ‘dinden uzaklaşma yüzünden’ cevabını veren siyasal İslamcılarla aynı yanılgıya düşmektedir. Zaten her iki yanlış cevaptan da aynı derecede yanlış totaliter siyasi projeler çıkmıştır: Laikçiler devlet eliyle dini toplumdan kazımayı, siyasal İslamcılar ise yine devlet eliyle zoraki dindarlık yaratmayı hedefler. Bir taraf dini ‘her sorununun kaynağı’ zannederken, öteki taraf ‘her sorunun çözümü’ gibi algılar.

Bugün Türkiye’de ‘siyasal İslamcılık’ akımını büyük ölçüde aşmış durumdayız. Artık ‘İslami kalkınma modeli’nden söz eden pek kalmadı. Dindarların çoğu, ekonominin veya siyasetin kendi içinde kuralları olduğunu anlamış durumda. Ama tabii ki demokratik bir düzen içinde dini değerlerini ifade etmek, inançlarını özgürce yaşamak ve savunmak istiyorlar. Bu da en doğal hakları.

[..] laikçi vesayetin medyadaki savunucuları ise pek çok toplumsal sorun karşısında, bunların gerçek kökenlerini anlamaya çalışmak yerine, faturayı doğrudan ‘dincilere’ ve hatta dine kesmeye devam ediyor. Konya’daki Kur’an kursu binasının yıkılması ve 18 küçük çocuğumuzun elim bir biçimde yaşamını yitirmesi üzerine yapılan bazı yorumlar, bunun iyi bir örneği. Yıkılan binanın çürüklüğünü ‘gerici zihniyet’e bağlayan, sonra da ‘bu çağda Kur’an mı öğrenilirmiş’ diye çıkışanlar, ülkemizdeki pek çok ‘laik’ binanın da gayet çürük olduğunu, bu faciada karşımıza çıkan ihmálkarlık, vurdumduymazlık, sakillik gibi problemlerin dinle doğrudan ilgisi olmayan birer ‘Türkiye sorunu’ olduğunu görmezden geliyor.

Ve bu yüzeysellikleriyle ayrı bir ‘Türkiye sorunu’ olmaya devam ediyorlar...

Katiliyorum


Ergun Babahan

Aslında YÖK'ün bugünkü rektör atama sistemi son derece yanlıştır. Çünkü, seçim adı altında kadro dağıtımı yapılmakta, en çok kadro dağıtan aday, kendisi olmasa bile eşini seçtirecek güce ulaşmaktadır. Birkaç üniversitede bu dönem çıkan bu tablo, akademik dünya için yürek paralayan bir tablodur. İkinci olarak seçimde bilimsel kriterler arka planda kalmaktadır. Bu işin doğrusu, tüm üniversitelerin vakıf statüsü alması ve rektörlerin oluşturulacak mütevelli heyetince atanması olabilir.

Neredeyse tam dogru

ABD universite sistemine gore ozel universitelerin rektoru mutevelli heyeti tarafindan atanir.

Devlet universitelerinin mutevelli heyetinin uyelerini eyalet valisi (bizde bu Cumhurbaskani olurdu) direk atar. Universite icinde oy verme sacmaligi yoktur, heyet istedigi adami universitenin icinden, disindan, nereden bulursa alir, kut diye rektorluk koltuguna yerlestirir.

Bu sekildeki atamanin yapilmasinin onemli bir sebebi rektorlugun ABD'de CEO'vari bir is olmasidir, okula "arastirma parasi (grant)" cekebilmek gibi isleri, ve idari (executive) bazi sorumluluklari vardir. Tipik olarak boyle islerden hocalar kacarlar. Arastirma istegi ile yanip tutusan hicbir akademisyen oyle idari, bazen kirtasiye ve cogunlukla "insan iliskileri" gerektiren islere girmek istemez. Dekanlik yaptirmak icin bile hocalarin arasindan zor adam bulursunuz, rica minnet gelirler, hemen gitmek isterler. Turkiye'de ikinci kez "secilmek" icin cirpiniyorlar.

En onemli isi arastirmak olan bir universitede boyle maskaraliklar olamaz.


Türkiye, sermaye birikimi ve burjuvalaşma sürecini henüz bitirmemiştir. Bitirmek ne kelime, o sürece daha yeni girmiştir. "Solun sırası değildir" yani! Henüz gelmemiştir.

Yanlis

Iktisadi olarak (Ardic'in belirttigi gibi) uretim araclarinin kollektif sahiplenmesini savunan sol'a, hicbir zaman sira gelmeyecektir... Arka bahceleri olan mavi yakali isci kesimi gelecekte cok az sayida olacagi icin bir sol partiyi iktidara tasiyamaz gucte olacaktir... "Sosyal hizmetlerin" verilip/verilmemesi konusu da bir sol hareketi tanimlamak icin yeterli degildir.. Onu liberal partiler de yapar, ki yapiyorlar zaten. Bu fark silinmesi durumunu Ardic ta belirtmis; tabii eklemek lazim, farklarin silinmesi, "sol" denilen seyin kimliginden vazgecmesi sayesinde gerceklesmistir.

Bundan oteye, bizce, "sag", "sol", "burjuva" gibi kelimeler girmekte oldugumuz cagi aciklamakta kifayetsiz kalacaklardir.

[1] Yayla, A., Kemalizm Liberal Bir Bakis, 2008, Liberte Yayinlari


Fehmi Koru

[..] kıbleyi Çin'e çevirenler de en vahşi kapitalizmin

Eksik

Vahsilik sozu biraz abarti... Fehmi Koru'da anti-Amerikanciliktan tetiklenen bir anti-kapitalizm egilimi seziyorum. Her seyin merkezine Amerikan karsitligini (dis politika baglaminda) koymaya ugrasmak gibi garip bir egilimi var, ve takip eden tum diger fikriyatini bu "ilk tercih" renklendiriyor gibi..

Cengiz Candar'in bir nevi ayna yansimasi (o da surekli ABD dis politikasini hep hakli, ve "aydinlanmis" buluyor).

Koru, iste bu ABD karsitligindan kaynaklanan bir sekilde Gurcistan saldirisi sonrasi Rusya'yi hakli gorme yoluna gitti (dusmanimin dusmani dostumdur). Bu bir dusunce sistematigi hatasidir. Rusya'nin Gurcistan'a saldirmasinin McCain'e yaramasi icin tetiklendigi de "her konuyu tek merkeze baglamaya calisan" bu garip marazdan kaynaklanmaktadir...

Yanlis anlasilmasin, bir sinif olarak entegrator elit ulkesinde ve dunyada her turlu pisligi yapmaya kadirdir, Kennedy suikastinin sorumlusu da onlardir, Irak'a petrol icin ordularini sokmuslardir. Fakat olurlugu yuksek komplolar var, olurlugu dusuk komplolar var.

Onemli olan bu ikisini birbirinden ayirtedebilmek.


Deniz Gokce

Çin’de 1978 yılında yapılan devrimde, değişimi eleştirenler de var. Ama lider Ping aşağıdaki sözler ile eleştirileri susturuyordu. Kapitalizme dönüldüğü eleştirisine karşı “Kedinin rengi değil, fareyi tutup tutmaması önemlidir.” Veya pürüz ve sorunlara karşı da , “Pencereyi açtık, temiz hava geldi, ama sinekler de girecek tabii!”diyordu ! Ne kadar haklı olduğu bugün Olimpiyatlar’da gözükmekte!

Dogru


Engin Ardic

Şöyle bir kanıyı yaygınlaştırmaya çalışıyorlar: Halk, AKP yönetiminden kurtulmak için yanıp tutuşmaktadır! AKP yüzde 47 oranında oy almış, hemen ardından yapılan bir anayasa değişikliği referandumunda bu oranı yüzde 70'e çıkarmıştır ama bu "geçici" bir sonuçtur. Cahillikten olmuştur. Halk pişmandır. Bugün bile yapılan anketlerde oyları yüzde 48 çıkmaktadır ama anketi yapana "oha" deyip geçmek gerekir. Hele yeni bir sol parti, halkın dört gözle beklediği mucize kurtarıcı olacaktır. Çünkü halk "sol, sol" diye neredeyse aşermektedir! Belki o kadarına bile gerek yoktur, şu CHP bile Deniz Baykal'ın elinden bir "kurtarılsa" şaha kalkacak, AKP'yi silip süpürecektir. Ya da yeni bir parti "yeni şeyler söyleyecektir" ve mesele kalmayacaktır.

Hani belki sosyalizm bile kurulacaktır ha... Halk bilinçlenmiştir, artık "dikey hareketlilik" ve "yatay hareketlilik" istememektedir! Toplumun üstündeki ölü toprağını yüzyıllar sonra nihayet silkip canlanması onu yormuştur. Köylü şehirlere gelmekten vazgeçmeye gönüllüdür, yerinde oturacaktır... Hele hele "sınıf değiştirmeyi" bir daha hiç mi hiç aklından geçirmemekte kararlıdır! Artık gözü doymuştur, yerini bilecektir. Hatta belki de halk, bürokrasinin ona sunduğu yokluğu ve yoksulluğu, aşağılanmayı, hor görülmeyi çok özlemiştir... Hatasını anlamıştır, artık efendilerine başkaldırmayacaktır. Boyundan büyük işlere kalkışmayacaktır. Bilinçlenmemekte direnen de "eğitim yoluyla", örneğin Köy Enstitüleri'ni yeniden açarak falan, nasıl olsa bilinçlendirilir. Olmazsa miting düzenler, beş yüz bin kişiyi beş milyon gibi gösterir, seçmeni etkileriz. Fakat buna gerek de yoktur, çünkü halk ilk fırsatta AKP'yi sırtından kendiliğinden atacaktır. Belki de "sotaya" yatıp AKP'nin "çuvallamasını" beklemek bile yeterli olacaktır, bir ekonomik kriz, belki bir savaş falan... Böyle sanıyorlar. Böyle sanmak hoşlarına gidiyor.

Dediğim gibi, çok şükür bu ülkede artık yanlış yapanı asıp kesmiyorlar. Kendini kandırandan vergi de almıyorlar. Geriye, yeni şeyler söylemek isteyip de söyleyemeyenlerin dokunaklı güdüklüğü kalıyor.

Dogru

Yazinin tamami, tam isabet.


Murat Belge

Ayrıca, “burjuva” dediğimiz demokrasinin bazı edinimlerini yaşamadan, “sosyalist demokrasi” kurmanın ne kadar imkânsız olduğu, gözümüzün önünden akan “tarih şeridi”nde kanıtlandı, hâlen de kanıtlanıyor

En azindan tutarli

Hah! :) Belge'yi en azindan kulliyata sadik oldugu icin kutlamak gerekir. Cunku, evet, Marksizm'e gore kapitalizm evresi yasanmaliydi ki sonraki vaadedilen "sosyalist cennet"'e kavusulabilsin. Hatta sosyalizmin iktisadi olarak isletilmesinin imkansiz oldugunu nihai olarak ispatlayan Mises, bunu yaptigi kitabi Sosyalizm'de Marksistleri bu acidan elestirir: "Madem gecilmesi gereken bu evre var, o zaman tum mulkiyet haklarini desteklemelisin, sendikalasmaya karsi cikmalisin, en ultra-kapitalist sen olmasin!" mealinde sozler soyler.

Sosyalistler acisindan bunlar tabii ki cok zavalli dusunceler, ama tutarlilik acisindan bu isin takipcilerinin boyle yapmalarinin zorunlulugu bir gercek.

Daha once dedigimiz gibi, Murat Belge bu sekilde ne kadar cok koyunu pesinden suruklerse, ulkeye o kadar cok iyilik yapmis olur. Liberal demokrat olsunlar, sonra beklesip dursunlar.

Bir ek daha: Bu bir "sonraki evre" icin alakasiz baska bir is yapma durumu baska nerede var biliyor musunuz? ABD'de Hristiyan Siyonistler denen akimda... Bu adamlarin inancina gore en son Yahudi Israil'e dondugu anda, kiyamet olacaktir ve Hz. Isa geri gelecektir. Bu yuzden Hristiyan Siyonistler ABD dis politikasinda Israil'i kayitsiz sartsiz savunurlar ki, tum Yahudilerin donebilecegi bir Israil olsun, ve donus sonrasi Hz. Isa geri gelebilsin ! :)

Kirk turlu inanc var dunyada..


Emre Akoz

Hiçbir rektör atamasında (ya da seçiminde), kişinin yazdığı makalelere ve bu makalelerin uluslararası düzeyde kaç atıf aldığına bakılmaz. Niye? Cevabı çok basit: Çünkü mesele o değil! Bir rektör atanırken ya da seçilirken, " Bu kişi üniversiteyi iyi yönetir mi " diye düşünülür. Tabii "iyi yöneticilik" de bakış açısına göre değişir. Kimine göre iyi yönetici olacak bir rektör, başkasına göre kötü yöneticidir. Bir akademisyenin, dünya çapında kitap ve makaleler yazması, onun " iyi yönetici " olacağı anlamına gelmez . Eğer öyle olsaydı, özellikle doğa bilimleri alanında Nobel Ödülü kazanmış her bilimciyi rektör yaparlardı. Nasıl futbolda, "teknik direktör" aranırken, "acaba eskiden iyi topçu muydu" diye sorulmuyorsa, rektör atamasında da " acaba bilimsel faaliyeti üst düzeyde mi " diye bakılmaz.

Katiliyorum


Mustafa Akyol

Önce, kendilerine katıldığım tek bir nokta var, onu söyleyeyim: Tarikatlar gerçekten de çoğu zaman bireyselliğe izin vermez, birey yerine ‘cemaat’i ön plana çıkarır. Bireyselliğe değer veren bir insan olarak da, bunu pek tasvip ettiğimi söyleyemem. Her insanın tek başına Allah’a karşı sorumlu olduğunu öğreten İslamiyet’in de aslında bireyselliğe yakın durduğunu düşünürüm.

Ancak bu durum, tarikatların demokrasiye engel olduğu anlamına gelmez. Çünkü demokrasi, her vatandaşın kendini birey olarak tanımlamasını gerektirmez. Aksine demokrasi, herkes vatandaşın, kendini her ne şekilde tanımlıyor ise o şekilde siyasi sisteme dahil olması anlamına gelir.

Bizim laikçilerin anlamadığı şu: Demokrasi, bir toplumda ‘olması gereken’den değil, hali hazırda var olandan yola çıkılarak kurulur. Tarikatlar ve dini cemaatler toplumun bir gerçeğidir. Bunları yasaklayarak, tehdit ederek veya yok sayarak demokrasi değil ancak diktatörlük kurabilirsiniz.

Dogru

Bahsedilen kisilerin "bireyci" soylemindeki cakalligi gormemek mumkun degil. Aslinda sunu yapiyorlar: Demokrasi icin "dort dortluk birey" gibi bir sart koyuyorlar (ve o "dort dortun" tanimi her zaman onlara ait) ki, toplumda ona uymayan her ornegi gosterebilip "bak hazir degiliz iste!" diyebilsinler.


Gokhan Ozgun

Eski provokatif kralcı, yeni siyasetini belirliyor. İşte o gün, Türkiye’nin AB’ye olmasa bile Avrupa’ya girdiği gündür. Ve Türkiye’deki siyasetin ‘yeni kralcı’ yolunun ve dilinin netleştiği gündür. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde duracak olanlar artık ‘Avrupalı’ bir dil kullanacaklar. Eski kralcılar artık kendilerine yeni bir jargon yaratacaklar.

Muhtemel

Bir ustteki yazida anlatilanlar bunu ispatliyor galiba.


Ozdemir Ince

Milliyetçi, mufazakâr, dinci yani toptan sağcı bir muhitte [..] özellikle bir yazar ya da sanatçıyı yerle bir etmek (!) için kullanılan bir cümle vardır: “Bu toprakların adamı değildir!” Nereden baksan kafatasçı ırkçı, din, dil, soy ayrımcısı bir kafanın yarattığı papağan dillilerin de sıkışınca kullandıkları bir formüldür bu [..]

Ilginc

Madem oyle, o zaman sayin Ozdemir Ince Mustafa Kemal'e de papagan dilli mi diyor? Cunku Mustafa Kemal de bir kafatasciydi. Bunu iyi ya da kotu olarak tanimlamiyorum (sadece bugune gore yanlis -siyasi baglamda-), bu gorus zamanin moda goruslerinden biriydi. Mustafa Kemal, Turk milletinin "brekisefal" (bir kafatasi sekli) yapida oldugu, tum irklarin Turk'lerden turedigi gibi teorileri desteklemisti... Hatta, Mimar Sinan'in brekisefal yapida olup olmadiginin anlasilmasi icin mezarini actirmis, ve kafatasinin olcturulmesini saglamisti. Sinan'in tanimlara uydugu anlasilinca zamanin ilim adamlari oldukca rahatlamistir [1]


Orgeneral Ergin Saygun

Nizam-ı Cedid (yeni düzen) ordusunun eğitim kışlası olarak kurulan Selimiye Kışlası’nın tarihine atıfta bulunarak ordunun Osmanlı tarihinde oynadığı yenilikçi, moderleşmeci geleneğe

Dogru secim degil

Nizam-i Cedid'in egitimini salak Fransizlar vermistir, yani yenilikcilikten ziyade, Ordu'muzun baslangic halinin ideolojik kafa karisikligini temsil edebilirler ancak. Neyse ki sonradan NATO uzerinden ABD ile munasebetler sayesinde kafalar biraz "modernite sonrasi" ayarinda calismaya basladi [2].


Hadi Uluengin

[..] "sol"un içinden çıkmış olduğu özgürlükçü ve liberal gelenekten kopması [..]

Dogru

"Sol denen seyin" baslangici hakikaten liberalizm ile baglantilidir. Fakat bu insanlar sonradan "emekcinin ezilmesi" hissiyati uzerinden (cunku orada bir "ozgurluk ihlali" goruyorlardi, adamin onceki hayatina kiyasla kosa kosa bu ise girdiginden haberleri yoktu, simdi Cin'de ayni hatayi yapiyorlar) kendilerini baska bir frekansta buluverdiler. Daha sonra kollektivist ideolojiler hem sag'i hem sol'u fena derecede bozdu. Sag icin irkcilik, asiri dincilik vs. gibi sacmaliklar eklendi.

Benim tavsiyem: Bu dilleri "kurtarmaya" ugrasmayalim. Cagimizda artik tek dogru var: Liberal demokrasi ve meritokrasi.

Bunu savunanlar var, bunun karsisindan olanlar var. Bu is bu kadar basit. Siyah, beyaz. Iceride, disarida. Akillica, aptalca.

[1] Türkçü Dergi, 92. sayı, Ekim 2005

[2] Emekli Org. Hilmi Ozkok'un NATO ile iliskilerin TSK'yi temelden degistirdigi hakkinda soylemleri vardir.


Derin Dusunce'de Ferhat Kentel'den guzel bir yazi

http://www.derindusunce.org/

http://www.derindusunce.org/2008/08/26/40-yil-sonra-yeniden-68/


Askerlik yaptiktan sonra rock muzisyeni olan ilginc kisilik James Blunt'in bir sure once bir yazisini okumustum. Blunt, meger 1999 sirasi/sonrasi Kosovo'da carpismis; Ve o zamanlarda hatirlanabilecegi uzere bir Pristina hikayesi vardi. Ruslar kel alaka bir sekilde savasin ortasina damlayip Pristina havaalanini "ele gecirmislerdi". Bu olay hakkinda Blunt'in anlattiklari soyle:

"NATO bombalamayi durdurduktan sonra, Pristina'ya gitmemiz ve havaalanini ele gecirmemiz soylendi - fakat Ruslar oraya bizden once gelmisti. NATO kuvvetlerinin basi olan General Wesley Clark'in bize hemen Ruslari oradan cikartmamizi emrettiginin hatirliyorum, hatta "yokedin" kelimesinin kullanildigini hatirliyorum. Bu asirilik Ingiliz general Michael Jackson'a bu emre karsi gelmesi icin yeterli sebep verdi zannediyorum, Clark'a soyle cevap verdi: "Sen dedin diye 3. dunya savasini baslatmayacagim". Ben o havaalanina erisen ilk Ingiliz askeriydim, o yuzden Jackson'un bunu soyledigini acikca dogrulayabilirim. Sonra Jackson'un aklina cok parlak bir fikir geldi; Bizim guclerimiz alani iki gun icin terketti, ama sonra geri geldik. Ruslarin ne suyu, ne yiyecegi ne de bunlari alabilecekleri lojistik destekleri vardi, ortada kalmislardi, baktilar bizim yardimimiza ihtiyaclari var, bize gelmek zorunda kaldilar. Havaalaninin kontrolunu boylece ele gecirdik."

Kissadan hisse: Ruslarin haldir huldur ortama dahil olma gibi bir aliskanliklari var... Fakat uzun vadede kazanan onlar olmayabiliyor.

http://www.newsweek.com/id/143676


Oyun yazicilarinin caninin sıkılmaya basladigini bu oyun ismini gordukten sonra anladim: Bus Driver for PC. Yani "Otobus Soforu". Evet, yanlis duymadiniz, bu oyunda canavarlar ya da kung-fu ustalari ile carpisip dunyayi yokolmaktan kurtarmiyorsunuz, ya da bir Galaktik Imparatorlugunu insa etmeye ugrasmiyorsunuz. Bu oyunda sadece otobus soforlugu yapiyorsunuz.Caddelerde ilerleyip, trafikte sıkısıp duraklarda yolcu bindiriyor, indiriyorsunuz. Bazen yagmur yagiyor, bazen camur oluyor. Cocuklari okullarina yetistirmeniz gerekiyor. Hah! Peki kardesim, bundan sonraki oyun ne olacak yahu? Hademe for PC? Isportaci for Windows? (Bu islere saygisizlik gibi olmasin..... -hmm.. peki olsun-).Ve sunu da soyleyeyim, bu oyunun da musterisi oldugundan hic suphem yok. Bu durum aslinda bize hayat hakkinda bir sey daha soyluyor ; Eger su anda oldugumuz yasam da bir nevi oyunsa, bu oyunda farkli seviyelerdeki "oyun turlerine" istek olmasi bu benzerlikten yola cikarak anlasilir olmali. Otobus soforlugu yapmak gibi banal bir is bile musteri bulabildigine gore! Aslinda dusunursek, otobus soforlugu bir madende iscilik yapmaktan daha zevkli bir is olabilir. Surekli geziyorsunuz, manzara degisiyor yani, sehir yasamini yakindan takip etme sansiniz oluyor... Neyse.. :)Bus Driver for PC! Inanilmaz..


IETT otobuslerinde soforlerin, cep telefonu ile konusan yolculara ihtarda bulundugu gibi bir haber aldik. Bu ihtar ve varsa yasak, tamamen bir sacmalik uzerine kurulu - cep telefonlarinin ABS frenlerine zarar vermesi gibi bir durum yok. Bu bir peri masalidir. Insanlar da aptal degiller, Internet'ten bakmislar, ve boyle bir durum olmadigini gormusler, soforleri dinlemiyorlar. Haklilar da.Soforlere bu durum anlatilsin, eger varsa yasak kaldirilsin. Yoksa halkin icinde hirgur cikmasi icin bir sebep daha ortaya cikacak. Aktarilan hikayede yolcu ve sofor birbirlerine bayagi bagirip cagirmislar, "en zengin semtlerimizin birinde" isleyen o yesil klimali otobuslerin birinde. Yani sicak insanlarin basina vurmus diyebilirsiniz, ama o degil.Bizden soylemesi.Bazi baglantilar [1,2] (1. baglantidan bir alinti altta)İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Elektronik Fakültesi Elektronik Haberleşme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Melih Pazarcı, cep telefonunun araçlardaki ABS fren sistemini etkilemesi nedeniyle kaza yapılması ihtimalinin yüzde 1’in altında olduğunu söyledi.

Cep telefonunda, konuşmanın yapıldığı noktayla, baz istasyonu arasındaki mesafenin ve konuşmanın aracın neresinde yapıldığının önemli olduğunu anlatan Doç. Dr. Pazarcı, ancak bu etkinin de sınırlı olduğunu ifade etti. Doç. Dr. Pazarcı, şunları kaydetti: “Cep telefonuyla görüşme yapan yolcu ön koltukta dahi olsa etkileme ihtimali çok büyük değil. Cep telefonunun ABS fren sistemini etkilemesi nedeniyle kaza yapılması ihtimali yüzde 1’in altında. Diğer kaza nedenlerinden, örneğin hatalı sollamayla kaza yapma ihtimalinden daha az. Trafik sorunlarının içinde sıralamaya bile girmez.


Eski Sovyet ulkelerinden olan Gurcistan, halen Rusya'nin oyun alani olmaya devam ediyor. 90'li yillarda AB/D Rusya'nin eski uydu ulkelerine karismasina ses cikarmiyordu, fakat isler degismeye basladi. Oncelikle Rusya eski uydularini Ingiltere Commonwealth usulu biraraya getirip bir etki rejimi kurup ama ayni zamanda onlarin istikrarli olmasini saglayacagi yerde, kendi imparatorlugunu yiktigi gibi, bu ulkeleri de sanki ayni yikima sureklemek ister gibi davraniyor. Eski aliskanliklar kolay olmuyor, Ruslar hala bolgede en iyi bildikleri oyunu oynamaya devam ediyorlar: Divide et Imperium [1].

Gurcistan'da simdiye kadar neler yaptilar? Rusya, oncelikle Gurcistan'in kuzeyindeki Abkhazya'da ayrilikci bir teror orgutune para ve silah yardimi yapiyor. Ayrica, Guney Ostenya'da Rus asilli Gurcistan vatandaslarina Rus pasaportu dagittilar. Rusya'nin her zaman kullandigi bir taktik, bir ulkede karisiklik yaratip sonra "cocuklarin kavgasini ayirmaya gelen buyuk abi gibi" ortaya cikip bahane ile askeri mudahele yapmaktir. Pasaport dagitiklarini "koruma" bahanesi de cabasi.

Fakat artik bolgede AB'nin onemli cikarlari var. Baku-Ceyhan petrol hatti Gurcistan'dan geciyor, ve bu hem dunya hem Avrupa icin onemli bir enerji kanali. Dunya petrollerinin yaklasik %1.5''i son halkasinda bizim bulundugumuz bu kanaldan transfer edilmekte. Bu hat ozellikle Rusya'dan gecirilmedi, bolgedeki enerji aktarim kontrolunun tek bir ulkede (ve ozellikle Rusya'da) kalmasi istenmedi. Hattin cikabilecegi kapasitesi gunde 10 milyon varil, o zaman dunya ihtiyacinin %10 civari bu hattan geciyor olacak.

Son Gurcistan olaylarinda AB ile Turkiye'nin cikarlari ortusuyor. Bu baglamda diplomatik kulak cekmeler, uyarilar, vs. gibi konularda Turkiye'nin geri plana cekilmesinde mahsur yoktur, boylece Rusya ile iliskiler de bozulmamis olur.. Insallah her sey duzelir tabii; Gurcistan'in iyiligi AB ve Bati ile daha iyi iliskilerde bulunmasinda geciyor. Ama Saakasvili'nin yonettigi ulkeye su an tam demokrasi denemez. Kendine karsi cikan STK'leri ve televizyon kanallarini kapatmakla biliniyor. Ulkede halen kacakcilik, mafya kol geziyor. Yapacak cok isleri var.

[1] "Bol ve yonet" sozunun Latincesi. Romalilara atfedilen bir sozdur.

[2] Khanna, P., The Second World


ING Bank'in reklam filmi, Clotaire Rapaille'in Kultur Kodlari adli kitabinda tarif edilen analizlere tamamen uygun tasarlanmis... Filmin ana temasi "icinizden biri olmaya geldik, Turkiye'nin enerjisinden guc almaya, gucunuze guc katmaya geldik" mesaji oncelikle Rapaille'in saptadigi Turkiye'nin kendine atadigi kod olan MISAFIRPERVERLIK hissiyatina uygundur (message is on code). Filmde gosterilen asci zat, disaridan ulkeye gelmis, "kabul edilmis" ve Turk gibi yasamaya baslamistir.Ikinci koda uygun mesaj olan "guce guc katmak" mesajinda; Bu, Turkiye'de eger kultur kod analizi yapilsa ortaya cikacagindan emin oldugum "GUCLU OLMAK" kodununun aktive edilmesidir. Ezilmis, yikilmis, tarumar edilmis bir imporatorluktan ortaya cikan yeni bir ulkenin bu kelimeler etrafinda bir kod gelistirmis olmasi raslanti olmasa gerek (bu kod, duygusal zekada hangi hissiyata bagli bunu bilmiyoruz, arastirilmasi gerekir).Ayrica guclu olma mesaji hayatta kalma durtusu uzerinden surungen beyine de hitap etmektedir.Rapaille'in arastirmalarina gore, bir urunu/servisi alirken, beyindeki uc seviye etkili olmaktadir. Bu seviyeler surungen beyni, duygusal beyin ve analitik beyindir. En alt seviyedeki surungen beyin, hayatta kalma, ureme gibi onceliklerle ugrasir, duygusal zeka ergenlik oncesi yasta kurulan zihinsel baglantilari saklar, analitik zeka ise problem cozucu zekamizdir. En son gelisen ve en sofistike olandir.Surungen beyin en ilkel olmasina ragmen, alim kararlarinda en guclusudur. Diger seviyeler, sofistikelestikce kuvvetlerini kaybederler. Yani ING Bank reklami, surungen ve duygusal zekaya hitap ederek, cok guclu bir kombinasyonu aktive etmistir.Bu reklamda analitik zekaya hitap eden hicbir sey yoktur. Bankanin filanca "servisleri" iyi oldugu icin tercih edilmesi soylenmemektedir. Sadece "guc", "enerji", "gelmek", "icinizden biri" gibi bir takim dugmelere basilmaktadir.Yontem ve varilacak sonuc acisindan bu reklamin basarili bir reklam oldugunu soyleyebiliriz.


Owen Matthews - Gurcistan

Newsweek yazari Owen Matthews, Gurcistan'da olanlari cok guzel ozetlemis . O da bu blog gibi Rusya'nin bol-yonet politikasina vurgu yapmis, ve cok guzel bir aci daha getirmis; Medvedev ve Saakasvili ne yazik ki tarihlerine esir dusmus genc politikacilar. Evet, Rusya'nin Guney Kafkasya'daki oyunlari cok eskidir, fakat artik gercekten bunlar gerekli mi? Tarihten gelen bazi siyasetler, bazen hic dikkat sarfedilmeden kullanilip gidebiliyorlar; Bizim Kibris politikalarimizin uzun sure ayni sekilde devam ettigi gibi. Bol-yonet politikasi artik ne kadar anlamlidir? Rusya'nin "zayif Gurcistan" politikasi stabilite mi getiriyor yoksa daha fazla karmasa mi?

Makalede Saakasvili'nin 2004 yilinda ayrilikci bolgeleri geri getirme platformu uzerinde secildigini de hatirlatiliyor. Yani "boyuna bakmadan ne islere kalkisiyorsun" diyenler, bu noktayi gozden kaciriyorlar. Bahsedilen bolgelerin uluslararasi cercevede Gurcistan'in parcasi sayildigini, ve Rusya'nin burada teroru tesvik ettigini bir daha dusunmemiz gerekiyor.

Bundan sonra ne olacak? Aslinda AB, bu bolgeyi usulca bir Guney Kafkasya Federasyonuna dogru itmekteydi [1]. Ermenistan, Gurcistan, Azerbeycan arasinda cok sIkI ulasim, ticaret gibi baglantilar tesvik edildi... Nakliyat baglaminda Turkiye'den baslayarak tum bu Guney Kafkasya ulkelerine hatta oradan Cin'e ziplanabilecek bir ulasim agi yavasca olusmaya basladi. Bunlar iyi seyler. Aslinda AB ile iliskiler bu bolgenin cikarina, bundan bahsettik, cunku yanibasindaki buyuk abi hala kendini toparlayabilmis degil, ve ihrac edecek "erdem"'den yoksun. AB her ne kadar modernite sonrasi caga tam uyum saglayamamis olsa da (azicik geri) ikinci dunya ulkelerine verecek bir seyleri var. Yatirim yapacak parasi da var. Buna karsilik enerji guvenligi elde edecek. Alan memnun satan memnun.

Bize donersek: Turkiye, Demirel zamaninda bir Kafkasya Anlasmasi gundeme getirmisti. Bu gundeme getirilen AB'nin planina ne kadar yakin, uzak bunu bilemiyoruz. Belki de Turkiye'nin versiyonu, AB'nin aklindaki federasyon, arti bizden ibaret, disarida kalmamak icin son anda yapilan bir hamle belki de.. Rusya buna dahil olabilir mi? Bu planla ilk kez Obama'nin disisleri patronu Brezinski'nin bir kitabinda karsilasmistim, "Demirel'in Plani" diye bahsediyordu, ve bunun tekrar gundeme gelmesi mumkun olabilir diye yaziyordu, yani Obama kazanirsa, bu plana sicak bakan bir basta olacak. Erdogan'in son gunlerde gundeme getirdikleri de zannediyorum ayni plan.

Taraf'tan Cemil Ertem'in guzel bir yazisi da altta.

[1] Khanna, Parag, The Second World, 2008

http://www.newsweek.com/id/151712

http://www.cap.lmu.de/download/2006/2006_South_Caucasus.pdf

http://www.taraf.com.tr/yazar.asp?mid=1545


Star Wars kulliyati uzerinden gelistirilmis Turkiye'de cekilmis, efektleri Turkiye'de yapilmis bir fragman. Artik hayranlarin (fan) yaptigi filmler neredeyse orijinal filmler kadar ilgi ceker oldu (daha once uretici merkez firmanin bile kendi urunu hakkinda tekelligi kaybetmeye basladigindan bahsetmistik); Mesela bir fan filmi olan Star Wars Revelations George Lucas'in filmlerini aratmayan efektler iceriyor. Insanlarin elindeki islemci gucu arttikca, bu tur kullanici innovasyonlari daha da artmaya baslayacak... Ilgilenenlerin Machinima adli kavrama da bakmalarini tavsiye ederim; 3D oyunlarin grafik motorlari kullanilarak ilk sahistan oynanan figurlere rol yaptirilip demo cekilme uzerinden bir film yaratilmasi durumudur. Bu tur filmlerin de ciddi takipcileri var. Artik "hit" fimlerin onemi azaliyor, bu tur istege ozel (niche) uretimler on plana cikmaya basliyor. Kullanicidan kullaniciya uretim/tuketim cagi bu.


Biraz ulke ve yakin bolge disina cikip, Uzak Dogu'daki guc dinamiklerine bakmamiz faydali olabilir. Yukselen Asya'nin ayni zamanda catisma potansiyeli de yukseliyor. Konu hakkinda Brezinski'nin The Choice adli kitabindan bir alintilar/derleme alttadir:"Tum Asya ulkelerinin cok onemli bir stratejik yumusak karni var.. Her Asya gucu, deniz tasimaciligi ve ticareti icin bolgedeki iki veya uc buyuk limana ihtiyac duyuyor. Japonya, Cin veya Hindistan'in ekonomisine diz cokturmek icin Shangai veya Yokohoma veya Bombay (ve birkac ek liman) gibi girislere birkac manyetik mayin koyulmasi yeterlidir. Gemileri-ve bu gemilerin tasidigi en onemli mal olan petrol bu hatlardan gecmektedir, ve bu malin tum Asya ulkeleri icin ne kadar onemli oldugunu hatirlatmaya gerek yok . Milletlerarasi tren tasimaciligi kullanilabildigi yerlerde bile (Cin, Hindistan) deniz ulasimina oranla kiyaslanamayacak kadar yetersizdir, ve zaten Japonya, Endonezya gibi ada ulkeleri icin gecerli bir secenek degildir. Bu durumda Singapor'un hemen aciklarinda olan Malacca Bogazi tasimaciliktaki en onemli gecitlerden biri haline gelmektedir - Uzak Dogu'nun tamami bu gecitten mal tasimaktadir.Tum bu zayifliklarin ortada olmasi, onlarin korunma ihtiyacini dogal olarak ortaya cikarmistir.

Bu yuzden hic sasirmamak gerekir ki, Asya'da sessiz sedasiz bir donanma silahlanma yarisinin isaretleri gozukmeye baslamistir. Bu yarisin bir onceki yuzyilda Avrupa'da vuku bulmus olan donanma yarisina olan parallellik gercekten carpicidir. Bolgedeki tum buyuk oyuncular, fazla reklam ve gurultu cikarmadan, denizalti filolarini genisletmekte, atak helikopteri tasiyan savas gemileri almakta, ucak gemisi almayi planlamakta, ve donanmalarinin "etki/nufuz alanini/mesafesini" arttirmaya ugrasmaktadir. Ozellikle Cin ve Hindistan cok kuvvetli okyanus donanmalarina sahip olma isteklerini belli etmislerdir; Her iki ulke de Rusya'nin Sovyetler oldugu sirada yapmaya basladigi ama tamamlayamadigi ucak gemisini devralmak icin aktif gorusmelerde bulunmaktadir. Her iki ulke ayni zamanda destroyer kabiliyetlerini modernize etmektedir ve en son Rus uretimi destroyerleri envanterlerine eklemislerdir. Cin ve Hindistan onemli bir caydirici kuvvet olarak denizalti kuvvetine ozel onem vermektedirler [2]. Cin stratejik literaturunde donanma planlamacilari Cin'in gitgide etki alanini guneybati'ya dogru genisletmesini savunmakta, Hindistan'da ise ayni planlamacilar hem Hindistan'in Hint Okyanusundaki sorumlulugunun artmasina hem de Malacca Bogazi'nda etkisinin hissettirmesine vurgu yapmaktadirlar.

Uzak Dogu'nun kaderini buyuk olcude Cin ve Japonya'nin nasil anlasacagi ve Amerika'nin bu ikisi arasindaki konumu belirleyecektir. Eger ABD bolgeden cekilirse, bu Japonya'nin nukleer guc olmasini bir zorunluluk haline getirir. Zaten su an bile Japonya nukleer enerji uretiminde 3. ulke konumundadir; Yakinda acmayi planladigi nukleer tesisleri ve onlara gereken yakitlari elde ettikten sonra dunyanin en buyuk uranyum birikimi onda olacaktir. Bazi Cin'li stratejisyenlere gore Japonya karar verdikten sonra bir nukleer guc olma suresi alti ustu bir haftadir. Bu aslinda Japonya'yi fiili (de-facto) bir nukleer guc oldugunu gostermektedir".Brezinski, analizinin ilerleyen kisimlarinda ABD'nin bolgeden cekilmemesini savunan bir durusu ortaya koymustur cunku bir yandan nukleer secenekler bir diger yandaki Avrupa tarihini andiran donanma silahlanma yarisi, sonu belli bir noktaya dogru gidecektir. Yani Obama'nin secilmesi durumunda ABD Pasifikte halen varligini surdurmeye ugrasan bir ulke olarak secimini yapacaktir.---[1] The Choice, sf. 109,[2] Stratejik olarak bir denizalti, deniz savaslarinda ucak gemileri icin en oldurucu enstrumanlardan biridir. Soz odur ki, "eger bir ucak gemisi kaptanina Allah korkusu tanitmak isterseniz, ona yakinda bir denizalti oldugunu soyleyin". Bu yuzden ucak gemileri her zaman kendi destroyerleri, ve kendi denizaltilarindan olusan bir filo esliginde seyahat eder. Mumkun bir dusman denizalti saldirisina karsi kendi denizaltisinin karsi koymasi beklenir.