Hafta 24
Hadi Uluengin
İlk tepkim, televizyon önünde avazım çıktığı kadar "nankörler" diye bağırmak oldu. HAYIR, Avrupa Kupası’ndaki her hangi bir futbol karşılaşmasından bahsetmiyorum. Daha neler, top uğruna yürek enfarktı geçirecek kadar aklımı peynir ekmekle yemedim. Ben, İrlanda’da gerçekleşen ve "hayır"la noktalanan AB referandumundan söz ettim. Ve, tekrar n-a-n-k-ö-r-l-e-r! [..] Oysa, bundan yirmi yıl önce Dublin sokaklarını ilk arşınlamaya başladığımda, bir kaç şık semt hariç, James Joyce’nin kentini Kuzeyli bir Üçüncü Dünya şehrine benzetirdim. Köhne mahallelerde oyalan ve sefaleti ılık birayla unutmaya çalışan aylak işsizler.
Yanlis ve eksik
Irlanda 90li yillarda bilgi ekonomisi olmak icin cok ugrasti. 90li yillarda bizim ABD'deki sirketimiz Irlandali bir IT sirketinden teknoloji satin almaktaydi - ust seviyelerde bunlar olduguna gore, bu ulkede baska pek cok diger isin dondugunu de anlamak zor degildi. Sirketin CTO'su ile konustugunuzda bu havayi zaten hemen aliyordunuz. Yani para falan, bunlar da onemli, fakat onceligi nereye koyacaksin, bu ulkeyi yonetenler tarafindan bilincli bir sekilde yapilmasi gereken bir secimdir. Disiplinle takip edilmesini gerektirir. Irlanda bu secimleri dogru yapabilmis bir ulkedir.Ayrica Irlanda'nin "hayir" cevabinin temeli cok basittir: Halk Lizbon Anlasmasina bakmis, icinde sunulanin ne halta yaradigini anlamamistir. Bir de demek ki ekonomileri de tikir tikir isliyor ki, AB'ye cok fazla ihtiyaclari da yok. Hayir diyebildiler.Tekrar soylemek isterim: AB endustriyel, merkeziyetci, asiri burokratik bir birlikteliktir. Turkiye bu "sureci" surdurmelidir, cunku surecin aktif olmasi yararinadir - fakat katilma gunu gelince acikca belirteyim, pek katilma taraftari oldugumu soyleyemem.
Ne yiyecegin, giyecegin, icecegin Brukseldeki bir kac burokrat okuz tarafindan kararlastirilacak, sacma isler bunlar. Turkiyenin hali bu kadar zavalli halde olmasa, bu surec bizim icin biraz disipline edici bir sey olmazdi, o zaman sureci atin bir kenara diyebilirdik, fakat Turkiye ne yazik ki reformu baska sekilde gerceklestiremiyor. O sebeple simdilik devam diyoruz, fakat ileride Irlanda gibi olunca, hayir'i cekmek oyle garip, ayip, kotu, kaka bir davranis degildir.Sn. Uluengin'in uc noktada tepkisi eski sosyalistlerde bir "teklik" arama ve esit, birbirine benzeyen bir "guruha" dahil olma gibi bir meyil yuzunden saniyorum, bu insanlar diger tum ofsaytlari duzeltse bile geride boyle birkac puruz kalabiliyor bazen..Mesut Yilmazİran'da aydınlar[..] demokrasiye destek verdikten sonra bir yıl içinde işler[..] tersine döndü.EksikIran bir petrol ureticisidir, ve bu sebeple ABD/Ingiltere ikilisinin petrol cekismesine ev sahipligi yapmanin bedelini odemistir. Bu ulkede son 100 senede olan hicbir konuyu bu parametreyi dahil etmeden aciklayamazsiniz. Demokratik secimle gelen milliyetci Mussaddik bu cekisme yuzunden (CIA tarafindan) devrildi.
Eh, bir halkin secimlerine disaridan bazi gucler bu seviyede mudahil olursa, normal olarak buna tepki olarak guclenecek milliyetci hissiyat ya oradan ya buradan kendine bir cikis bulacaktir. O cikis ta en sonunda kendini yabanciya dusman, izolasyoncu mollalar uzerinden bulmak zorunda kalmistir. Adamin siyaseti tuketilmistir.Turkiye'de petrol parametresi olmadigi icin Yilmaz'in benzetmesi gecerli degildir. Turkiye'nin cografya farkliligi bir yana, halkinin dini yorumlamasinda cok ciddi farklar vardir.SabahBöğürtlen, bünyesinde barındırdığı antioksidanlar ve renk veren maddeler nedeniyle bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser türlerine karşı koruyucu etki yaratıyor.Herkes Icin DegilB kan grubu icin soylenilen dogru, oteki kan gruplari icin bu fayda mevcut degil ne yazik ki... Yiyecek cesitlerinin kan gruplarina gore yararli/zararli kategorizasyonlarini gormek icin suraya bakabilirsiniz. Her grup icin, diyabet ve kansere karsi hangisinin etkili oldugunu da ayni sayfalarda bulabilirsiniz.
Engin Ardic[..]
kızlar sarışın, mavi gözlü, genç ve çok yakışıklı bir "zabitin" kolunda çıkmış gitmişler. [..] "Mustafa Kemal Bey," demişler, "yamandır... İleride adını çok duyacaksın!"
Bilincaltisal Irkcilik
Ustteki yazida direk yapilmasa da, vurgular uzerinden kas/goz renkleri ile "degisik" ve "ustun" olma arasinda surekli baglanti kuran garip acaip retorik var ulkemizde... Kas/goz rengi baglaminda ayricalikli bir durum, eger varsa, sadece ve sadece "kozmetik"'tir. Amerikada, "bilim adami" ve "kafasi calisan" adam tipi Yahudi'dir. Yahudi ise Ortadoguludur! Kara kasli ve kara gozludur! Yahudilerin Ortadogu cikisli oldugu ve Araplar ile genetik yakinligi (hatta kardesligi) bilimsel olarak ispatlandigina gore, demek ki ABD'de bilim adami olarak betimlenen bir goruntu, aslinda Arap ta olabilecektir!Esmerlik ve bilim adami baglantisi yansimasini ABD film dunyasinda cok rahat bir sekilde gozlemleyebiliriz. Altta, pek cok degisik filmde bir bilim adami oynamis ve oynamakta olan esmer, Yahudi aktorleri gorebilirsiniz.Resimde gorulen ilk esmer aktor Leonard Nemoy, Star Trek adli dizide yillarca uzayli bir bilim adamini oynadi. Hatirlanirsa, dizide surekli mantiktan bahsederdi, bilimsel konular ile hep Spock ilgilenirdi. Not: "Degisik bir gezegenden" olarak betimlenmesi ilginctir, cunku Yahudiler de yasadiklari ulkelerinde kismen boyle bir "disaridan" goruntusu verirler. Baska bir anektod, Nimoy'un Spock karakterine orta iki parmagi ayirarak verdirdigi selamin, bazi Yahudi ayinleri sirasinda gercekten kullanilan bir isaret olmasidir! Bizce dizideki Vulkan irki tamamen Yahudileri baz alarak kurgulanmistir (ayrica Klingonlar Suudi, Cardassianlar Alman, Bajoranlar Filistinli, Borglar Sovyetleri temsil etmektedir [1]). Konuya donelim: Nimoy, esmer tiptir, Ortadoguludur, ve bilim adamini oynamistir. Demek ki her ulkede sarilik/mavilik ile akilli olma arasinda baglanti kurulmamaktadir.Ikinci esmer, Jeff Goldblum. Independence Day adli filmde saldiri icin gelen uzaylilarin kodunu cozen, hatta gemilerini "hack" eden bir bilim adamini oynamistir (bu hacking isinin dandik bir Mac bilgisayar ile yapmasi bilenler icin hafiften komikti). Goldblum Yahudidir, Ortadogulu bir tiptir, ve esmerdir.Ucuncu esmer, David Krumholtz su anda oynamakta olan Numb3rs adli dizide, FBI'a cok cetrefil matematik kullanarak suclari cozmesinde yardim eden bir Cal-Tech profosorunu oynamaktadir. Not: Bu dizi cok populer oldu, bazi matematik hocalari filmde kullanilan modelleme tekniklerini derslerini anlatmak icin kullaniyorlar. Filmin bilimsel konulari gercek matematikcilere danisilarak yapiliyor, dizinin kurgusal temeli saglam.
Konuya donelim: Yine esmer, yine/yani Ortadogulu, ve bilimci.Dorduncu esmer, Friends dizisindeki Ross karakterini oynayan David Schwimmer'dir. Bilimden cakiyor olmasi dizide cok on planda olmasa da, dizide arada islenen ve bilinen bir durumdur. Dizide "kitabi konularda" kafasi calisan karakter olarak referans edilmektedir.Besinci esmer "kafali adam", Rainman filminde otistik ama kafasi bilgisayar gibi calisan bir karakteri oynamis olan Dustin Hoffman'dir. Yahudidir, esmerdir ve kafali adami oynamistir.Altinci esmer Yahudi bile degil ama Arap. Monk dizisinde saplantilari (obsessive compulsive) ama dahi bir detektif Monk'i oynayan Tony Shaloub'dur. Shaloub, Lubnan asilli bir Arap'tir!Kara kasli, kara gozlu, Ortadogu'lu. Ve kafali adami oynuyor.Yedinci esmer (resimde yok) 7 sene boyunce Star Trek Next Generation dizisinde super zekali bir Android Data karakterini oynamis olan Brent Spiner. Ortadogulu ve Yahudi.Bu ornekleri cogaltabiliriz, The O.C. dizisine hic girmeyelim. Tabii bunlari soylerken, ayni zamanda esmer olmayanin kafali olmadigini da soylemek istemiyoruz, bu ters yonde bir yanlis olurdu, sadece kozmetik unsurlarin hicbir ustunluk belirtmedigini soylemeye ugrasiyoruz. Muhakkak goruntusel olarak, herhangi bir ulke icin nadir olan, el ustunde ve "ilginc" olacaktir. Turkiye'nin Cuneyt Arkin'ina karsi, ABD'nin Cary Grant'i vardir, cunku bu ulkenin "artist" tiplemesi "uzun boylu, esmer, yakisikli (tall, dark, handsome)" deyisinde kodludur cunku nadir olan odur. Fakat bunun otesinde bu tur kozmetik goruntulerin baska hicbir anlami yoktur.---[1] Star Trek dizisinde bir diger benzesme/sembol, Turkceye Atilgan olarak cevrilen Enterprise gemisinin seklidir. Gemi, dikkatle bakilirsa gayet net bir sekilde "bir erkek uzvuna" benzemektedir (ustteki kisim kafa, sag/sol yanlarda haya bolgesi :) -ayiptir soylemesi-)
Taha Akyol
Bir insanın dahi olması onun her konuyu en iyi bilen olmasını gerektirmez. Sözgelimi [Mustafa Kemal] Jean Jacques Rousseau'ya "mecnun" diyor. Fakat neden öyle diyor biliyor musunuz; Rousseau'nun kuvvetler ayrılığını savunduğunu zannediyor. Halbuki Rousseau da Atatürk gibi kuvvetler birliğini savunuyor.
Dogru
Bakiniz: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1. sf. 216:
"Bu Meşrutiyet kuramlarını bulan en büyük filozofların, bu kuramları kurmak için çalıştıkları esasları inceledim, bunların içeriğini anlamaya çalıştım. Benim gördüğüm şudur: Düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu zorba kuvvet, o toplumsal ve ulusal iradenin aşağısında kalabilsin ya da sıfıra ulaşabilsin diyorlar. Ve bunu başaramamak yüzünden büyük ve derin bir ıstırap duyuyorlar. Jean Jacques Rousseau’yu baştan sona kadar okuyunuz! Ben bunu okuduğum vakit, gerçek olduğuna inandığım bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim, özel durumunu inceledim. Anladım ki, bu adam mecnun idi ve cinnet durumunda bu eserini yazmıştır".
Ahmet Kekec
Evet, ‘Büyük Dünya Krizi’ konjonktürel olarak devletçiliği (devletçi ekonomiyi) zorunlu kılmış
Yanlis
Krizden sonra devletcilik gerekmedi, zaten "devletciligin kendisi" krizin sebebiydi.
AK
[..] aradan fırlayan birileri bunu altı oktan birine isim yapmıştır ama, Mustafa Kemal için devletçilik ‘geçici’ ve ‘arızî’ bir uygulamadan başka bir şey değildir. [..] Kemalizm’i Marksizm’den ya da bildik ‘izm’lerden ayiran da (kimilerine gore ustun kilan da) bu gevsek ideolojik yapisidir iste.
Sacma
Aradan firlayan birileri! Mustafa Kemal'i "mitlestirmek" icin surekli pisirilen bahane hep budur: "Efendim ondan habersiz yapildi", ya da "efendim onun esas niyeti o degildi" ya da "efendim onun yaptiklari [diger daha iyi olan bir seye] evrilebilirdi! Bulent Arinc'a sorarsaniz da "laiklik Ataturk hasta yatagindayken ondan habersiz araya sokusturulmustu"!. Bunlar peri masalidir, hicbir mesneti olmayan sacma sapan iddialardir.
Her ama her yone egilip bukulebilmesi, bir ideolojinin gucunu ispatlamaz. Aksine, o ideolojinin yoklugunu ispatlar. Ne bicim bir ideoloji ki bu, Ismet Pasa'nin elinde otokrasi oluyor, ama baska birinin elinde "bir zaman" demokrasi olabiliyor (hatta yine Ismet Pasa'nin elinde demokrasi bile oluyor, yani .. once oluyor, sonra olmuyor)? Hatta bu olma/olmama bundan sonra pek cok kez tekrarlaniyor? Bir devletci oluyor, bir kapitalist oluyor? Gece ve gunduz kadar birbirinden ayri kavramlardan bahsediyoruz efendiler! Pergeliniz sasmaya basladi, ve problem korpe yaslarinizda Marks ile kafaniza sokusturulan diyalektik ucubeligi galiba. Tez, anti-tez, sentez. FUCK THAT SHIT. Okuyunuz.
Kisilere gore degisebilen ideolojinin, kalici gucu yok demektir. Bu, onun ic butunluguyle ile ilgili bir probleme isaret eder. Ayni yolda arabalar hem sagdan hem soldan gidecek diye bir kural koyarsaniz ve herkes birbirine carpip kaza yapmaya baslarsa, bundan suruculeri sorumlu tutamazsiniz.
Engin Ardic
Atatürkçülük, zemin ve zaman uygun olunca demokrasiye doğru "evrilebilirdi"
Bu kaliciligini ispatlamaz
Buna yeterince cevap verdik saniyorum. Ayrica suraya bir daha bakabilirsiniz, hatta suraya. Lutfen kimse nostaljisini cok derin tarihi bir takim analizmis gibi ambalajlamaya ugrasmasin.
Milliyet
Alman bilim adamı Albert Einstein, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz” demişti.
Yanlis
Ustteki alintiyi verirken "Einstein'a atfedilen bir soze gore" demek adettir, cunku bu sozun kendisine ait oldugu kesin ispatlanmamistir. Einstein teorik fizikciydi, botanik konusunda uzman degildi. Yaygin kani bu sozun ona ait olmadigini yonundedir... En son The Happening filminde ustteki soz kullanildi, fakat bizim belirttigimiz sekilde - "atfedilen soz" cercevesinde.
Newsweek yazisi arilarin azalmasini "gida krizi" olarak vermiyor. Sorulmus: "Sonumuz mu geldi (are we doomed?)". Cevap: Hayir. Ama insanlarin gidasinda cesitliligin azalmasi mumkun diye eklenmis... Arilarin dolleme yaptigi yiyecekler azalirsa, bu diyetimizdeki seceneklerin azalmasina sebep olabilir. Ama buradan "kriz" sonucu cikartilamaz.
Tabi ufak tefek konulari "kriz" haline getiren bir gazetenin, bilimsel bir konuyu da abartmasi normal olmali.
Rahmi Koc
Biz maalesef Kore gibi yapamadık. Kore hükümeti, orada diktatörlük olduğu için dedi ki, ’Samsung sen elektronik yapacaksın. Hyundai araba yapacak. Falanca gemi yapacak. Bizde ise demokrasi var dediler ve her isteyene otomobil üretme izni verdiler. Hiçbirimiz tam olarak yapamadık.
Eksik
Merkezi planlama ile demokrasi birbirinin zitti kavramlar degildir. Ikisi yanyana olabilir. 1947'den itibaren bir demokrasi olan Japonya, hicbir dogal kaynagi olmadan pek guzel gelismistir. Demek ki Sn. Koc'un "yapamadiklari" demokrasinin sucu degil. Hic kusura bakmasin ama, bahsettikleri depresyon ve I. Dunya Savasi sonrasi Almanya'daki "kartel ekonomisi" cagrisimlari yapiyor. Gelistiyse, (etrafina saldirip kendi sonunu hazirlayana kadar) tamam onlar da gelisti. Ama bakin simdi hangi politik duzendeler... 1949'dan beri demokrasi. Yani beyfendinin geveledikleri totaliterci ucube fikirlerden baska bir sey degil.
Hadi Uluengin
Başka bir deyişle, eğer "Eski Áhit"in Adem ve Havva "Tekvin"ini mutlak dogma değil de bir "iláhi mitolojisi" olarak anlıyor ve akılcı mantığa açık kapı bırakıyorsanız, insanların maymundan iniyor olması, yine "iláhi" nitelik taşıyan arayışa nokta koymaz. Hele hele, bütün semavi dinler içinde o dogmaya en mesafeli duran İslam açısından hiçbir engel oluşturmaz.
Dogru
Yaratilis kavrami ile evrim teorisi birbirine zit degildir.
Hatta yaratilis kavrami ile rasgelelik de birbirine zit degildir.
Daha once determinist sekilde kaos uretilebileceginden bahsetmistik. Benzer sekile deterministik olarak rasgele sayilar da uretilebiliyor. Bu sayilara arkasinda bir algoritma oldugu icin "yari rasgele (pseudorandom) sayilar" denir, fakat bu algoritmalardan bazilari o kadar kuvvetlidir ki, yari rasgeleligin "yari"'ligi biraz onemsizlesmeye baslar. Rasgele sayi ureticileri hakkinda birkac sey yazalim: Bu programlarin basarisi ne kadar tekrar etmeden gidebildiklerine gore olculur. Mesela basit ve kuvvetli deterministik bir formul soyledir:
Z{i} = 16807 Z{i-1} mod ( 2^31 - 1)
Bu rasgele sayi ureticisi yaklasik 1 milyar rasgele sayiyi kendini tekrar etmeden uretebilir [1].
Not: Dikkat edelim, her "yeni" sayiyi uretirken, bir once uretilmis olani da "girdi" olarak veriyoruz. Bu rasgeleligi ve karmasikligi arttirmasi icin yapilmis bir sey... Tum kaotik sistemlerin geri besleme (feedback) iceren sistemler olmasi bir raslanti olmamali... Hayatta da pek cok geri besleme vardir. Buna iyi calisin.
Tanri durumunda ise, O aynen bir bilgisayar programcisi gibi, icinde oldugumuz evrenin programini yazan kisi ise, onun yazdigi rasgele sayi ureticisi cok daha kuvvetli olacaktir, ve kendini tekrar etmesi herhangi bir faninin hayatinda olacak bir olay olmayacagina gore, mukemmel raslantisallik bu sekilde elde edilmis olur.
Ek olarak, rasgelelik olmasi, tum sistemin "karambol" uzerine kurulmus olmasi anlamina da gelmez. Simulasyon konusunu okumuslar bilir - kurdugunuz sistemde ana bir model olur, o modelin pek cok deterministik, gercek hayattan girdileri de olur. Sonra bu modeli kullanarak cok sayida insani, onlarin etkilesimini, cok uzun zaman sonrasini ortaya cikartmak icin ortaya raslantisallik eklersiniz, ve binlerce kez isletirsiniz. Ustteki gibi bir rasgelilik ureticisi, bu simulasyon modelinin girdilerinden biri olur - raslantisallik "sizin modeliniz uzerinden" sonuclari sekillendirir.
Evrenin modeli boyle bir sey ise, cok baz bir duzen kurulmus ve onun uzerinden zar atilmaya baslanmis ve su anda yasadigimiz ana gelinmis olabilir.
Hatta pur raslantisallik bile hicbir duzenin cikmayacagi ya da yaraticinin olmadigi anlamina gelmez. Fraktallara bakin, neredeyse pur raslantisallik uzerine kuruludurlar, ve harika sekiller olusturuyorlar. Ama o sekilleri olusturan biri var. Kim? Programci.
Tabi yaratici olmasi, elinde muthis bir bilgisayar kapasitesi olmasi, vs. hicbir sekilde icinde yasadigimiz evreni anlamak icin didiklemeyi birakmamiz anlamina gelmez.
Stephen Hawking
Bu dunyadan cikip yeni dunyalari kesfetmemiz, oralara yerlesmemiz gerekiyor. Hayatta kalisimiz buna bagli olabilir.
Dogru
Insanin oncelikli gorevi hayatta kalmaktir, hem birey, hem topluluk olarak. Su anda tum yumurtalarimiz ayni sepette, tek gezegendeyiz. Jupiter gezegeni o irikiyim govdesiyle bize yaklasan goktaslarini kendine cekip tarumar ediyor, ama aradan bir tane siyrildi mi, ahh iste o zaman, biseyi seyapariz... Rahmetli olan dinazorlara sorun, goktasini kafaya yediler, Hakkin rahmetine kavustular. Petrol oldular.
Bu sebeple eger riskimizi dagitmak istiyorsak, yeni gezegenlere dogru bir acilim yapilmasi sart.. Bu acilim, ek olarak bilimsel, sosyal konularda muthis yeni bir enerji ortaya cikaracaktir. Amerikanin kesfi ile ortaya cikanlara bakin (bu durumdan yakinanlar olabilir, fakat genel itibariyle yeni kita iyi sonuclara yol acmistir, temiz sayfayla baslayabildiler, dini/bireysel/ticari ozgurlukler uzerine koca bir ulke kurdular. Bunlar cok onemli seyler).
Demek ki hem ilerleme (adi ustunde) hem de riski dagitmak acisindan bunlari yapmamiz gerekiyor. Bu arada, nufus artisi da aslinda bir risk idare yonteminden baska bir sey degildir. Bir ulke icin mesela, bir hastalik cikti, milletin %90'inini telef etti. Bu teleften sonra 10 tane mi kalmak isterseniz, 100,000 tane mi? Bu da cok onemli...
[1] Tekrar etmekten kastimiz, yaklasik 1 milyarinci sayiya gelince, her seyin basa donup, tekrar ayni sirada ayni 1 milyar sayinin uretilecek olmasidir.
http://www.snopes.com/quotes/einstein/bees.asp
http://www.newsweek.com/id/141488/page/2
Yigit Bulut
Petrol 135 dolar, Türkiye�de neden hâlâ çıkmıyor!Petrol yok demek kiAlttaki grafik Turkiye'nin petrol uretimini gosteriyor (kaynak). Yine bir can egrisi (bell curve)... Egriye gore Turkiye uretimi coktan tepeyi bulmus (89-94 civari) ve sonra dususe gecmis (bazen tepe noktasi sivri degil duz -plateau- olabilir). ABD, Teksas, Norvec'te dogru tahmin yapan modele inaniyorsak, o zaman diyebiliriz ki Turkiye topraklari icinde petrol beklemek hayal olacak. Cunku bu isin dinamigine gore kolay kuyular hemen aciliyor, oradaki uretim tepe yaptiktan sonra daha zor kaynaklarda uretim asagi gidiyor. Ayrica petrol cikartirken tek sorun o petrolun cikartma "bedeli" degil - (o da onemli, fakat) varil basina daha fazla zaman harcamaniz gereken cetin dogal durumlar da var. Her yerden cikan petrol ayni kalitede degil ayrica, mesela Hazar denizi etrafindakiler sulfuru cok yuksek kaynaklar. Bu daha fazla islem yapmak demek.Bizim can egrisinin ilginc (ve komik) bir sekilde yassi olduguna isaret etmek istiyorum. Petrol fakiri bir ulke oldugumuz bu "yassiliktan" apacik belli oluyor. Tepe noktasi bile neredeyse tepe sayilmayacak ve gorulmeyecek kadar altta. Hayiflanmaya gerek yok, Osmanli parcalanirken alttaki grafigin boyle olmasi neredeyse garantilenmisti zaten.Not: Avrupa'da en yuksek benzin fiyatlari bizde, basinda bu yonde cikan haberler dogru (kontrol etmeden artik boyle basit haberlere bile inanamiyoruz), TR benzin fiyatlari suradan ve AB fiyatlarini suradan alalim: Son fiyat 3.53 lira/litre = 3.53 * (1/1.9 Eur)/litre = 1.85 Eur/litre. Yunanistan Mayis 2008'de benzin icin 1.22 eur/litre odemis. Norvec AB'de en yuksek bedeli oduyor. Onlarda petrol uretimi vardi, fakat coktan tepe yaptilar ve su anda dususu yasiyorlar (kaynak). Grafik altta.Cengiz CandarFatih Terim’in sürekli kendisini aşmaya çalışan, sürekli “çıta yükselten” bir “birey” olduğunu –altını çiziyorum “birey”- fark etmiş ve kendisine bu nedenle sempati ve saygı duymaya başlamıştım. [..] Kimisine, kabul edilmez ve küstahlık gibi gelen özelliği, tam da “vasatlığa”, Türkiye’de çok revaçta bulunan ve derhal ödüllendirilen “mediokrite”ye ters düşen “meydan okuyucu” yanı ile, yani “birey” olmasıyla ilgilidir. [..] Fatih Terim [..] onların “mediokr”luklarına sürekli ayna tuttuğu için, öylelerine düşmandırlar.[..] İddialı, yaratıcı, komplekslerinden arınan, mediokriteye düşman, hırslı bir “birey”... Bütün bu yönleri, başta “hırsı”nın kimi zaman “keskin sirke küpüne zarar verir” özdeyişini doğrulayan görüntülere bürünmesi, onun yanlış biçimde “ultra-milliyetçi” gibi algılanmasına yol açtı. Bu yanlışlığa, geçenlerde Der Spiegel dergisiyle bir futbol söyleşisi yapan Orhan Pamuk da düştü.DogruCan Dundar Orada Türmen “yeni bir toplumsal sözleşme” ihtiyacına dikkat çekiyordu. “Herkesi daha fazla içine alan, asgari müşterekleri daha fazla ortaya koyabilen” yeni bir sözleşme, “kimsenin birbirinden kuşku duymadığı daha başka bir dönem”in kapısını açabilirdi. Türmen, bu “sözleşmenin formülü”nü şöyle açıklıyordu: “Birincisi, herkesin kendi cemaatinin dışına çıkıp düşünmesi gerekiyor. Bu, tüm tarafları kapsıyor.Dogru, ama...Cemaatinden cikiyor iste kardesim, universiteye girmeye calisiyor, ama sen ona "gelemezsin" diyorsun! En azindan "oldugun gibi gelemezsin" diyorsun, bu da yeni cagda "gelme" demekle esdegerdir.21. yuzyilda insanlarin gruplasmalari artik endustriyel cagdaki gibi "aidiyet" merkezli degildir. Sirketinin rozetini yakasina takacak, onun istedigi "her sey" olacak, "organizasyon adami" haline gelecek. Bu devirler bitmistir. Artik sirketler, kurumlar surekli degistirilen, degisen, ve uyelerine "gelisme firsatlari" taniyan calisanin pesinde kosan yerlerdir. Bunun sebebi yeni iscinin fazlasiyla degerli ve el ustunde tutulan bir "kaynak" haline gelmis olmasidir.Bu cagda yeni iletisim gruplasma metotu, "network" kurma uzerinedir, aynen Facebookta, MySpace'de kurdugunuz turden. Bu tur network'lerde kendiniz ile benzer ilgileri olanlar ile bir birliktelige girersiniz, bu birliktelik icin tum benliginizi "degismeye" ugrasmazsiniz. Yeni cagin getirdigi pek cok bilinmezlik, gecicilik, vs. zaten vardir, tum bunlarin ortasinda birey, degismeyecek bir seyleri yaninda tasimak, benliginde tutmak isteyebilir. Bunlara izin vereceksiniz.Su ekmek yeme konusuna gelirsek (yaziya baglantidan giderseniz en basta):
Yani, aktarilan AKP hikayesinin dogru olup olmadigini bilemem, ama laikci/karsi catismasindan esas CHP ekmek yiyor olabilir. ABD politikasinda "ayirici konu (vedge issue)" denen bir kavram vardir, CHP ayirici konusu laikciligi kaybetse, mobilize olup CHP'ye kim oy verir ki? Kemalist bir takim gazeteler gazete satabilirler mi?Tum bunlar bir yana: Aslinda turbana izin vermemek daha vahim bir merkezden de geliyor olabilir.Nufus artisinin modelleyen denklemde, catismalarin ortak kaynaklara olan yaris sonucu artabilecegini aktarmistik (hatta bunun sonucu nufus azalmasi bile olabiliyordu). Eh, yeni bilgi ekonomisinde egitim, aynen yiyecek, su, enerji gibi bir "ortak" kaynak ise, su anki TR sartlarinda arzin durumu ortadada. 2008'de 1.5 milyon kusur ogrenci sinava girmis, bunlarin 1 milyon kadari acikta kalacak. Yani onumuzde belli miktarda olan bir pasta var. Laikciler soyle bir hesap yapiyor olamaz mi - "ne kadar az kisi universiteye girebilirse, benim cocugumun sinavi kazanmasi sansi bir o kadar yukselir". Yani talepte azalmayi zorlayip, cat diye kendi sansini arttiriyor. Esit bir sinavda kendi sansinin olabilecegini niye dusunmuyor? Yani, bu adamlarin sacma sapan paranoyalari var, ne bileyim, "bunlari ozellikle hazirliyorlar" filan gibi (bir ara askeri okullar icin bunlari geveleyip dururlardi). Yani sebep, ortak ve sinirli bir kaynaga olan yarisin dogal sonucudur belki de.Cozum? Pastayi buyutmek bir cozum olabilir. Nasil? Mevcut universitelere bilgisayar bazli uzaktan egitimin (acik ogretimden fersah fersah ileride bir duzenden bahsediyorum) mecbur tutulmasi mesela, ve bu egitimden alinacak diplomanin sinifa giderek alinan diplomaya esit tutulmasi. Yani kimin uzaktan kimin yakinda mezun oldugu diplomadan belli olmayacak. Zaten sistem ikisinine de saglam egitim vermek icin duzenlenecek. Bunun ornekleri var, bakiniz Columbia CVN programi, ya da Stanford SPCD programi. Adam Japonya'dan ABD'ye ayak basmadan kapi gibi Columbia diplomasi alabiliyor artik.Tabii bu cozum, sorunun ilk kaynaginin utanc verici halini temizlemiyor. Zenciler hala otobusun arkasinda otursun diyoruz, ama otobusun arka tarafini oyle buyutuyoruz, ki arkada oturan bazilari artik ortada, "hafif one yakin" oturuyormus hale geliyor.
Ismet Berkan
Esasen Kant’tan beri biliyoruz ki, ‘iyi, doğru ve güzel’in kaynağı din değildir. Elbette bütün dinler ‘iyi, doğru, güzel’ hakkında önemli şeyler söylemişler, sistemlerini bunun üzerine kurmuşlardır ama ‘iyi, doğru ve güzel’ illa dinden kaynaklanmak zorunda değildir. ‘İyi, doğru ve güzel’in kaynağı bizatihi insanın doğasıdır. O yüzden de, ahlakın kökeninin insan hakları olduğu anlayışı genel kabul görmüş anlayıştır artık.
Eksik
Insanlarin dogal isteklerini, zayifliklarini, sınırlarını yanyana koyarsaniz, ve bu kurallara evrimsel oyun teorisini (evolutionary game theory) uygularsaniz, bu dinamikten eninde sonunda bir ahlak cikmasi gayet mumkundur. Aydinlanmis dinler, onu kabul edenler icin, bu dinamigi kuran bir baslaticidan geldigine gore, bu baslatici bu dinamigin sonucunu gayet tabii ki bileceklerdir. Bu ongoruyu insanlarla paylasip "bu optimal olandir" diyebiliyorlarsa, bu, tahmin ettikleri sonuclarin zaten olacagi icin sarfedilen bir uyaridir. Yol gosterici baglamda takip edicilerini gereksiz dertten kurtarmayi amaclayacaktir. Cunku kafasi calisan bir kisi, bu tavsiyeyi duyunca, dini olsun olmasin, rasyonel olarak buna inanip, o yolu secebilir.
Ornek olarak sunu verelim: Oyun Teorisinde klasik bir strateji kisasa kisas (tit-for-tat TFT) stratejisidir. Simdi sadece bu stratejiyi bilen iki kisiyi bir odaya koyalim, eger birisi otekisine tokat atarsa, oteki TFT'ye gore hemen karsi tokat atacak. Oyun sirali bir sekilde oynaniyor, belirli bir "an" icinde sadece bir kisi aksiyonda bulunabiliyor. Ve yine diyelim ki, sistemde gurultu (belirsizlik -noise-) var, ve aktorlerden biri tokat yedigini zannetti, ve yemeden bir tokat atti. Ne olur? Oteki hemen karsilik verir.. Buna karsilik ilk adam TFT'ye gore hemen karsi tokat atacaktir... Zincirleme sekilde bu dinamik boyle devam edecek ve sonucta bir sure sonra odaya girdigimizde birbirini habire tokatlayan iki kisiyi bulacagiz. Hatta bicareler bir sure sonra birbirilerini tuketip yere serileceklerdir.
Simdi: Biz, bu sistemi kuran olarak, bunu olabilecegini biliyorduk, ve diyelim ki bu bicarelere yardim etmek istedik ve bu amacla soyle bir tavsiye ortaya attik: "Ikiniz de mukemmel degilsiniz, tokat yediginizi zannedebiliyorsunuz.. O yuzden tokat yediginizde hemen karsilik vermeyin".
Yani kisasa-kisas (TFT) yerine iki-kisasa-bir-kisas stratejisini tavsiye ediyoruz (buna kisaca TF2T stratejisi adini verelim).
Boylece bu iki kisi sistemdeki olasi bir gurultuye karsi korunmus oluyorlar. Birisi tokat yiyince (gercekten yese de yemese de) hemen tokat atmayacak. Ikinci tokati bekleyecek. Bir daha yerse, giresecek. Ama yemezse, demek ki gurultu vardir, boylece kavga cikmamis olacak. Bariscil bir durum ortaya cikacak.
Iste bu ornekteki TF2T stratejisi, bir dinin "yardim edici" dusturu olarak gorulebilir. Insanlar bu durumu kendileri de kesfedebilirlerdi, ama bu zaman alabilirdi, cok fazla dayak yemeleri gerekirdi, ya da Oyun Teorisi matematigini gelistirmeleri gerekecekti... Demek istedigimiz, bu yaklasimlarin ikisi de ayni kapiya cikacaktir. Her iki durumda da amac optimalite'dir.
Ali Unal
Kant, ahlâkın kaynağı olarak insanın doğasını kabul ediyorsa, aksi düşünen pek çok başka filozof olduğu gibi, ahlâk felsefesi Batı'da en çok tartışılan meselelerden biridir. Neden Kant'ınkini genel geçer doğruymuş ve herkes tarafından kabul edilmiş gibi sunuyoruz?. Kant, ahlâkın menşei insanın doğasıdır derken bile, acaba bu "doğa"nın menşei olarak neyi kabul ediyordu?. Acaba, meselâ İslâm'a göre din ile insanın "doğası" arasındaki münasebet nedir, bunu hiç düşündük mü?
Dogru, ama dikkat
Bu Kant felsefesi islerine girerken cok dikkatli olunmasini ozellikle tavsiye etmek zorundayim. Bu adama ister onun tarafindan ister karsisindan yaklasin, eger dikkatli olmaz ve elinizi kaptirirsaniz, kolunuzu alamazsiniz. Bunu hem dindar olan hem olmayan taraflarin ikisi icin de soyluyorum.
Kant felsefesi yuzeyde rasyonalite hakkinda konusur, ah efendim, ahlak insandan cikar, vs. diye guzel taklalar atar. Fakat biraz daha deserseniz, alttan "zihin sunu yapar bunu yapamaz", "olculebilenin aslinda onemi yoktur" gibi zirvalar gelmeye baslar. Bu resmen arka kapidan iceri sokusturan mistizm'den baska bir sey degildir. Avrupa'nin felsefe dunyasini (ve sonunda kendisini) curuten bu felsefeden baskasi degildir.
Dindarlar icin ise, bu ilk seviyeden sonra Kant'in dini dusunceyi savundugu gibi bir iddia ortaya atilabilir - yani, adam iste apacik demistir, akilin gidemeyecegi yerler vardir, Tanrinin hem olabilecegini hem olamayacagini mantik kullanarak gostermistir (aslinda onkabuller yanlistir, ispat gecersizdir), o yuzden "inanc" bu boslugu kapatabilecektir.
Fakat aydinlanmis hicbir din aslinda bu inancsal ziplamayi (leap of faith) takipcilerinden istemez! Kuran'da kac yerde dogada olan pek cok "olculebilir" olay tarif edilmekte, ve sonra "dusunenler icin burada bir ders vardir" mealinde sozler soylenmektedir? Yani acik bir sekilde rasyonel ve olculebilir dunya uzerinden argumanlar gelistirilmektedir. Kant sizi burada da yolda birakir: Olculemez, duyularin sadece bir filtre uzerinden algilayabilecegi bir baska alem vardir, ve siz burada akilla giremezsiniz, ancak kor inancla girebilirsiniz. Bu aydinlanmis dinlerin soylediginin tam zittidir!
Koksal Toptan
TBMM Başkanı Köksal Toptan 'bizi bugünlere getiren Atatürk devrimleridir' dedi.
Yanlis
Eger Kemalist kulliyati alti okla beraber bir butun olarak ele alirsak, bizi bugunlere tamamen "devrimler" getirmemistir. Alti ok icinde devletcilik var, fakat Turkiye 80'li yillar sonrasi gelismesini devletcilige degil, piyasa ekonomisine borclu. Yani devletciligin tam zitti olan bir kavrama.
Yigit Bulut
Size bir soru sorarak başlamak istiyorum: Nerede İstanbul'u fetheden Fatih, nerede Roma imparatorları [..] Bir soru daha sormak istiyorum. Lütfen bulduğunuz bir 'çan eğrisine' bakın ve sonrasında elinize bir kâğıt alıp 'tepe noktasında' kalabilmişleri (ister lider, ister şirket, ister toplumsal hareket, ister bir ekonomik süreç) kâğıda not edin. Kâğıdınız boş kaldı değil mi? [..] Bu iki soru sonrası birçok konuda kullanabileceğimiz çıkarımı paylaşalım; dinamik sistemler içinde hiçbir yapı kalıcı olarak tepe noktasında kalamaz. [..] Bu kuralı hayatın her evresinde, doğada, sosyal-politik sistemlerde, konumuzla alakalı olduğu için belirteyim; finansal yapılarda, rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz...
Bozuk Anlatim
Google'dan dustu bu da... Hemen cilalayalim.
Anlatimda ciddi karmasa var. Eger can egrisinden bu sekilde bahsedilirse, yani birden fazla insan, olculen sey'in oldugu bir anlatim baglaminda kullanilirsa, bu, konuyu bilen insanlarda hemen istatistikteki can egrisi cagrisimi yapar... Bu can egrisindeki tepe noktasi ise, "lider", "zengin" gibi "nadir" olanin bulundugu nokta degildir, nadir olanlar sag sol kenardaki alt noktalardadir (cunku pek cok kisinin yer aldigi bir grafikte frekans olcuyorsunuz, tek kisinin zamana gore cikisi ve inisini degil). Neyse yorumun ilerleyen kisminda "dinamik sistem" atfi yapiliyor, o zaman durum biraz daha anlasilir hale gelebilir, ama bastaki chicken translate laf ebeligiyle yaziyi anlasilmaz hale sokmussunuz bir kere, buradan donus zor.
Ayrica can egrisi nereden "bulunuyor"? Etrafta gezinen guzelce grafiklenmis "can egrileri" mi var? Can egrisi damdan duser gibi bulunmaz (cogunlukla). Ham veriden alip sen plot edeceksin.
Yine ayrica, yazar her liderin performans grafiginin, ya da ekonomik surecin can egrisini takip etmesi gerektigi gibi bir intiba yaratmis.. Bunlar cok asiri, gereksiz genellemelerdir. Jack Welch gibi bir lider alttan baslayip tepeye cikmis, ve o tepe noktasinda emekli olmustur. Nerede can egrisi? Ya da borsalarda, IMKB-100 tam 10 sene once bugun 4055 degerindeydi. Eger bir ekonomik sistem olan borsa bir "can egrisini takip ediyorsa (ki etmiyor)" bu degere muhakkak geri mi donulecektir? Nereden cikiyor bu sacma sapan analizler?
Malcolm Gladwell
Bir toplumda trendlerin ve alim kararlarinin verilmesinde "cok etkili" bazi "dusunce liderleri" etkili oluyor.
Yanlis
Malcolm Gladwell, The Tipping Point (Kritik Nokta) adli kitabinda pazarlamacilar icin ustteki tavsiyeyi verir... Ona gore, pazarlamacilar bazi "etkili insanlari (influentials)" hedef almalidir, cunku bu insanlar kullandiklari urunleri, etkili konumlari uzerinden bir modayi etraflarina yayabilme becerisine sahiptir.
Fakat bilgisayar bilimci Duncan Watts'a gore, bir sosyal network icinde o herkese "asiri bagli" oldugu kabul edilen insanlar aslinda o kadar onemli dagitici/etkileyici noktalar degillerdir. Watts'in hazirladigi bazi modellere gore, herhangi normal bir insan bile bir trendi baslatmak icin dogru konumdadir. Hatta Watts gecen sene bir simulasyonda o zamanin unlu bir pop grubunun basarisinin neredeyse raslantisala yakin bir sekilde bile gerceklesebilecegini gostermistir.
Malcolm Gladwell'in disaridaki etiketi pop sosyolog olarak bilinir. Yani kavramsal / rakamsal / matematiksel olarak dusunmeyip cogunlukla anektodal dusunen, iyi hikaye anlatan, kulaga hos gelen (hizli anlasilabilen) sosyal analizler pisiren kisilere bu lakap takilir. Benzer sekilde Thomas Friedman icin bir "pop disisleri uzmani" denebilir [1].
[1] TIME dergisi en son kendisi hakkinda "dunya gorusu (worldview) bazen glib (derinliksiz) olabiliyor" tanimini kullanmis. Tabii ayni zamanda iyi "aciklayici" da diyorlar.
Can Dundar
Öte yandan, en büyük diktatörlüklerin milli iradeye dayanarak tırmandığını [..]
Yanlis
Sn. Dundar eger burada sadece II. Dunya Savasi oncesi Almanya ornegini kullaniyorsa sunu bilmeli: Almanya ornegi bir istisnadir, kural degil. Despot rejimler, birkac ufak ornek disinda, her zaman halka ragmen iktidara gelmislerdir. Hicbiri halka dayanmamistir. Ornekler? Sovyetler Birligi, Burma, Tayland, Italya.. Saymakla bitmez. Lutfen istisnayi kural haline getirmeyelim. Ayrica Almanya sartinda despotlugun basa gelmesinde I. Dunya Savasi olusan ekonomik depresyonun buyuk etkisi olmustur. Depresyon derken "dolarin dusmesinden" filan bahsetmiyorum. Depresyon. Buyuk D ile.
Ayrica o cagin endustriyel, merkeziyetci, standardize edici kitleselligin cagi oldugunu unutmayalim. Montaj banti basinda calisan vasifsiz iscileri siraya dizip muma cevirmek kolaydir. Masa basindaki bilgi iscilerini kendi ikna olmadigi hicbir seye biat ettiremezsiniz.
Cengiz Candar
Sadece, Türkiye ile ABD arasındaki “özel ilişkiler”den ötürü değil; Amerika'nın dünyada “tek süperdevlet” olmasından ve Soğuk Savaş sonrası dünyadaki uluslararası sistemin aslında bir “anomali” sayılması gereken “tek kutuplu” özelliğinden ötürü.
Eksik
ABD'nin tek superguc olarak kalabilecegi garanti degildir. Dolarin hakimiyetinin kirildigi bir dunyada "tek" oldugunuz iddia edemezsiniz. Askeri gucunuz olabilir, ama o guc kullanabilirseniz etkilidir. ABD muhakkak yeni cag icin kendini en iyi sekilde pozisyonlandirmis ulkedir, fakat bu yeni Roma olacagi anlamina gelmez.
Eski sosyalistlerde boyle "teklik" arama yonunde bir meyil oluyor galiba. Yeni dunya gayet rahat bir sekilde super sehirler, sehir devletler, koca bolgelerin hakim oldugu cok kutuplu bir dunya haline gelebilir. Varili $300'dan petrolle filonu hadi getir bakalim dunyanin bir ucundan oteki ucuna... O isler oyle kolay degil. "Degismez" hic degil.
Hadi Uluengin
Artı, zenci hakları sözcüsü Martin Luther King'in aynı yıl katledilmesinden sonra, başta "Kara Panterler" örneği olmak üzere, daha "radikalleşen" bir Amerika şekillenmişti. [..] O halde, dün dediğim gibi, burnu havada Fransa'nın kırkıncı yıldönümünde "atmış sekiz"i tekele almaya kalkışması "megalomani"den başka bir şey değildir! [..] Zira, Yaşlı Kıta'daki "Mayıs isyanı" aslında tamamen Yeni Dünya'dan "ithal"dir. [..] Hem 2. Savaş ertesinin "tüketim toplumu"nu sorgulayan ilk "karşı ideoloji" açısından ithaldir; hem de bizzat "anti Amerikan" ve "sol" söylemi bab'ında ithaldir!
Neredeyse mukemmel
Eger "tuketim toplumu" yerine "endustriyellesme ideolojisi"'ni koyarsaniz, yukarida bahsedilenler neredeyse mukemmel bir aciklama. Sn. Uluengin ile paralel bir sekilde bu konuya ayni anda deginmisiz ve benzer vurgulari yapmisiz. Ilginctir ki insan hayatinda boyle ikilikler cok olur. Hatta unlu psikolog Jung bu kavrama bir isim bile vermisti: Senkronisite (syncronicity).
Milliyet
Demokratik Parti’nin başkan adayı olan Barack Obama’nın başkan yardımcısı adayının kimin olacağı merakla beklenirken, siyahi Senatörün uygun başkan yardımcısı adayı seçeneklerini ortaya çıkarma görevini ABD eski başkanlarından John F. Kennedy’nin kızı Caroline Kennedy’ye vermesi tartışma yarattı.
Yanlis
Ne tartismasi yaratmis? Yok oyle bir sey. Ayrica baskan yardimci adayi arama gorevi sadece Caroline Kennedy'ye verilmedi - Obama bu isi yurutmesi icin bir "takima" gorev verdi, Caroline Kennedy bu gorevi alan takimin basindaki ana isimlerden biri. Bu takimda Jim Johnson, Eric Holder gibi isimler de var. Kafadan haber yazilmis. Ayrica elestiriler C. Kennedy etrafinda degil, diger karakterler etrafinda donuyor. Degerli gazetemiz dis haberler ofisine dil bilen birilerini alsa iyi olacak.
Thomas Friedman
Bush takimi Libya'nin nukleer programindan vazgecmesi icin gorusmeler yapti, ve gorusmelerde basarili oldular. Hatta Panam 103 nolu ucusun bombalanmasi ve Amerikalilarin oldurulmesinde sorumluluklarini kabul ettiler. Bu gorusmelerin basarisi, Irak'in isgal edilmesi sayesinde oldu.
Eksik
Libya'nin gordugu gercek Friedman'in zannettigi gibi "nukleer programi olanlar isgal ediliyor" ya da "diktatorlukler yikiliyor" korkusu ile alakali degildi... Kaddafi buyuk petrol rezervlerine sahip devletci ulkelerin artik apacik bir sekilde isgal edildigini gormustu. W. Bush takiminin azalan petrol yuzunden gozunun dondugunun farkindaydi. Afrika'nin en buyuk rezervlerinden birini barindiran Libya, kendisinin de hedef tahtasina gecebilecegini hesapladi, ve isgal edilmeden ulkeyi ben yabanci sirketlere acayim bari dedi. Petrolu olmayan Kuzey Kore gibi ulkelerin Irak isgalindan bir "ders" cikarmamasini bu baglamda okuyabiliriz.
Friedman, laf aramizda, bu konularda biraz saftirik bir yazardir. Hala "kahramanlik", "Ortadoguda ABD sayesinde demokrasinin yayilmasi" gibi laflar geveleyip durur, ikide bir ortaya attigi "kurallar" ve "teoriler" de cogunlukla tutmaz. Tabi sonuclari dogru olmasa bile, bazen iyi "temel" bilgilere erisiyor, sadece sizin o temel bilgileri alip baska yone goturmeniz gerekiyor. Bu adam bu sekilde okunmali. Mesela Friedman, II. Irak Savasi'ni babalar gibi desteklemistir - Amerikali bir Yahudi olarak onceligi Israil'in guvenligidir. Hatta savasi destek icin savas oncesi pek guzel renkli cumleler bile kuruyordu. Mesela "bazi seyler W. Bush onlari tekrar ediyorsa bile dogrudur".. Vaay! Yavrum. Biraz da yandan. Yani, icinden ciktigi savas ve Bush karsiti kesime biraz kemik atiyor, sonra topu donup karsi tarafa pasliyor. Bu adam bana Turkiye'den birini hatirlatiyor ama.. kim? Neyse.
Ibrahim Karagul
[..] ABD-İsrail siyasi çevrelerine göre bugünkü Bush yönetimi, Barack Obama'nın seçimi kazanacağını, Cumhuriyetçilerin kaybedeceğini anladığı anda bu saldırı gerçekleşecek.
Mantikli
Eger neo-con takimi McCain uzerinden Iran'a saldiramayacaklarini anlarlarsa, en azindan Iran'a girip, etrafi dagitip savas sonrasi durumu Obama'nin kucagina atmayi dusunebilirler. En azindan "girilmis" olur, ABD petrol sirketleri birkac kontrakt koparirlar, ABD yanlisi bir rejim gelir, sonrasi bir sekilde halolur. Bu neo-con'lar icin mantikli bir strateji olabilir.
Mehmet Barlas
Neticede onlar da [Ingiltere] imparatorluktu, biz de öyleydik.
Eksik
Osmanli koylu imparatorlugu idi, yani temel uretim metodu tarimdi. Ingiltere bir sanayi imparatorluguydu, uretim metotunun merkezinde fabrika vardi. Aradaki farki sadece iki ulkenin binalarina bakarak bile anlayabilirsiniz. Ingiltere'deki yapilarin buyuklugune, hasmetine bakin - bunlar sanayi toplumundan cikar. Yaninda Osmanli'nin yaptiklari devede kulak ve cilizdir. Topkapiyi filan geciniz, bizim binalar bu adamlarin soylulara bile ait olmayan birkac binasinin yaninda cuce kalir. Ve sebebi Osmanli'nin bunlari akil edememesi degildi, sadece uretim metotunu degistirmemesiydi.
MB
İnsanlara da hayvanlara da gösterilen saygı ve özen var öncelikli gündemde.
O saygi nereden geliyor
Sn. Barlas 2000 yilinda petrol krizi sirasinda orada olsaydi, o meshur centilmenligin ne kadar cabuk ortadan yokoldugunu da gorebilirdi. Garajlarda arbede cikiyordu, hastane onunde park edilen arabalarin petrolu depolarindan cekilerek caliniyordu. Parasi olan adam baskasina iyi, saygili davranmaya daha meyilli olur. Petrolun varsa ucarsin. Petrol paradir.
Ama gazeteler ölmüyor.
Yanlis
Los Angeles Times 2005 yilinda sunlari yazmistir: "Gunluk gazetelerin sirkulasyonlari 1984'teki 63.3 milyonluk tepe noktasindan 8 milyona dustu. Ve bu sirada ABD nufusu 58 milyon artti. 1960 ve 2004 arasinda 306 gunluk gazete batti ve yokoldu". Turkiye daha o seviyeye gelmemis olabilir, yani, gazete sirkulasyonu dusmeye baslayinca burada da gelismisligin hizlandigina karar verebilecegiz. :)
Ayrica, Internet'in gelmesi, ortam/format (medium) degisimine yol acar, isim olarak yok olmayabilirsiniz, ama kagit ortamindan yeni, daha esnek elektronik formata gecebilirsiniz.
Hadi Uluengin
Oysa, bugüne kadar elde edilmiş bütün bulgular ve kazılardan çıkmış bütün kemikler "Afrika kökeni"ni tartışılmaz biçimde doğruluyor. Zaten teorisi de son derece mantıkiyet arz ediyor. [..]Dolayısıyla da, "savan" denilen yüksek otların ötesindeki tehlikeyi fark etmek için maymun iki ayağı üzerinde doğrulmak zorunda kalmıştır. Giderek de, bilûmum organları bu yeni duruma uyum sağlamıştır. Ve de nihayetinde, Süveyş müveyş derken, yavaştan yavaşa bütün aleme yayılmıştır.DogruInsanlarin Afrikadan cikip yeryuzunde dagilma haritalari surada bulunabilir (kaynak).Afrikadan sonra Ortadogunun onemli bir dagitim noktasi oldugu gozukuyor. Buradan insanlar Avustralya, Asya, Avrupa gibi degisik yonlere dagilmislar. Yukaridaki harita mtDna metotu kullanilarak cikartilmis, yani temel genetik.Turker AlkanAtatürk bir diktatör olmakla, demokrasiyi yerleştirmemekle eleştiriliyor. "Yüzde doksanı köylerde yaşayan [..] bir toplumda demokrasi nasıl kurulacaktı?" sorusu üzerinde fazla durulmuyor. Her yönetim biçiminin belirli bir ekonomik, toplumsal ve kültürel tabanı vardır. Hiçbir yönetim boşlukta oluşmaz, salt kişilerin iradesine bağlı olarak kurulmaz ve yıkılmaz.DogruDemokrasi belli sartlar olustugunda kacinilmaz hale gelen bir yonetimdir. Bugunun Turkiyesi boyle bir ortamdir, 1920 Turkiyesinin buna uygun oldugu soylenemez. Demokrasi ne zaman gelir? Eger bir toplumda alinmasi gereken karar miktari tek/otoriter iktidari asiyorsa, ona fazla geliyorsa, o zaman karar mekanizmalarinin mumkun oldugu kadar dagitilmasi gerekir ve demokrasi buradan cikar. Otorite buna gerektigi halde izin vermezse, o zaman kararin muhataplari rahatsiz olur, kargasa cikar. Cin'de, her sene sadece resmi kaynaklara gore sonu kanli biten 80,000 kusur isyan olmaktadir! Cunku endustriyel/bilgi ekonomisinde ilerledikce, alinmasi gereken karar miktari artiyor, ama karar mekanizmasini dagitacak demokrasileri yok.Karar baskalarina nasil birakilir? Meclis uzerinden halka birakilir. Ya da direk halka birakilir, yada sivil toplum orgutlerine kismen birakilir.. Baska turlu yetisemezsiniz. Endustriyel bir toplumda alinmasi gereken karar miktari, koylu toplumda alinmasi gereken kararlardan kat kat fazladir. Ayni karsilastirma, girmekte oldugumuz bilgi cagi ve oncesi icin de gecerli olacaktir. ABDde 40li,50'li yillarda bir baskan 9,10 tane cikar grubunu gozettigi zaman isini yapmis sayiliyordu. Artik alinmasi gereken kararlar binlerce degisik cikar grubunu ilgilendirmektedir.Ulkemize donelim: Mustafa Kemal demokrat miydi?Degildi.Bu soru onemli bir soru mudur?Degildir.Kemal'in yaptigi sudur: Kendi basa gelene kadar Osmanli'nin elit tabakasinin reform icin konustugu, dusundugu, planladigi her reformu alip hepsini 5-10 sene icinde yapmistir. Alfabe devrimi, hilafet kalkmasi, su bu devrimi.. Bunlarin hepsi Kemal oncesi Osmanli'da tartisilan konulardi. Din, dil, tarih.. degistir, degistir, degistir. Evet, bu konusulanlarin arasinda demokrasi de vardir. Denenmistir, fakat bakilmis iktidar elden gidecek, birakilmistir, zaten zamanin Turkiyesinde kararlar "aktarilacak" kadar fazla degildir.Sunu belirtmek gerekir: Kemal, iyi bir siyasetbilimci, tarihci, ekonomist, dilbilimci, filozof degildi. Fakat "icraat" isinde, aklina koydugunu yapma konusunda becerikliydi. Osmanli elitlerinin hep uzerinde konustugu devrimleri alarak hepsini yapti, yapabildi cunku elinde "siyasi sermaye" vardi, savas kazanmisti. Bu icraatin iyi tarafi su olmustur: Bu "devrimlerin", dogru ya da yanlis olsunlar, nihayet yururluge koyulmus olmasi sayesinde biz, bugun, en azindan "keske su yapilsaydi" diye tartismaktan kurtulmus oluyoruz.Fakat bu toptan devrimlerin yapilmasinin kotu yan etkiler de olmustur. Toparlama olduklari icin devrimlerin teorik tabani eksiktir bu sebeple ozel kalemler birbiriyle catisir, uyumsuzdurlar, zaten bu yuzden 80 sene sonra cogunun adapte edilmeleri neredeyse imkansiz haldedir. Bizim yapmamiz gereken bunu gormek, ve ilerisini buna gore planlamaktir.Sonuc olarak ne diyoruz?Gunumuz Turkiyesinde Mustafa Kemal'i, Osmanli elit'ini ikiye, uce katlayabilecek dusunce adamlarimiz vardir. Bu sebeple "Kemal bugun olsa ne yapardi" diye sormak abesle istigal ve sacmaliktir. Ne yapacagi onemli degildir, o zaten kendi zamani icin kendine dusen gorevi yapmistir. Eskiden bugune aktarilacak bir sey var midir? Bunu sormak ta gereksizdir. Uretim metotu cok buyuk bir degisim gecirmistir, eskiden gecerli olmayan parametreler ortaya cikmistir. Yani "surekli aktarilacak ne var?" diye bakmak zaman kaybi haline, ve gelecek planlamasini negatif etkileyen bir unsur haline gelebilir. Bireyi referans alarak, bugun isleyecek/islemeyecek olani anlamak icin "optimalite [1]" yeterli bir kistas olarak gorulmelidir. Eskide olani eskide birakarak, yolumuza koyulmamiz gerekiyor. Surekli dikiz aynasina bakmaktan vazgecmeliyiz, yoksa onumuzde arabalara carpabiliriz. [Cumhuriyete atfen] Dünyevi ve uhrevi güçlerin temsilcisi, Tanrı'nın gölgesi olarak duran ve Tanrı'dan başka kimseye sorumlu olmayan Halife Sultan yerinde kalsa, demokrasi kurulabilir miydi?Evet kurulabilirdiDikkat, kurulsun demiyoruz. Fakat teorik olarak bu mumkundur (bkz Ingiltere). [Cumhuriyete atfen] Kadınların hukuki eşitliğini sağlayan reformlar olmadan demokrasi kurulabilir miydi?Bilgi yanlisCumhuriyet kadin haklarini gerektigi olcude verememistir. Zamanin kanunlarinda hala "namus" gibi kavramlar yer alir ve erkek hala aile reisi konumundadir. Gercek anlamda kadin haklari kanunu 2004'te cikarilmistir. [Cumhuriyete atfen] Siyasal meşruluğun kaynağının ilah güçlerde değil de, halkta olduğunu veri olarak kabul eden laiklik kabul edilmeseydi, demokrasi kurulabilir miydi?Kavram karmasasiLaiklik, Osmanli'daki millet sisteminin zittidir. VATANDASLIK KAVRAMI ANLAMINA GELIR. Bu acidan laiklik ile demokrasi arasinda ufak bir baglanti, korelasyon olabilir, fakat korelasyon sebep anlamina gelmez. Sebep/sonuc iliskisi olsa olsa, demokrasinin laikligi guclendirecegi yonunde olabilir cunku oy hakki olan vatandas, daha guclu bir vatandastir.Demokrasinin gercek cikis noktasi, gelisen ve karisan bir toplumda alinmasi gereken kararlari mumkun oldugu kadar merkez disina yayma ihtiyacidir.DEMOKRASI BIR LUKS DEGILDIR.Mustafa Akyol[..] çünkü ‘benim herhangi bir dini inacım yok’ diyen insanların çoğu da, aslında topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerlere inanıyor. İsveçliler bugün çok seküler olabilirler, ama inandıkları ahlaki değerler aslında Hıristiyanlık’tan süzülerek gelmiş şeyler.Dogru ‘İnsanlara karşı merhametli ve yardımsever olmalısınız’ hükmü, din ortalıktan kaybolunca da bir süre etkili olsa bile, bir süre sonra birileri çıkıp şöyle diyor: ‘Bir dakika, niye öyle olacakmışız ki? Niçin canımız ne isterse onu yapmıyoruz?’ Rus kökenli Amerikalı yazar Ayn Rand, işte tam da bunu söylemişti. Sadece ateist değil aynı zamanda da ‘din karşıtı’ olan Rand’in kurduğu felsefe, bencilliği ve diğer insanlara karşı umursamazlığı yüceltiyordu. Bugün Rand’in romanlarından etkilenen milyonlarca insan, ‘sadece kendini düşün, kendini tatmin etmekten başka hiç bir amaç gütme’ ilkesine inanıyor.EksikRand'in felsefesinin karsi oldugu sey kollektivizm'dir. Sosyalizm, fasizm gibi pek cok -izm'e karsi Rand "insanin secme/mutlulugunu takip edebilme ozgurlugu" ilkesini one cikarip onun benligini korumayi amaclamistir - zaten insanin "kendi mutlulugunu arayabilme" ozgurlugu ABD'nin anayasasinda bile kodlanmis bir kavramdir (ABD'nin dini baskilardan kacan insanlar tarafindan kuruldugunu unutmayalim, ve mutluluk, pek cok degisik sekil alabilir). Buradaki mutluluk illa hedonizm olacak seklinde alinmamalidir (isterse olur, ama ..), cunku Rand'e gore birey kendi kendini yoketmemeli, potansiyeline erismelidir. Ozetle, Rand'in bireyciligi, "neyi istedigime ben karar veririm" durusunda, zamane kollektivizm despotluguna karsi ayakta kalmaya cabalayan, meritokrasiye pirim veren, insani bir direnistir.Rand'in dine karsitligi dinlerin kollektivist, komuta/kontrol gorunume girdigi noktada baslar - onun gunumuzdeki modernite sonrasi bireysel dini inanisa karsi olacagini zannetmiyorum. Cunku Rand, etik konusuna cok onem verirdi, ki etik, kodifiye edilmis bir takim ahlaki/mesleki kurallar silsillesi olarak herhangi bir din gibi, ya da onun parcasi, uzantisi, kardesi olabilecek bir kavramdir. Rand, hatta, kollektivistlerin etik takip edebilecek zihni kapasiteye sahip olmadiklarini belirterek, bize bu insanlari tanimamizda cok iyi bir kistas da sunmustur.Turkiyede Ayn Rand ne yazik ki "ask yazarlarinin" eline dusmustur, bu sebeple bu konuda bir kisim kose yazari seviyesinde yapilan yorumlarin dikkate alinmamasini ozellikle belirtmek isterim.Rand'in onemli kapitalist savunucilarindan olmasi da raslanti degildir. Ona gore birey ile kapitalizm, devletcilik ile kollektivizm arasinda baglantilar vardir, ve bunlardan birincisi zenginlik, digeri sefalet, catisma yaratir [3].Rand'in felsefesi bugun icin tamamiyla yeterli degildir, fakat endustriyel bir dunya icin yeterli/gecerli cevaplari bulmustur [4]. Gunumuzu aciklamaya talip olan buyuk bir seztez icinde Objektivizm'in onemli bir parcasinin yer alabilecegini zannediyorum.Engin ArdicNitekim iki gün önce Larry Sinclair adında bir serseri Obama'yla kokain çekip [..].Standart camur, eski hikayeObama 11 sene once kendi yazdigi kitapta, boyle ilaclari "deneme" hatasina dustugunu kendi itiraf etmisti. O kismi yeni haber degil. Iddiaci herifin diger iddialari camur kampanyasina ait.. Bush / McCain catismasi sirasinda da McCain hakkinda "gayrimesru zenci cocugu var" diye camur attiklari bile olmustu (McCain'in zenci cocugu var, ama gayrimesru degil, Bangladesh'ten evlatlik). Standard hareketler bunlar...---[1] Optimalite 21. yuzyila gore refah, guvenlik, mutluluk [2], ozgurluk ogeleriyle, az/orta/cok gibi sozler, hatta rakamlar ile irdelenebilecek parametreler uzerinden dusunulmelidir. Amac, en fazla sayida insana, bu parametreleri olabilecegi kadar ayni anda, olabilecegi kadar ust (optimal) seviyelerinde sunmak olmalidir.[2] Mutluluk kelimesi, ABD anayasasinda faydali bir ek olmustur - her turlu kollektivizme karsi onemli bir kalkan gorevini gormustur.[3] Rand, Capitalism, The Unknown Ideal[4] Dun yeterli olan bugun yetmeyecek aciklamalarindan bazilari, mesela, Rand'in patent kavrami hakkindaki durusudur. Patentlere, aynen mulkiyetlere yaklastigi gibi yaklasmistir, bireyin hakki cignenmemelidir. Fikri mulkiyet korunmalidir, vs. Fakat, bilgi toplumu icin bu yaklasim ne kadar dogrudur? Yeni ekonomide innovasyon cogu zaman acik kaynaklara dayali olarak bilgini suratle birlestirilip, kullanilip ihtiyaclar icin mobilize edilmesini gerektirmektedir. Patentler bu hizli ekonomide destek midir, kostek mi?
Mehmet Barlas
Belki atalarımızın Çin Seddi'ne dayalı topraklardan [..]
Yanlis
Turkiyelilerin, genetik olarak sadece %30'u Orta Asyalidir, geri kalan genetik miras, uzerinde oldugumuz ve cevredeki topraklarin karisimidir. Bu karisim, Avrupa'da genetik olarak en cok Finlandiyalilar ve Ingilizlere yakindir bu arada (garip ama gercek). Kulturel mirasa bakarsak ayni sekilde "%30" rakami dogru gibi gozukuyor. Anti-demokratlik egitimler Asya ulkelerininde de tarihte gorulmustur, halen goruluyor, kismen buradan beslendigimiz dogru olabilir. Fakat Asyalilarin arasinda da demokrasiye yonelis var, bir de ortada koca bir Hindistan var tabii. 1 milyar kisilik demokrasi! Dunyanin en buyuk demokrasisi derler. En eski demokrasi Amerikadir (ve en saglami [1]).
Ibrahim Karagul
Mesela yine RAND tarafından hazırlanan ve bu tarz araştırmalara yılda 100 milyon dolar ayıran muhafazakar Smith Richardson Vakfı'nın finanse ettiği “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, kaynaklar ve stratejiler” başlıklı 2003 tarihli çalışmaya bakalım:
"Anti-emperyalist ve sosyalist düşüncelerinden dolayı laiklere güvenilmez. Fundamentalistlere ve geleneksel Müslümanlara da. Fundamentalist ve gelenekseller arasında oluşabilecek bir yakınlık kesinlikle engellenmeli. Hatta birbirleriyle savaşmaları teşvik edilmeli."
Yanlis
Bahsedilen raporda o kadar kumpasvari bir hava yok. Ayrica bu iki grubun birbirleri ile "savasmalari" degil, anlasmazliklarinin / fikir ayriliklarinin (disagreement) tesvik edilmesi soyleniyor (sayfa. 12). Bu belge, bir bol/yonet, onu buna kirdir belgesi degil, yani askeri baglamda degil. Fikirsel duzlemde adam Islam cografyasinda kimin kendine daha yakin oldugunu anlamaya calisiyor. Eger universiteme cagiracaksam, mesela, nasil turden bir dusunuru cagirayim zihin egzersizinde.. Yani burada RAND'i savunmak durumuna dusmek istemem, tekil rapor bazinda soyluyorum, rapordaki bazi ispatlar isabetli bile - mesela "modernlestirici"'lerin genelde cemaat arasinda gorulmedigini, fazla entellektuel seviyede yazdigi, propaganda yapmadigi icin elinin zayif oldugundan bahsedilmis.
Tabi bu kategorizasyonlara herkes katilmayabilir, koktenci (fundamentalist), gelenekselci (traditionalist) ve modernizeci (modernizer). Bugun Afganistan baskani Karzai'ya sorsan, "ben koktenciyim" diyor, sanki "koktendinciyim" ya da "yobazim" der gibi, ama korkmadan o kelimeyi ustleniyor, cunku kelimenin gercek anlamini takip edince "ben Islam'in kokune (fundamentals)" inaniyorum onun" icin baglantisini yapabiliyor. Bu aslinda disaridan bir kategoriyi kabullenmemek gibi bir kulturel savunma da ayni zamanda. Bir politikaci hicbir zaman din konusunda secmenleri onunde belli bir kategori icine dusmek istemez.
Not: Turban hakkindaki durusuna gore tum kategoriler bir tablo ile aciklanmis (sf 25) - bu guzeldi. Belge ayrica laikci ile laik arasinda iyi bir ayirim yapmis, laikcileri Komunistlere benzetmis.
Gokhan Ozgun
Salı günü, yine bu köşede, Etyen Mahçupyan’ın yazısı muhteşem bir ironiyle başladı ve bitti. "Şeklen bir demokraside, esasen otoriter bir vesayet rejimi altında yaşıyorsak, şekil denetimi ne ola, esas denetimi ne ola? Şekli inceleyen esası inceliyordur. Esası inceleyen ise aslında şekli. Gocunabilirsin, ama sakın şaşırma."
Bütünüyle başaşağı bir rejim. Şekil dersem esas anla. Esas dersem şekil anla.
Bu ironide bir şey daha gizli. Ki bu her şeyden daha vahim. O da, Türkiye’nin ‘şeklen’ demokrasi olmakta ve kalmaktaki ısrarı. Şeklen demokrasiyi derinleştirme çabası. Şeklen demokrasinin dilini kurma, bu dili anlamlandırma, memleketi bu dile kilitleme ihtirası. Bu dil, yalnızca karanlıkta parlayan fosforlu bir dil. Bu dil, şeklî demokrasiden esas demokrasiye geçişi engellemek için otoriterliğe binbir demokrat jargon taşıyan bir dil. Bu dil, kendi kendilerini merkeze atayıverenlerin dili.
Bu dille savaşmadan, bu dille uğraşmadan, bu dili mahkûm etmeden, bırakın tartışmayı, konuşmak bile mümkün değil. Çünkü bu dil, insanların aklını karıştıracak. Bu dil, zamanın ayağına dolanacak. Bu dil, Türkiye’yi demokrat dünyadan izole edecek. Bu dilin varlığı ve gittikçe zenginleşmesi sayesinde, ‘yabancılar’ ‘Türk demokrasisi’nin ‘içişlerine’ karışamayacak.
Eskiden cumhuriyet ve muasır medeniyetin taştan, plastikten referansları ile idare eden rejim, yeni dünyada artık kendine bir demokrasi dili kurmak zorunda. Artık bir anlam dünyası yaratmak ihtiyacında. Yalnızca burada değil, otoritelik her yerde, mesela Rusya’da da bir demokrasi dili arayışı içinde.
İtidal çağrısı denen, bu yeni sahte dili kurun ve bu dilin içerisinde kalın, emrinden başka bir şey değil.
Türkiye’de birileri, ki onlar özürsüz ve şuurları fena halde yerinde ‘ortayolcular’, her gün bu dili baştan kuruyorlar. Otoriteyi demokrasiyle şifreliyorlar. Esasta otoriter, şeklide demokrat bir şifreyle konuşuyorlar, yazıyorlar.
Geniş tabanlı uzlaşmadan söz ediyorlar. Aslında söz ettikleri, arzu ettikleri, biat edilmesi. Biat kültürünü ‘uzlaşma’ adı altında demokrat bir şifreyle tekrar tedavüle sokmak istiyorlar. Totaliter referanslar dünyasından demokrat bir anlam dünyasına geçmek istiyorlar. Demokrat şifrelerle itekleyerek memleketi, bir köşede kilitlemek istiyorlar.
Sürekli ‘çoğulcu demokrasi’yi vurguluyorlar. Ne kadar güzel di mi, kim istemez? Çoğulcu demokrasi kelimesinin içine şifreledikleri, şantajcı otoriterlik. Deşifre edince görüyorsunuz ki, nedense sürekli endişe içinde olan bir azınlığa, her parmak şaklattıklarında, 5 yıldızlı bir gönül rahatlığı temin edemezseniz, azınlık diktatörlüğü devam eder, demek istiyorlar. Çoğulcu demokrasilerde gayet tabii ki siyasi ya da etnik azınlıklar haklarını almak için her türlü demokratik imkânı sonuna kadar kullanma hakkına sahiptir. Ama bu imkânların bırakın sonunu daha başında bir iktidar partisini kapatmak yoktur.
Hukukun üstünlüğü şifresine hiç girmeyelim. Onu, sözünü ettiğim yazıda Etyen Mahçupyan deşifre etmiş zaten. Çok da iyi etmiş.
Otoriterliği demokrasiyle şifreleme çabası ‘çok sesli’ televizyonlarımız için de çok önemli.
Bu şizofrenik imkân sayesinde “tartışamama programları” büyük rating alabiliyor.
Birileri sürekli otoriterliği demokrasiyle şifreliyor. Hem de ne şifrelemek, 180 derece tersinden şifreliyor. Demokrat da çıkıp helak oluyor. Ve elinden geldiğince o dili deşifre ediyor.
Şifre-deşifre, şifre-deşifre, şifre-deşifre, devran dönüyor. Bunun adı tartışma değil, hatta münazara bile değil. Bu hiç bitmeyen bir psikanaliz seansı gibi. Seans hiç bitmiyor, çünkü hasta olan hastanenin sahibi. Seans, o ne zaman ‘rahatlarsa’ o zaman bitecek.
Bu dili büyük itinayla kuran ‘itidalli’ kişilere çok dikkat etmek lazım. Çünkü onların önemli bir kısmı kuzu postunda kurt.
Onların derdi, Türkiye’yi bu şifre-deşifre patinajıyla yavaşlatmak. Demokrasi ateşiyle otoriter zehrin dansını ebedî kılmak. Ve Türkiye’ye zamanı kaybettirmek.
Zaman kaybetmek artık her şeyi kaybetmektir. Çünkü beğenin beğenmeyin, dünyanın yeni oturuş düzeni Türkiye’yi demokrat dünyaya davet etmek zorunda kaldı. Ama bu davetin altında bir de LCV var. Davete icabet edip etmeyeceğinizi önceden belirtmeniz lazım. Öyle elinizi kolunuzu sallayıp istediğiniz zaman, istediğiniz gibi, ben geldim lan, diye dalamazsınız oraya.
Demokratların üzerinde, zamanı, çağı ve dünyayı arkalarına almış olmanın gizli rehaveti var sanki. Tarihe teslim etmişler siyaseti. Karşı tarafı küçümsüyorlar... Nasılsa bir gün demokrasi gelecek... Hangi gün geleceğini bilmek bu devirde çok önemli. LCV
Katiliyorum
Cengiz Candar
Milli Takımımız gerçekten bizim Milli Takımımız idi. Bizi temsil ediyordu. Hepimizi. Ülkemizi, toplumumuzu. Hepimizi. Hepimiz, ülkemizi, toplumumuzu, kendimizi, önceki gece Cenevre’de Milli Takımımızda gördük. Milli Takımımızda bulduk.
Derede boğulmak. Okyanus aşmak. Savrukluk. Beceriksizlik. Gereksiz asabiyet ve hatta şiddet (Kaleci Volkan Demirel’in Çek Jan Koller’e yaptığı o çirkin hareket). Hepsi bizde.
Aynı zamanda, inançla hedefe asılma, müthiş bir yetenek sergilemek, hayatiyet, canlılık, hepsi bizimkilerde. [..] İşte Türkiye bu. Hesaba, kitaba gelmez. Ne zaman, ne yapacağı bilinmez. Dökülür ve şahlanır. Ezilir ve coşar. Bitti sanıldığı anda ayağa kalkar.
Türkiye’den umut asla kesilmez...
Katiliyorum
[1] Bakmayin, bu blogda Amerikan entegrator elitin attigi taklalardan bahsettik, baskan oldurttuler, OJ mahkemesinin jurisini bir katakulli ile "atadilar". Fakat 300 senelik tarihte bunlar ufak olaylardir, tukenecektir, tukenmektedir. Genel itibariyle sistem saglam isler, demokrat'tir, ve degisime izin veren esnek bir yapisi vardir. Kurtaja izin veren Roe vs. Wade adli anayasa mahkemesi kararina ve oraya gelinceye kadar verilen oylarin matematigine bakin. Sanki sihirli bir el kanaati yavas yavas ozgurlestiriyor gibidir.. Zaman gelmis ve pat diye ozgurluk gelmistir.
ABD'de, muhakkak, modernite sonrasi toplumu idare etmek icin daha fazla katilimci demokrasi gerekecek. Simdi o gecisin, ihtiyaclarini sancilarini yasiyorlar. Biz hala ABD'nin mevcut haline yetismeye ugrasiyoruz. "Partilere" dokunmak/dokunmamak hakkinda konusuyoruz (felaket durumdayiz acikcasi).
Emre Akoz
Geçenlerde bir yorumcu, Anayasa Mahkemesi'nin 5 Haziran'da verdiği kararla rejimin değiştiğini söylüyordu. AYM'nin Anayasa'yı çiğneyerek aldığı kararla, demokrasiyi terk edip yargıçlar iktidarına geçmiştik. Olay böyle de yorumlanabilir. Gayet makul. Ama gelin başka bir açıdan da bakalım: İddiam şu: Rejim değişmedi, rejimin maskesi düştü. Yani Türkiye'deki siyasi rejim zaten böyleydi; şimdilerde apaçık görünür oldu.
Dogru
Sn. Emre Akoz son zamanlarda hepsinin altina "dogru" yazilacak pek cok yazi yaziyor [1,2,3,4,5, ...] Bunlari teker teker eklemeyelim diye simdiye kadar alinti yapmadik, cok is olacakti - siz en iyisi kaynagindan bakin.
Engin Ardic
Ne kadar isterdim şu Kıbrıs konusunu bir kurmay subayla tartışmayı... Yanlışım varsa beni uyarsın, bilemediğim jeostrateji ayrıntılarını öğretsin...
Sacma
Bir "kurmay subay"'in kuresel strateji konusunda uzman olmasi garanti degildir. "Savas generallere birakilmayacak kadar ciddi bir istir" sozunun cikis noktasi zaten budur.
Daha once Sn. Ardic'in dokundurdugu "yurtta sulh cihanda sulh" sozunun temeli de, stratejik bir merkezde yatar, oyle mistik, bariscil bir soz degildir... Mustafa Kemal, Osmanli'nin Asya'daki muslumanlara yonelik "hamilik" yapma stratejisinin Osmanli uzerinde cozucu bir etkisinin oldugunun farkindaydi. Bu sebeple "yurtta sulh (bizi rahat birakin) cihanda sulh (biz de baskalarina hamilik yapmayalim sizi rahat birakalim)" sozunu sarfetti. Soz, bu baglamda gayet mantiklidir. Bu sozu oldugu gibi Kibris'a uygulamak ta uygun degildir. Pek cok konuda oldugu gibi, eski zamani ESKI ZAMANDA BIRAKMAK GEREKIYOR. O gun dogru olan bugun dogru olmayabilir. Kibris bir duragan ucak gemisi gibi cok onemli bir konuma sahiptir. AB'ye girerse, sen de gireceksin, girmek icin baski yapacaksin. Birakmayacaksin. Ama referendum gibi sonucu belli "dis ulke kamuoyuna donuk" hamlelere izin vereceksin - "biz evet dedik o hayir dedi" ayaklarina yatacaksin. Bunlar hep stratejik hamlelerdir.
Son olarak sunu soylemek gerekir: Prof. Dr. Ahmet Davutoglu'nun dedigi gibi "Kibris'ta hicbir sorun olmasa bile Turkiye'nin bir Kibris sorunu olmalidir".
Serdar Turgut
Zaten Nash de kendi modelinde 'Nash dengesi' denilen durumu formule etmistir. Beraberlik ile biten maclari bir Nash dengesi ornegi olarak ele alabilirsiniz.
Yanlis
Nash dengesi, yarismali bir oyunda her iki tarafin, karsi tarafin stratejisinin ve kendi potansiyel kazancini ve yapabileceklerini gozonunde tutarak, optimal bir strateji sectigi anda ortaya cikar. "An" derken, "stratejinin ne oldugu"'ndan bahsediyoruz, karsilasmanin "skorundan" degil. Her iki tarafin Nash dengesindeki stratejik secenekleri, oyunun sonunda 1-0 skoruna yol acabilir. Nash denge ani, her iki tarafi tatmin edecek "en iyi sonuc" anlamina gelmez. "Her iki tarafin kendine gore en fazla kazanc saglayabilecegi stratejilerin secim noktasi" anlamina gelir. Her takim kendi guclerini, yapabileceklerini, ve elde edebileceklerini (payoff) gozonunde tutarak optimal bir strateji secmeye ugrasir, ve bunun sonucunda oyun oynanir ve sonuc alinir.
Cok basitlestirerek bir ornek verelim: Diyelim ki bir futbol macinda mumkun yegane iki strateji, defansif agirlikli, ya da ofansif agirlikli oynamak olsun. Yine diyelim ki, mesela, 30 sene onceki milli takimimizdan bahsediyoruz. Bu takim icin kazanma sansi az, odul onemli ama olasilik ile carpinca kazanc (payoff) dusuk. Ote yandan fark yemenin ihtimali daha fazla, yani kazanc cok buyuk bir eksi deger (neredeyse ceza, ah vah niye kaybettik, utandik, zirlayip duran Hurriyet mansetleri, vs).
Ve yine diyelim ki 30 sene onceki macta karsi takim Brezilya olsun. Bu takimin Turkiyeli takima gore kazanma sansi fazla, odul tur atlamak, kaybetmenin bedeli kotu, ama olasiligi az oldugu icin kazanc (payoff) dusuk.
Boyle bir ortamda, Nash dengesi Brezilya'nin ofansif, Turkiye'nin defansif oynadigi andir. Bu oyun sonucunda mac 2-0 Brezilyanin kazanmasiyla bitebilir. Yani beraberlik illa Nash dengesi anlamina gelmez.
Sayin yazarlarimiz: Lutfen bu tur derin teknik konularda yazmadan once bir biline danissinlar. Merak, bilgiyi garanti etmez. Meraktan, bilme anina erismek icin uzun soluklu, derinlikli dusunce, hamaliye gerekir. Yoksa yapilan, yarim yamalak bilimsel bilgiyle yarim yamalak sonuclara erismek olacaktir. Ayrica insanlara yanlis bilgi vermenin kotu yan etkileri de cabasi.. Tabi Sn. Turgut icin bu acaip degil belki de - sonucta ornek aldigi Marx ta ayni sekilde yarim yamalak bilimle garabet sonuclara erismisti. Bu bilip, bilmemekten ote, bir dusunce disiplini problemidir.
Engin Ardic
Atatürk'ün cumhuriyetinde senato da yoktur. Gerek olsaydı, Atatürk kurardı onları...
Yanlis
Ne demek "gerek olsaydi kurardi onlari". Sacma sapan sozler bunlar.. Siyasetbilim konularinda bir olgunun dogru olup olmamasinda, o fikre Mustafa Kemal'in de katilip katilmiyor olmasi onemli degildir. Kemal iyi bir asker, ve stratejisyendi. Buradan "iyi bir siyasetbilimciydi" sonucunu cikaramazsiniz.
Bunu soylerken, Sn. Ardic'in ne yaptigini hepimizi goruyoruz saniyorum. Kendisi Kemalistlerle bir boks macinda, ve senato isteyen Kemalistlere "madem Kemalist'sin, niye Kemal'in dedigini takip etmiyorsun?" diye bir tokat cakiyor, yani onlarin sozunu onlara karsi silah olarak kullaniyor. Bu etkili bir darbe. Aslinda arkamiza yaslanip bu boks macini seyretmeye devam edebilirdik, ringde Ardic'in karsi tarafi tokatlamalarina bakip, gulup, guzelce eglenebilirdik. Fakat biz, hayatin ve Turkiyenin geleceginin buyuk cogunlugunun (artik) bu ring disinda tezahur etmekte olduguna inanmaktayiz. Bu sebeple polemikler bir tarafa, dogru bilinenlerin acik bir sekilde yazilmasi gerekiyor.
Dikkat: Bu yazida, senato destekleyen ya da karsi cikan bir gorus belirtmedik. Metot hakkinda yorum yapiyoruz.
Gecende stand'da dergilere bakarken, Aydinlik dergisi gozume carpti. Arada sirada ucuk fikirler gormek ve cogunlukla gulmek icin bir bakarim. Mesela Putin'in Turkiye ziyareti sirasinda, konu hakkinda haberi veren sayfada koca bir "Sezer Putin kucaklasmasi" fotografi vardi. Bu resim baska yerde cikmamisti.
Neyse, dergiyi acinca sayfalarin artik saman kagit degil, renkli kaliteli kagit ile basildigini gordum. Aklimdan ilk gecen dusunce "Rusya'nin yeni petrol paralari birilerinin isine yaramis demek ki" oldu. Aydinlik'in Rusya'ya yakinligi malum. Karen Fogg olayi sirasinda e-mail'leri dergiye sizdiran suphesiz Rus istihbarati idi. Rusya'nin, etrafindaki ulkelerin NATO'ya ve AB'ye girmesini istemedigi de bilinen bir sey, ama bu genellikle eski mustemleke ulkeler icin gecerliydi... Bu listeye Turkiye dahil edilmis midir? Bunu gerceklestirmek icin ne kadar ileriye giderler? Putin eski bir KGB ajaniydi, KGB'den kacan Oleg Gordievsky'nin Ingiltere'de zehirlenmesi buyuk olay olmustu, hatirlayabilirsiniz. Bazilari hala eski soguk savas oyunlarini oynamaya istekli olabilir.
Espriyle karisik gercek bir beyan okudum bir kitapta: Soguk savasi hakikaten kim kazandi? Su anda Rusya'da, nukleer silah, petrol ve dogal gazin ucu de var. Tabii, 80/90'li yillarda surunduler, nufuslari azaliyor, yeterince acik toplum degiller. Hala problemler var yani.
Daha once Star Trek dizisinin benzetmelerle dolu oldugundan bahsetmistim. Bunlara biraz daha devam edelim. Bir kulturu ve genre'yi tanimak icin bunlar onemli manivelalar aslinda.Star Trek Freud'u cok memnun edecek sembollerle dolu. Bir kere, Turkceye cok guzel bir sekilde cevrilmis olan uzay gemisi Atilgan'in bir erkek uzvuna benzedigini soylemistik. Devam edelim: Bu gemi, kara bir bosluk olan uzaya dogru gidiyor/giriyor. Hoppala. Hatta geminin Turkce tercumesini (Atilgan) de kullanmak gerekirse, bu bosluga dogru "atliyor". Cevirmenlerimiz farkinda olmadan cok guzel bir espriyi yakalamislar.Ama bununla da kalmiyor. Dizi baslarken arka planda / fonda bir konusma var: Once Kaptan Kirk'u oynayan William Shatner, sonra Kaptan Picard'i oynayan Patrick Stewart tarafindan seslendirilen bu giris konusmasi ne diyor? "Misyonumuz hic bir erkegin gitmedigi yerlere cesurca gitmektir! (to baldly go where no man has gone before) ". Hoppala! Nereye "gidiyoruz" yahu? :) Her ne kadar gunun politik hassasiyetleri (political correctness) icin sonradan "hicbir erkek (no man)" sozunu cinsiyetsiz olan "hic kimse (noone)" haline cevirdilerse de, dizinin genel Freudian cagrisimlari bariz sekilde ortada... Uzay sanki iliskiye girilecek bir hanim gibi gosterilmis, ve ilginc bir sekilde kurgulanmis gemi ile oraya dogru "atlaniyor".Tabi bunu soylerken, bu dizinin diger politik hatta bazen utopik, sofistike durusunu golgelemek istemem. Trek evreni hakikaten insanin olmayi hayal edebilecegi bir evrendir...
Replicator teknolojisi ile tasarimdan uretime gitmenin bedeli neredeyse sifira inmistir, enerji ucuzdur, insaniyet pek cok gezegene yayilmistir. Daha guzeli insanlar sadece kendilerini gelistirmek icin yasamaktadirlar, pek cok diger irk Federasyon catisi altinda baris icinde yasamaktadir (bu arada Federasyon Amerikayi temsil eder). Muhakkak oteki baska buyuk gruplasmalar ile savaslar vardir, bunun sebebi de dizide dram yaratmak icin gerekli malzeme saglamaktir.Star Trek dizisinin ilk versiyonu televizyonlara ciktiginda ABD'de 60'li yillarda zenci/beyaz surtusmesi cok travmatik bir sekilde yasanmaktaydi - ve Star Trek gayet innovatif bir sekilde zamaninin pek cok "hassas" konusunu "ileride" gecen ve bu sebeple daha guvenli olan bir ortamda allegori kullanip adresleyerek, bizce zamaninin politik ortamina cok olumlu faydalar saglamistir. 80/90'li yillarda baslayan Star Trek Next Generation da bu gelenege devam etti.Bu dizi hakkinda daha sayfalarca yazabiliriz: Su acaip politik ortam bir duzelsin, buralara da gireriz belki.Trek konusunda bazi kisa haberler, Star Trek XI isimli yeni bir film yakinda cikacak, yonetmen Lost dizisinin produktoru J.J. Abrahams. Film, ilk Trek evreni uzerine kurulu (Spock'un oynadiklari) ve Kirk'u geri getirmediler ama daha genc bir Spock buldular: Heroes dizisinde kotu adami oynayan Zachary Quinto. Quinto tabii ki esmer, Ortadogulu gorunumlu (ama Yahudi degil Italyan asilli -deniyor-).