thirdwave

Github Mirror

Hafta 12

Hadi Uluengin

O halde bir, öküz altında buzağı arayıp ve komplo teorilerine bir yenisini daha ekleyip, savcının jestini "yukarıdan eşgüdümlü" bir kumpas olarak açıklamanın álemi yok! Ortada ne "örgüt", ne "komplo" var! Ankara bürokratlarının ahbap?çavuş ilişkisi ve onların Sakarya meyhanelerindeki "laiklik gitti, gidiyor" vahvahı da bu gerçeği değiştirmez. Hasbelkader konumuna sığınıp kendine "misyon" vehmeden aklıevveller ibadullah. Fakat doğru, Başsavcı statüko açısından tabii ki "taktik" bir taarruza kalkıştı. Ancak, bu, harita okumayı bilmez ve ikmál kuvveti hesaplamaz işgüzar çavuşun, emir gelmeden ve tek başına karşı sipere yönelttiği başıbozuk saldırıdan farksızdır ki, nokta!

Dogru

Bizce de, bu deneme 'munferit' bir olaydir.


Kadir Copdemir

Kimisi diyor ki "bu filme herkes gidiyor, film para kazaniyor kesin kotu filmdir gitmeyelim, bir baskasi da diyor bu film odul almis kesin kotudur, gitmeyelim. Bu ikisi arasinda bir orta nokta olmali".

Dogru

O orta nokta su olmasin: "Bu film para kazaniyor, cok kisi gidiyor, o zaman iyi filmdir".

Degil mi? Yani bunu dusunmek niye bu kadar zor? Tabii iyi derken, o seyircilerin icinden ciktigi grup icin gecerli genellemeden bahsediyoruz. Eger siz, genel sinema seyircisini temsil etmiyorsaniz, o zaman sizin iyi/kotu kriterleriniz bile toplumdan farkli demektir - o zaman o ulke baglaminda hicbir piyasa kiyaslamasina dahil olmamaniz lazim. Fakat topluma donuk bir irdeleme yapacaksaniz, o zaman insanlarin serbest bir piyasada cuzdanlari ile oy verdiklerini anlamamiz gerekiyor. Sinan Cetin'in konu hakkinda yorumlar suradadir (sonlara dogru).

Goze, kulaga guzel gelen sey, sanattir. Nokta. Baska hicbir tanima gerek yok... Sanatin bir seyi "temsil" etmesi, onu uretenin bir seyinin "disavurumu" olmasi gerekmez. Picasso'nun eserlerini begeniyorsaniz, iyi sanattir. Begenmiyorsaniz, degildir. Film gise rekorlari kirmissa, iyi filmdir, hic basarili olmamissa, bu irdelemeyi yaptiginiz grup baglaminda, film kotu filmdir.

Buradan hareketle, su unlu Kurtlar Vadisi hakkinda birkac yorum... Bu dizi mafya yapilanmasini, derin devleti yuceltiyor diye bir zaman cok elestirildi. Fakat "sanat hayati taklit eder, tersi degil" kuralina gore K.V dizisi, cekildigi zamandaki Turkiye'nin bir aynasiydi. Yani bu dizi cekilmekte oldugu icin derin devlet, ceteler olusmadi - onlar zaten vardi.

Simdi ne oldu? Ceteler cokertiliyor, temizlik yapiliyor - ve (bazi yorumlardan anladigimiz uzere) Kurtlar Vadisi'nin havasi son zamanlarda degismeye baslamis. Bu is boyledir. Sanattan, ayni dusunceyi ifadeden korkmaya, onu sansurlemeye gerek yoktur, cunku sanat, fikir, mevcut durumun bir aynasidir.

Ayni sekilde, su anda televizyonlarda olan dizilere "feodal yapiyi yuceltiyor" diye elestiri yapmak sacmaliktir cunku bu mereti seyreden adamin biraz ustunu kazirsaniz, bir nesil oncesi koye dayanacaktir! Sohbet sirasinda biraz silkelersen uzerinden "imece, kuyu, keci, nadas" gibi kelimeler dokulecektir. Yani adamin kultur kodlarinda bu meret vardir - zamanla olmayacaktir, ama simdi vardir. O sebeple, bunu seyredecektir, bunu sevecektir. Siz begenmiyorsaniz, seyretmezsiniz.

Biz sahsen kayit ederek TV seyrederiz (hizli gecmek icin) ya da baska yollardan yabanci diziler.. Kayit edilenler, Turkce kanallardan TRT1, CnnTurk, Tgrt, Business Channel, NTV'den ibarettir (diger tum kanallar blok edilmistir). Hicbir Turkiyeli dizi seyretmeyiz. Hosumuza gitmiyor ama bu baskalarini elestirecegiz, o seyretmesin dedigimiz anlamina gelmez.


Ilber Ortayli

"[Turkiyeli kelimesi] abuk sabuk, ne oldugu bilinmeyen, hic tutar bir tarafi olmayan bir laf[tir]" [1]

Yanlis

Eger zaman tunelinde geriye gitseydiniz, Kanadali veya Amerika'li kelimelerinin de "abuk sabuk sacma" bulanabilecegi bir zamana denk gelebilirdiniz. Turkiyeli kelimesi ne oldugu bilinmeyen bir kelime degildir, ne oldugu gayet net sekilde bilinmektedir: Mevcut Turkiye topraklarindan yasayan insanlar anlamina gelmektedir. Sn. Ortayli bunu gayet iyi biliyor tabii ki.

[1] Cumhuriyet'imize Dair, Ismail Kucukkaya

Tayyip Erdogan

Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Uşak’ta düzenlenen toplantıda konuşan Erdoğan, kadınlara “Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyorlar, nüfusun azalmasını istemiyorsanız, 3 çocuk doğurun” dedi.

Dogru

Yani, 3 cocuk kismi dogru... Ama daha kesin bir sayi istiyorsaniz, her ailenin 2.1 cocugu olmalidir! :) Bu rakam gelismis ulkelerde (biz daha orada olmasak ta) nufusun saglikli devri-daimi (replacement) icin gereklidir.Bu rakam ile ABD'de bazen dalga gecilir - "evet, evlenecegim, suburbia'ya [1] tasinacagim, ve 2.1 cocuk sahibi olacagim" bunlardan biri..

Serdar Turgut

Daha önce söyledim; ‘getir göster bir birinci sayfa manşetini ve buyur ulusalcılık de’ diye ama o başka yazarların köşe yazılarıyla münakaşa ediyor kendi kafasında.

Yanlis

Bahsedilen gazetede "darbecilik kotu bir sey degildir" kivaminda yazilarin ciktigi oldu. Sn. Turgut bunlardan haberdardir umuyoruz... Kendi gazetesini okuyor olmali.---[1] Suburbia, "sehir disi" yani "suburb" kelimesinin bir espriyle ulke ismi gibi kullanildigi bir durumdur cunku sehir disi yasayanlar bazen degisik bir ulkede yasiyor gibi olurlar. Mesela bu sebeple suburbia'nin krali olan New Jersey'den gelen okuldan tanidiklarimiz New York'u hic sevmez. Sevmemezlik ters yonde de isler tabi - NY da NJ'yi pek tutmaz. NJ'in halini en guzel Sopranos dizisinde gorebilirsiniz.



Sinan Cetin

Soru: Başörtüsü yasağına karşı yapılan düzenleme için mi söylüyorsunuz bunu?

Hayır, hayır. Orada yanlışlık yapmıyor AK Parti, aksine son derece serinkanli ve haklı davranıyor. Başörtüsü konu bile değil. Konu haline getiren yasaktır, sorun haline getirenler de yasaklayanlar. Yasak olmasaydı sorun olmayacaktı. Yasaklayan yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, öldüyse kemikleri sızlıyordur herhalde. Her yasak başka özgürlük alanlarını da daraltır. [..] Özgürlük fikri sevilmiyor, satın alınmıyor çünkü. Devlet seçkinleri başta olmak üzere herkes toplumu yönetmek, biçim vermek istiyor. Halbuki toplum diye bir şey yoktur. Birey vardır, birey de nereye gideceğine, neyi tercih edeceğine sadece kendi karar verir. Hukuk ise bireyleri devlete karşı korumak için vardır.

Dogru


Mehmet Barlas

Galiba kolay olan türbana "evet" veya "hayır" diyerek kavga etmek.

Yanlis

Turban gibi bir konuda esas yanlis olan orta pozisyondur. Aynen Amerika'daki kurtaj konusu gibi, ya yasaktir, ya da degildir (1973 tarihli Roe vs. Wade kararindan itibaren de serbesttir). Zannediyorum kendisi turban konusu ilk gundeme ciktiginda bir kafa karisikligi yasadi (akil hocasi bulamadi?), ve "tutarli olmak" icin bu pozisyonu devam ettirmek istiyor. Sn. Fehmi Koru benzer bir durum yasadi, onun soguklugunun sebebi "hukumete yakin oldugum halde nasil oldu da bu isten once haberim olmadi?" havasinda bir soguk durmaydi galiba (gayet flu ve anlamsiz bir beyanname "ucuncu gorus"'e desteginin sebebi de bu olmali).

Artik hayat daha hizli ilerliyor. Sorunlar ve cozumler, beklenmedik anlarda, sartlarda ortaya cikabiliyor. Bu, hayat icinde aktif olanlarin o "firsat dalgalari" ciktigi anda, ustune atlayip sorfe baslamasini gerektirmektedir. Her sorunu tekil bir sekilde, tek basina irdeleyip, onun ortaya cikarttigi secenekleri en puruzsuz sekilde ortaya koymak, ve firsatlar ciktigi anda onu cozmek icin bir tarafa yonelmemiz gerekiyor. Degisim icin bir sureligine karisiklik tolere edilebilir. Kaos teorisinde siddetli akim bolgeleri oldugu gibi stabil noktalar (saddle points) de mevcuttur.

Ve bir diger stabil noktaya varmaniz icin, once icinde oldugunu stabilite noktadan cikmaniz gerekir.


Murat Birsel

Normal fizik kurallarının işlediği makro dünyadan mikro boyutlara geçtiğiniz zaman bildiğimiz fizik kuralları çalışmaz oluyor. Yere düşmesini beklediğiniz şey havaya çıkıyor veya çarpacak dediğiniz şey duvarın içinden geçiyor. Mesela ‘kuantum’ klavye ile yazı yazıyor olsanız ‘elma’ yazmak üzere e-l-m-a tuşlarına basıyorsunuz (kuantum daktilo) ‘gazoz’ yazıyor.

Belki

Kuantum mekanigine gore bazen elma, bazen gazoz yaziliyor, fakat daha cok elma yaziliyor demek daha dogru olur. Bir elektronun bir yerden digerine giderken, en kisa yol yerine kainatin oteki ucuna gidip U donusu yaparak sonra onunuzdeki hedefe uzun yoldan gecerek gitmesi ihtimali sifir degildir, fakat sifira yakindir. Matematiksel olarak bu yollarin tumunden gecilir fakat agirlik daha olasi olan yol duz olan yoldadir demek daha dogrudur. Kuantum karmasa, kargasa, tekme tokat sokak kavgasi, arbede degildir. Kaldi ki kaos bile deterministik olarak uretilebilir. Rasgele sayilari uretmenin algoritmalari da vardir.


Mehmet Barlas

Mussolini "Faşizmin Doktrini" nde, şöyle bir tanımlama yapar. Faşizm, sosyalizme, liberalizme, demokrasiye ve bireyciliğe karşı olan kollektivist bir ideolojidir. Faşist hayat tarzında, bireyin çıkarları devletin çıkarları ile aynı olmalıdır. Faşist devletin kapsadığı insani ve ruhsal değerler dışında başka bir değer olamaz.

Dogru

Barlas'in yazisi, fasizmin kabileci ve bireyi yokeden tarafini acik sekilde gozonune koyuyor.

Ayrica buradaki bir ironi de var: Bu ironi, sosyalizme karsi oldugunu zannedenlerin ona ne kadar benzedigi... Bizce, Mussolili Italya'si ve Hitler Almanya'sinin Sosyalist Rusya'ya olan yegane gicikligi, kollektivist kabile ideolojisinin kendilerinden degil onlardan cikmis olmasidir. Hitler bu ideolojiyi "nasyonel" yaparak adeta "bu da bizimki iste" demistir. Bir anlamda "sizin kabilenize girmek istemiyoruz, siz bizimkine girin" imasi vardir.

MB

Falih Rıfkı Atay [..] şöyle yazar: "Halk çocuğunun anasının karnından çıkar çıkmaz yattığı beşik fırka (parti) kucağıdır. Bir yeni cemiyet başka türlü yoğrulamaz. Roma'nın yeni mahallelerinde liberalizm ve demokrasiye aykırı birçok şeyler görülse de, 1921 anarşisinden, fakirliğinden, gevezeliğinden, başıbozukluğundan hiçbir eser göremedim. Demokrasinin ardından Ostiya'nın sivrisineği, Roma kırının batağı, İtalyan ahlakının inzibatsızlığı, İtalyan sokağının pisliği kalktı ve İtalyan milliyetperverliğinin eğilmiş başı yukarı kalktı."

[..] 1930'ların dünyası çok geride kaldı.

Dogru

Ustteki turden, kollektivist kabile ideolojilerine duzulen methiyeler pek coktur. Bu safsatalardan bir digeri "Nazi Almanya'sinin trenleri vaktinde yerine ulastirtirdigidir". Bu soz genelde "evet efendim, ozgurluk yoktu ama hersey tikir tikir isliyordu" bab'inda kullanilir. Halbuki bunu tartismasiz sekilde ispatlayacak (trenler dahil) hicbir delil yoktur! Tersini ispatlamak icin II. Dunya Savasi'na bakmak yeterlidir! Almanya kaynaklari lojistik olarak planlamada buyuk zorluk cekerken, yetistiremezken, totaliter olmayan Ingiltere kaynak dagitimini ve kullanimini (utilization) cok daha verimli sekilde yapabilmistir. Almanya gerekli innovasyonlari gerekli zamanda ve gerekli noktalara eristirememis, Ingiltere radari kesfederek onemli bir avantaj saglamistir. Savas sonrasi roket arastirmasi yapan Von Braun'un tum bilgisini NASA'ya vererek ABD uzay arastirmalarinda cag atlatmasi, bilim adamlarinin pek de oyle "nasyonel" olmadiklarini acikca gostermektedir. Bu insanlari ve sanslari "kacirmis" olan Almanya'nin kaynaklari daha iyi idare ettigini kimsenin tutarli sekilde iddia edebilecegini zannetmiyoruz.


Emre Akoz

Bu tip baskılara, zorlamalara, itip kakmalara, buluttan nem kapmalara... Velhasıl o dönemi çağrıştıran uygulamalara sinir olurum. İkincisi... Bir dile karakterini veren, kültürün ruhunu taşıyan; "düz" kelimelerden ziyade deyimlerdir, tamlamalardır, benzetmelerdir, deyiş biçimleridir...

Dogru

Dil onu kullananlarin sekillendirdigi bir seydir. Bir mirastir, deyimleri, eski yeni tum kelimeleri onun zenginligidir. Bir kelimeyi begenmeyen, onu kullanmamakta ve onu kullananlarla iletisim kurmamakta serbesttir. Mesela "direkman", "şık oldu/olmadi" gibi kelimeleri kullanmiyoruz, etrafimizda bunlari kullanan insanlar da yoktur. Bir insan grubunda begenilen bir kisinin/kisilerin konusma stili belki daha fazla yayilir, fakat bu da o grubun dinamiginin karar verdigi bir seydir - bir merkezin degil.


Serdar Kaya

Bay Spiro'nun hikayesi, başlangıçta çok mantıklı gibi görülen kimi düşüncelerin, daha ciddi sorgulamalara tabi tutulduğunda üzerlerindeki yaldızların nasıl da kazınıp asıl mahiyetlerinin ortaya çıkabileceği konusunda benzeri az görülür türden bir ibret vesikasıdır. Bay Spiro'nun saygıdeğer çalışmasıyla ortaya koyduğu örnek, özellikle sürekli dezenformasyona maruz kalan kitlelerin herhangi bir konuda bir fikre varma konusunda acele etmeyip sabırlı davranmaları, en bilimsel ve analize dayalı gibi görünen yargıları dahi sonuna kadar sorgulamaktan korkmamaları gerektiğine işaret etmektedir.

Dogru

Guzel bir yazi - kutlarim.

Bahsedilen turden safsatalar etrafiimizda bolca. Tom Friedman bu tur yalnis saptamalari kaynatan kisilerde biri. Evet, bir "model" bulmaya ugrasmak, yani bu ugrasi, bu zihin durumu alkislanacak bir sey. Bunun %100 arkasindayiz. Fakat her modele cok dikkatle bakmak gerekiyor. Mesela Friedman'in "McDonalds'i olan iki ulke hicbir zaman savasmamistir" diyen kurali bunlardan biriydi [2] - Yugoslavya bolununce ve savasan her iki tarafta da McDonalds olunca modelin hatasi ortaya cikti. Simdi, "ayni ikmal hattinda olan iki ulke savasmamistir ve savasmayacaktir" diyor. Bunun dogru olup olmadigini zaman gosterecek. Bu modelin iyi taraflari sunlar (dikkat adam bir kere sisti diye her dedigini bir kenara atmacilik yapmiyoruz, durmus saat bile gunde iki kere dogru vakti gosterir) biraz daha mantikli - birbirine "satan" ulkeler bir urunun bitmesi icin "beraber calismazlar" ve birbirleri ile olan baglantilari cok kuvvetli degildir [1]. Boyle ulkeler birbirlerinin piyasasini urunleriyle isgal etmektedirler, bu da aslinda bir savas olarak gorulebilir. Fakat ikmal hattinda olmak, yani bir bilgisayari insa etmek icin innovasyonun Turkiye'de, anakartin Bengalor'da, kasanin Cin'de, ve satisin ABD'de yapiliyor olmasi o zincirdeki tum ulkeleri ve bu sureci takip eden sirketi ilgilendirir, ve belki bu sirketin etkisiyle Cin ile Hindistan arasinda daha iyi iliskiler gelistirilmesi mumkun olur (mesela). Fena model degil. Dogrulugunu zaman gosterecek.

[1] Buna iyi bir ornek, iki dunya savasinda karsi taraflarda olmus Fransa ve Almanya'dir. Fransa, savaslardan once Almanya'nin en cok ticaret yaptigi ulkeydi.

[2] Fakat sunu da eklemek gerekir: Modelin iddiayi ortaya koyma "yontemi" ve detay seviyesi (granularity) dogrudur ve Popper'in "yanlislanabilir" kriterine uygundur. Ki, tarihte modele uymayan bir olay olunca modeli atabilmeniz mumkun olmustur. Yanlislanabilme kriterine uymayan bir model, "vallahi madalyonun bir yuzunde askeriyesi kuvveli ulkeler savasir, madalyonun diger yuzunde askeriyesi kuvvetli ulkeler caydirici olur ve savasmaya ihtiyaclari kalmaz" (mesela) seklindeki bir modeldir. Bu modeli yanlislamak mumkun degildir, bilahere modelin hicbir kuvveti yoktur. Gelecegi tahmin icin size hicbir enstruman saglamaz.

[3] Bir fakat daha: Kararlama mekanizmasi ile bir sorunun pek cok tarafini gorebilmeyi karistirmamak gerektigini de ekleyelim. Karardan once bir sorunun pek cok yonunu gorebilmis olmak her zaman karar mekanizmasina yardim eder.


Serdar Turgut

Türkiye’nin sorunu, aklın hâkim olduğu bir derin devletin ortada bulunmamasıdır.

Dogru

Cunku zaten AKP entegrator elit kesimi ile halk secimlerinin arasinda bir "anlasma" noktasini temsil ediyor... Son gunlerde olanlar, elit tabakasinin bir kisminin kendi basina bir takim isler cevirmeye ugrasmasidir. Bu insanlar zamanin degisen sartlarina uyum gosteremiyorlar. Her endustriyel demokraside halk ve entegrator elit istekleri arasinda bir al-ver sozkonusudur, turbani, Cumhurbaskanligini, kisitli populizmi verirsin (mesela), karsiliginda ekonomik, siyasi istikrar, ve imtiyaz olmasa bile en azindan rahat birakilmayi alirsin.

Bu al-ver iliskilerine bakarsak, Cumhurbaskanligi, turban konusunun katiyen parti kapatma seviyesinde sorun yapilacak konular olmadigini gorebiliriz.

Daha once belirttigimiz gibi, Turkiye tarim -> endustri -> bilgi ekonomileri arasindaki gecisi cok hizli ve ayni anda yapiyor, bu sebeple dogal olarak olusmasi gereken gruplasmalar yarim yamalak olusuyor, ya da bu grubun bir kismi kendilerini birdenbire cagin baska turlu degisim isteklerinin bombardinanda buluyorlar.

Fakat konu ile ilgili tum kesimlere tekrar hatirlatmam gerekir ki, AKP, sistemle calismak icin bastan beri cok ugrasmis bir partidir, Sn. Osman Ulagay'in kitabinda [1] AKP kurucularindan Bulent Arinc'in konu hakkindaki dusuncerine bir goz atmak bunu anlamak icin yeterlidir. Bu sebeple hukuksal sebepleri birakin, guc dinamiklerine ve herkesi kapsayacak "optimal getir noktasina" baktigimiz anda, AKP'nin kapatilma davasinin ne kadar mantiksizca ve ortak akilin disinda bir garabet oldugunu anlayabiliriz.

Bu kapatma davasi kesinlikle ve kesinlikle reddedilmelidir.

Aslinda kapatma davasinin acilmasi bir bakima iyi olmustur - boylece davanin muhtemel reddi sonrasi demokrasinin daha guclenmesi mumkun olacaktir. Bir asi olarak addedebiliriz.

Alternatifi acikcasi dusunmek bile istemiyorum. Bu oldugu durumda bizim sahsen yapacaklarimiz, Turkiye'de baslattigimiz teknoloji projelerinin fisini cekmek, ulkeyi ne yazik ki terk etmek, ve her turlu yardim, gozetleme eylemlerimizi durdurmak olacaktir. Bu sitenin calismasi bitecektir.

Bize adim atana biz de adim atariz, ama yerinde duranlar icin yapacagimiz bir sey yoktur.

[1] Osman Ulagay, Akp Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu


Mustafa Akyol

Gelin, Fuller’ın yaklaşımıyla biraz da kendimize bakalım. Bu ülkedeki kimi “laikçiler”, en az yüzyıldır, “İslam yüzünden geri kaldığımızı” söyler veya ima eder. Bunu söylerken, “dinciler”in bağnaz, hoşgörüsüz, şekilci ve yeniliklere kapalı olduğunu da vurgularlar. Ama bu saydıkları olumsuz vasıflara kendilerinin de fazlasıyla sahip olduğu, son yıllarda ayan-beyan ortaya çıkmış durumda. Demek ki, bağnazlık, hoşgörüsüzlük, şekilcilik ve yeniliklere kapalılık, dinin bir ürünü değil; dindara da seküler olana da bulaşabilen, kendi başına ayakta duran sorunlar.

Dogru


Gulay Gokturk

Evet, meseleler her zaman çok yönlüdür. Ama bazen, bir yön öylesine ağır basar; öylesine vahim bir hal alır, diğer bütün yönler, o kadar tali kalır ki; işte o noktada "başka yönlerden" de bahsetmek, asıl meseleyi kamufle etmekten başka bir işe yaramaz. Şu anda öyle günler yaşıyoruz. [..] Gundeme geldiğinden bu yana sık sık kullanılan bazı ifadeler var ki, "meselenin iki yanını da görme" çabasını ortaya koymaktan ziyade, kullanıcısının ruh halini, ideolojik ve siyasi olarak iki arada bir derede kalmışlığını deşifre ediyor. "AK Parti'nin hiç mi suçu yok" tekerlemesi bunlardan bir tanesi...[..] Somut bir örnekle söyleyecek olursak, "AK Parti'nin türbanı serbest bırakmaya çalışması laikliğe aykırıdır" demez, "Şimdi zamanı mıydı, başka türlü yapılamaz mıydı?" diye eleştirir. "Bütünsel bir demokrasi yaklaşımı içinde olmama" eleştirisi de yine, yürütülen icraatı yanlış değil ama eksik bulan bir ifadedir. Ve aslına bakarsanız, her hükümete her zaman yöneltilebilir.

Katiliyoruz

Bir karara varmadan once o konunun pek cok tarafini gormek iyidir, fakat bir karar verilmesi gerekince, miyminti yapmadan, en optimal olan secilerek o yonde "kalinmalidir". Kaldi ki turban serbestisinin zamanlamasi acisindan yapilan tum elestirilerin ici bostur. AKP, alabilecegi en fazla destegi alabildigi bir zamanda, konuda cozum bekleyen bir sorunu cozme yoluna gitmistir.

Bu sebeple "kapatma iddianamesi" baglaminda olanlar bir garabet olarak addedilmeli, muhtemel cozum sonrasi hicbir istif bozulmadan ayni yolda/mentalitede devam edilmelidir.

GG

Peki bunlar, birileri ellerinde balyoz, hükümetin üstüne yürürken; aslında sadece hükümetin değil, topyekun demokratik rejimin üstüne doğru yürürken söylenecek şeyler midir? Sayılan günahlara bakın: 301'inci maddeyi bir türlü kaldıramamış; Hrant Dink davasını bir türlü aydınlatamamış. Türban yasağını kaldırmaya çalışırken üniversitelerdeki diğer yasakları kaldırmayı ihmal etmiş. [..] Peki AK Parti bütün bunları yapmış olsaydı, bu dava açılmayacak mıydı?

Katiliyoruz

Bazilari, goze carpmak, dikkate alinmak icin hep ters olani soylemek gerektigini zannediyorlar. Bazilari, "tepki varsa kesin bir seyler yanlis yapilmistir" kivaminda bir korkaklik sergiliyorlar. Ayrica "Ak Partili" gibi bir etiketten korkanlar da var. Bu baglamda en iyisini Hadi Uluengin soyledi zannediyoruz:

"Her koyun kendi bacağından asılır, sürüden olmadığım için kişisel açıklayacağım. Evet, derin mesafeme rağmen iktidar partisine kısmen olumlu baktığım doğrudur. Ama burada belirleyici olan nokta AKP değil, bizzat b-e-n'im! "Yol" benimkisidir!"

AKP'nin ozgurluklerden vazgectigini iddia edenlere sunlari belirtmek gerekir: AKP'nin mesela "Turkiyeli" kelimesinden vazgecmesi (biz vazgecmedik), 301 konusunda (guya) ayak surumesi, genel secim oncesi "yukselen milliyetciligin oy kaybina ugratabilecegi" dusuncesiydi ve hesabiydi. Bu yuzden AKP bir ucgenleme (triangulation) yaparak karsi tarafin (MHP) bazi konularini caldi. Tum bunlar siyasi rasyonalitenin bir parcasidir.

"Efendim politikada her sey oy icin mi yapilir?".

EVET HERSEY OY ICIN YAPILIR. Kapitalizm'de hersey para kazanmak icin yapilir. Dinde her sey inanc cercevesinde yapilir. Hukukta hersey kanun cercevesinde yapilir. Futbolda hersey o maci kazanmak icin yapilir.

Ve aynen kapitalizmde "gorunmez el"in fiyatlari duzenledigi gibi, demokrasilerde de "gorunmez el", yani halkin kanaati, icinde yasadigi cagin genel sorunlari hakkinda en optimal karara varir.

O zaman: Siyasi rasyonalite icin yapilan her, siyasette mubahtir. O zaman, AKP, muhtemel bir cozum sonrasi aynen kaldigi yerden zihniyetini hic bozmadan, yoluna devam etmelidir. Oy almayi gozetmeli, karsi tarafin konularini calmaya ugrasmalidir. Ayni seyi MHP, CHP de yapmalidir.

Bu surec sonunda uzun vadede ulkenin sorunlari cozume ulasacaktir.


TİB BAŞKANI

Ses kayıtlarının Youtube’a nereden yüklendiği kolaylıkla bulunabilir. Orijinal sesleri bilmiyoruz. Youtube ve benzeri paylaşım siteleri Türkiye’den faaliyet belgesi almak zorunda. IP trafiği dediğimiz, yani kullanıcıların siteye hangi videoyu, hangi ülkeden, nasıl yüklediğini gösteren bilgiler o sitelerin kendileri tarafından kaydedilir

Dogru fakat...

.. kayitlari yukleyen kisi cok basit bir yonlendirme ile IP adresini saklayabilir. Bu durumda YouTube'in elindeki adres dogru adres olmaz. Biz Internet yasaklarinin etrafindan boyle dolaniyoruz zaten. Sanayi mentalitesi ile bilgi dunyasini idare edemezsiniz ve anlayamazsiniz.


Fikret Ilkiz

Ses kayıtlarında içeriğine bağlı yayından kaynaklanan suç oluşabilir.

Dogru fakat...

.. bu yasagin etrafindan dolasilabilir. Kontrolu yapilamayacak kanunu hic gundeme koymamak en iyisidi, yani bizden soylemesi, isteyen yapacagini yapar.

Daha fazla bilgi her zaman daha iyidir. Bilgi yayilmak ister ve yayilacaktir. Ne cekismesi olursa olsun, daha fazla is gozonune cikiyor, bu da iyidir. ABD'de devlet ici cekisme help olur (ozellikle baskan topal ordeklesmeye baslarsa), ve bu cekismeler bir kurumun katilmadigi bir karar hakkinda bilgiyi basina "sizdirmasi" seklinde tezahur eder, mesela CIA bunu daha once yapmistir (evet, CIA'nin her tarafi "derin" degildir - cag degistikce, insanlar degistikce, onlarin icinde yeraldigi kurumlar da degismektedirler).

Bu arada, konusanlarin kimligini saptamanin teknolojisi var - buna "speaker identification" denir.


Hadi Uluengin

Eğer TSK şu an Kuzey Irak'ta harekát düzenleyebiliyorsa, bu, ABD'nin söz konusu müdahaleye "ceváz vermiş" olmasından kaynaklanmaktadır.

Dogru

HU

Yani, TBMM'den çıkmış olan "Tezkere" işin yalnız "göstermelik" cihetidir.

Yanlis

Tezkere hukumetin elinde ABD'yi sıkıstırmak icin onemli bir koz oldu, cunku tezkere dis basinda aninda flas haber oldu ve ABD kamuoyu bunu gordu [1]. Bunun niye ise yaradigini anlamak icin ABD'de kamuoyunun Irak hakkindaki su anki dusuncelerini bilmek gerekiyor - oncelikle Bush'un halk arasindaki kabul gorme yuzdesi gecende yukari cikti ve %19'a geldi! :) Saka gibi degil mi? Ek olarak, Irak'a girmis olmanin bir hata oldugu kamuoyu tarafindan artik kabul edildi. Ustune ustluk, Irak'ta Guney, Dogu, Bati'da bir suru problem duyulurken bir tek Kuzey Irak hakkinda gurultu cikmiyordu, Turkiye de oraya girmek istedigini ilan edince Bush fena sıkıstı! Eger Turkiye o durumda bir saatlik bile girseydi, Bush'un durumu iyice tabana vuracakti.. Bu yuzden topal ordek Bush, kotulerin arasindan daha kotusuyu secmedi ve Turkiye'yi destekledi. Bu baglamda bizimkilerin Bush'un PKK hakkinda surekli basinin etini yemis olmalari iste o an ise yaradi (bak yillardir soyluyoruz, vs..).

[Buradan gerisi Sn. Uluengin'in yazisi ile alakali degildir] Yani evet, ABD aslandir, kaplandir, asar, keser... Kavramsal dusunemeyenler, fikirler yerini "kisileri/seyleri" koyanlar bu "ismi" gorunce altinda ne dinamikler oldugunu dusunmezler, bu yuzden o seye "kizarlar" ya da ondan "korkarlar". Fakat kavramlari kullanirsaniz, bakin ne cikiyor: "Topal ordek" bir Baskan varsa, bu Baskan'i azicik tokatlayip kendi amacina uygun yonlendirebilirsiniz. Tabii ABD kamuoyu onunde hakli olabilecek bir durumda olmaniz gerekir, gerekcelerinizin yerinde olmasi gerekir (ki Turkiye'nin oyle idi). Oyleyse tezkereyi cikartirsin, Washington'a gidip W amcayi sıkıstırırsın ve izni alirsin. Istihbarati toplarsin.

Harekatin ne kadar basarili olup olmadigi farkli konudur. Bence harekatin olmus olmasi olmamasindan daha iyi oldu. Muhakkak, zorunlu askerlik kalkmali, savasmayi tercih etmeyen savasmamalidir. Bu da baska meseledir. Fakat su da bir gercektir: Surekli "sehitler olmez, vatan bolunmez" demenin bayat/vasatlayabilecegi kadar "savas cozum degil, hic kimse olmesin" demek te bayatlasmaya baslayabilir.

Hic kimse unutmasin ki, ta bastan tum bunlara sebep olan PKK saldirisi, AKP Kurt asilli oylarin cogunlugunu aldiktan sonra yapilmisti, yani siyasi cozume giden yol gorunmeye baslayinca. PKK bundan rahatsiz oldu ve siyasi cozumun disinda olmak icin, onu bozmak icin saldirida bulundu. Gittiler Sn. Abdullah Gul'un ziyaret ettigi o cocuklari oldurduler, bunlari hatirliyoruz. Eh bunu yaparsan, Allah'in sopasi bir gun kafana iner. Oyle ya da boyle.

HU

ŞÖYLE ki, ABD'nin harekátı onaylaması özünde, Beyaz Saray'ın Türkiye'den y-a-n-a tercih yapmasından; daha doğrusu yapmak zorunda kalmasından başka bir şey değildir! Yani, Irak Kürtleriyle arayı ne denli iyi tutmak istiyor olursa olsun, iş "ya herrü, ya merrü" noktasına geldiğinde, Washington kesinkes Ankara'yı seçmiştir.

Dogru

[1] Hatta tezkerenin gecmesi komedyenlerin diline bile dusmustu. Bill Maher bu haber ardindan monolog'unda soyle espri yapmisti: "Turkiye Kuzey Irak'a girmek icin parlamentosundan izin almis... Bush ta bunu duyunca demis ki: "Ne parlamentosu yahu? Ben kimseye sormadim! Kut diye girdim. Parlamento da neymis?"... Simdi, bunlar onemli seyler...


NTV

Avrupa ülkeleri İnternet’in en büyük arama motoru Google’a rakip çıkarma arayışında. Sitenin adı “Quaero”, Latince’de “Arıyorum” anlamına geliyor. Ama işleri hiç de kolay değil. Zira rakipleri çok güçlü...

Dogru

.. cunku Google, Quaero gibi bir "devlet" projesi degildir. Fransa, "geri kaldigini" hissettigi alanlara hep bu sekilde bir "devlet projesi" ile dahil olmaya ugrasir, mesela bilgisayar bilimdeki baska bir alanda da bunu yapmaya ugrastilar, milyarlarca dolar para harcayip buyutmeye ugrastiklari proje ellerinde patladi. Bu projenin sonucunun da husran olacagini tahmin ediyoruz. Piyasa rasyonalitesi icindeki aktorleri gercekci olmaya iter. Bu rasyonalite disina cikarsaniz, rasyonellik disina cikarsiniz. Fransa her alanda "ulusal yildizlar" (sirketler, kisiler, vs.) cikartmaya ugrasiyor ama ote yanda 2.2 milyon vatandasi, ozellikle gencleri, ulkesinden kacip baska ulkede calismaya gidiyor. Bu kacis 95'ten itibaren %40 artmistir! Bu iki olay arasinda bir korelasyon olmali.


Taha Akyol

Oktay Ağabey, “Şeriat tehlikesi var” diyor; Demirel’in son sözlerini de buna kanıt gösteriyor!

Normal

Bunu soyleyen zihniyetin (Sn. Eksi'nin), kabile mentalitesinde yani kavramsal dusunemedigi belli. Fikirler yerine "kisilerin soylediklerini" delil olarak vermesi bunun kesin bir ispatidir. Sn. Akyol'un ise bu yuzden Eksi ile tartismasi karsi tarafin bunu anlayamacagi sebebiyle gereksizdir - fakat takip edenlerin bilgilenmesi icin bunlar faydali muhakkak.

TA

Siz İslamiyette “Devleti ben yöneteceğim” şeklinde bir dogma olduğunu söylüyor ve bundan yola çıkarak, “İslamiyette devleti yönetmenin onun işi olmadığını kabul ettiremediğiniz sürece, İslamiyet adına konuşanların laik sistemi yıkmaya çalışacaklarını bilmeniz gerekir” diye hüküm veriyorsunuz!

Normal

Aslinda ustteki kelimeleri sarfeden bir kisi, kendi dusunce sistematigini disari vurmus oluyor. Kripto-otarsist, karma ekonomici ve/ya devletci zihniyet, esas kendisi devleti ele gecirip onu yolmak istedigi icin ozgurlugu kendi haricinde kimse icin istemez. Bu insanlarin elindeki alfabe ile kurabilecekleri cumleler zaten cok kisitlidir - "ele gecirmek", ki bu kelime diger bir kabile ideolojisi olan sosyalizm'de cok onemlidir, surekli zihninizde donuyor ise, bu "eylemi" ya siz yapiyorsunuzdur, ya da baskasi. "Devleti kucultme"'nin bu adamlarin zihninde hicbir yansimasi yoktur. Bu kisilerin Ozal zamaninda ustlerine gayet samimi bir sekilde (yani kendilerini kandirarak) piyasaci, ozgurlukcu boyasini cekmis olmasina sakin aldanmayin: Eger Ozal'in reformlari darbe semsiye altinda, bir "devlet" projesi olarak sunulmamis olsalardi, bu kabileciler hicbir zaman o reformlari takip etmeyecekti. Fikren dusunemedikleri icin o yapilan reformlarin nerelere varacagini da dusunemediler. Dusunselerdi, "hizla donmeye" ihtiyaclari kalmayacakti.


Unlu genetikci Craig Venter, bitmesine yaklasik 18 ay kaldigini duyurdugu 4. nesil yakit projesini Monterey, California'daki bir konferansta acikladi. Bu projenin kapsaminda biyo-muhendislik teknikleri ile yapay olarak tasarlanan bir organizma CO2 isleyip/tuketecek ve karsiliginda motorlarda kullanilabilecek turden yakit uretecek. CO2 bilindigi gibi yaygin bulunan bir atik ayrica kuresel isinmanin bas sorumlularindan biri.Venter, "tum petrol endustrisinin yerine gecip dunyaya enerji saglayan en ana enerji kaynagi olmak gibi "mutevazi" amaclarimiz var" diye aciklamasini surdurdu. Konusmasini yaparken dinleyicilerin arasinda Google sirketinin kurucusu Larry Page ve Al Gore goze carpti.Venter en buyuk problemin organizmayi tasarlamak degil, ticari baglamda anlamli olacak sekilde havadan cok yogun konsantrasyonda CO2 cekebilmek oldugunu belirtti. Venter, "elimizde 20 milyon gen var, bu genler gelecekte isimize yarayacak pek cok organizmanin tasarim bilesenleri olacak. Bu alanda sinirimiz sadece hayallerimizdir" dedi.Venter'in takimi sentetik kromozomlar kullanarak zaten mevcut olan organizmalari degistiriyor, bastan yeni canli yaratmiyorlar. Aslinda su anda bile motorlarda yakit olarak kullanilabilecek oktan (octane) ureten organizmalar var, fakat urettikleri miktar yeterli degil. Takimin yapmaya ugrastigi bu organizmalari genetik olarak degistirerek, tuketilen CO2'nun ve uretilen oktanin artmasini saglamak.Haberin asli surada.


Iyi bir haber: "Büyükşehirlerde trafik sıkışıklığını ortadan kaldırmak için 1 Nisan’dan itibaren yepyeni bir dönem başlıyor. Maddi hasarlı kazalarda taraflar doldurup imzaladıkları tutanak sayesinde trafik polisini beklemeden olay yerinden ayrılabilecek. Tutanaklar ve fotoğraflar sigorta şirketlerine verilecek, taraflar hasarlarını sigorta şirketlerinden alacak. Taraflar arasında anlaşmazlık olursa eski uygulamada olduğu gibi polis çağırılacak".

Uygulama cok yerinde. Iletisim, etkilesim, ulasimin ustel bir sekilde arttigi yeni cagda her turlu kanun, uygulama icin sorulmasi gereken ana soru sudur: Yurutumu, kontrolu merkezi bir sekilde mi yapiliyor, yoksa daginik/gayri-merkezi bir sekilde mi? Trafik gayri-merkezi bir kavram olduguna gore, onunla ilgili sorunlar da ayni sekilde cozulmelidir, yani o trafigin icinde bizzat olan tekil aktorler, insanlar tarafindan. Artik kendi tutanagi, kendi fotograf makinasi olan kisiler tarafindan kaza sorunun halledilmesi, muhakkak optimal bir cozum olacaktir.

Bunu yazarken aklima geldi: Demokrasi de daginik bir karar mekanizmasi degil mi? Ve nitekim, bu gayri-merkezilikten rahatsiz olan dinazor Kemalist'ler, acaba bu kazalar hakkindaki uygulamayi da iptal etmek ister mi? :) Kendi basina tutanak dolduran kisiler "laiklik" icin tehlike olabilir mi? Devletin birligi ve butunlugu tehlikeye girer mi?


Foreign Policy dergisindeki bir yazıya göre, güçlü başkan ya da güçlü hükümet'ten ziyade kanun koyucuların, yani parlamento'nun kuvvetli olduğu ülkelerin demokrasisi daha sağlam/dayanikli oluyor. Afrika'nın en stabil ülkesi olarak bilinen Kenya birdenbire karışınca, pek çok kişi şaşırdı, fakat Steven Fish and Matthew Kroenig'in yaptığı araştırma gözden kaçan bir faktöre işaret ediyordu: Zayıf bir parlamento. Kenya'da başkanın rakibi olan parti onunkine göre iki kat daha vekil kazanmış olmasına rağmen, yine sokaklarda kargaşa oldu. Niye? Çünkü rakip partiye oy verenler Kenya'da doğru dürüst kuvvet sahibi olan tek makamın hangisi olduğunu biliyorlardı: Başkanlık.

Fish ve Kroenig araştırmalarında dünyadaki 158 parlamento'yu güçlerine göre sıraladılar. Parlamento gücü 4 kriter üzerinden ölçüldü: Hükümet üzerindeki etki gücü (power over executive), hükümeten ayrı bir kuvvet olabilmek (autonomy), hangi yetkilere sahip olduğu (savaş ilan edebilmek gibi), ve kısmen icra kabiliyet (iş yapabilmek için eleman ise alabilecek parası olup olmadığı gibi).Bu faktörleri Türkiye'ye uygularsak, meclisimizin son zamanlarda güçlendiğini ve buna mukabil demokrasimizin daha kuvvetlendiğini görüyoruz. Meclis ABD tezkeresine hayır, türban, sosyal güvenlik, Kuzey Irak harekatına izin gibi konularda zor bazı kararları alabilerek son zamanlarda bir etki merkezi olabildiğini ispatladı. Bu durum halk arasında da hissediliyor - insanlar problemleri olduğunda muhtar, belediye başkanı, kaymakamlık gibi mercilere gitmek yerine bölgelerinden seçtikleri vekillere daha çok gitmekteler.


Sinan Cetin ile yapilmis roportajlarin ilginc gelen bir bolum surasi:

1974 veya 75 yıllarıydı. Deniz Baykal, Bülent Ecevit hükümetinde Enerji Bakanı olmuştu. Baykal, bakan olduktan sonra ilk iş olarak madenleri devletleştirdi. Bunun üzerine rahmetli Uğur Mumcu, ben, Işık Yenersu ve Fikret Hakan toplanıp onu bu kararından dolayı kutlamaya gittik. Hayatta hatırladıkça sıkıldığım anlardan biridir bu olay. Madenleri devletleştirerek kendine göre entelektüel sosyalistlerin gözüne girmeye çalıştı ve bu madenler daha sonra teker teker kapatıldı. Binlerce insan işsiz kaldı. [..] Devlete ait zenginlikler millete geçmeden bu ülkede kurtuluş yok. Hal böyle iken bizim bu devletçi kararından dolayı Deniz Bey’i tebrik etmeye gitmemiz hayattaki en büyük pişmanlığımdır.


Bir onceki yazida, Tom Friedman'dan ornek vererek kendisinin ortaya koydugu modelin yanlis fakat kivaminin dogru oldugunu soyledik... Buradan bir sonuc daha cikar: Yanlislanabilen model ortaya atmak onun yanlis olma ihtimalini fazlalastiracagi icin, bu sekilde dusunce, belli bir cesaret gerektirir.

Evet, model koyarak kendini ortaya atmak bir cesaret isidir. Ve bilgi ekonomisi surekli verinin aciklanmasini gerektirdigi, hatta bunu gunluk bir is haline getirdigi icin, yeni ekonomide basarili olmak isteyen sirketler ve kisiler, bu tur cesaretin onunu acmak zorundadir.

Bilgi ekonomisinde en ileri olan ABD'de sirketlerin yanlislanabilir (yani kuvvetli) fikirlerin onunu acabilmek icin kullandigi "beyin firtinasi (brainstorming session)" tekniginin amaci budur. Modellerin yanlis olsun olmasin ortaya cikabilmesinin onunu acmak icin, bu tur serbestlige bir isim verilmis ve bu sayede ona sosyal bir "zirh" saglanmis olmaktadir. Bu zirh, bir calisma grubundaki insanlarin birisinin yanlis veya aptalca (gozuken) bir seyi ortaya attiginda, digerlerinin onun ustune cullanmasini engellemek icin yapilmistir.

Bireysel seviyede, bunu is ahlakina yansimalari vardir. Baskalarinin ve bireyin kendi hatalari artik kariyer icin kotu etki eden olaylar degildir. Cunku istatistiki olarak dusunursek, yanlislanabilir dusunenlerin hata yapma olasiligi zaten daha fazladir. Fakat dogru bir model bulduklarinda da bu modelin kuvveti dolayisiyla bunu yansimalari basarili bir urun, daha fazla kar, piyasada daha genis pay anlamina gelecektir. Edison ampulu bulmadan once binlerce deneyi basarisiz olmustur. Fakat dogru olani buldugunda, elektrik ile aydinlanmanin onu acilmistir.

Bu sebeple fikirler ve modeller ortaya atarken "karizma", "onu nasil soylersin" turunden kelimelerin ve hissiyatlarin ortada gezinmesi, kuvvetli modellerin ortaya cikmasini baltaliyici bir ortamin olduguna isaret edecektir. Yeni dunyada basarili bir kurum sahibi olmak isteyen her yonetici, bu tur kelimelerin ve hissiyatlarin kulturunden arinmasi icin aktif bir sekilde ugrasmalidir.


Tekrar belirtelim: Biz hala bu yasagin etrafindan dolasmaya devam ediyoruz - fakat tutarlilik acisindan yasakcilara sunu belirtmek gerekiyor: Eger "zararli" icerik dolayisiyla YouTube kapatiliyorsa, Google'da da bazi kelimeler yazilinca pek cok "zararli" icerik cikiyor. O zaman Google'in da kapatilmasi gerekir.

Serbesti ve yasakcilik oyle gayri-ciddi yapilacak isler degildir. Yasakciligin da bir raconu var. Cin Halk Cumhuriyeti'ne bakin. Ya tam yasaklayacaksin, ya da tam ozgurluk vereceksin. Iki arada bir derede olmak yok.


Lost dizisi hakkinda yapilan yaygin elestirilerden biri cozulmeden cok fazla "gizemi" ortada birakmasi... Simdiye kadar iyi ilginc hikaye anlatim teknikleri seyrettik - eskiyi hatirlama (flashback) ile guncel zamani parca parca, ayni bolumde seyrettik. Simdi, 4. sezonda, ileriyi hatirlama (flash forward) teknigi basladi. Buna gore 4. sezon bitmemis olsa bile sonucunu biliyoruz, ama tam degil, ve o sonuca nasil gelinecegini yavas yavas "simdiyi" seyrederek ogreniyoruz. Jack, Kate adadan kurtuldu, ama tabuttaki kimdi? .. Vs.Fakat cok fazla sonuca baglanmamis ve cok eski sezonlardan gelen bosluklar var.. Walt ne oldu? Waaaaaalt! :) Siyah bulut neyin nesiydi? Ben, iyi mi mi kotu mu? Kotu ise 4. sezon ileri hatirlamari arasinda niye Said onunla beraber?En azindan adanin dis dunya ile baglantilarini biraz daha iyi anlamaya basladik - fakat isler cok yavas ilerliyor. Artik eminim ki Lost her hafta yeni bir dizi usulu seyredilecek bir sey degil - bir sezonu, hatta bittikten sonra kut diye tum sezonlarini seyredilecek bir sey. DVD, Bluray ve "diger" teknikler ile bunu yapmak mumkun, ki aslinda teknoloji ile hasir nesir cogu insanin olagan (default) seyredim usulu buna yaklasmaya basladi.Bu arada, yapimcilar karakterlere uygun filozof isimleri bulmak icin Wikipedia'ya bakiyorlarmis.


Her turlu tabu yikilmak icindir...Altta Hz. Peygamber'in temsili bir resmini gorebilirsiniz. Elimle cizdim.