Hafta 24
Fosil yakıtları üzerine kurulu Bush'un Ortadoğu politikası, bu yakıtlardan en büyük çıkarı olan lobilerin kuvveti sürdüğü sürece değişmeyecektir. Üçüncü dalgayı kısmen temsil eden ama hala ikinciyi de bir şekilde memnun etmeye çalışan Hillary Clinton kazanırsa, bu sebeple ana politikalarda değişiklik olmayacaktır. İsrail/Filistin çözümü için "çok uğraşan" kocası da, Filistin tarafından İsrail yanlısı bulunduğu (ve olduğu) için sonuca ulaşamamıştı - bu Arafat'ı aslında gayet başarılı 2. intifada hareketini başlatmaya itti. Buna karşılık Arafat'ı oldurtup, yerine geçen Abbas'a seçim için bastıran İsrail/ABD, bu yolla bugünkü bölünmenin de temelini atmış oldular.
Ortadoğu'ya uygulanan su anki şablon, tüm karışıklıkların ABD ve Suudi Arabistan'dan uzak tutulması, böylece petrolün kesintisiz bir şekilde Amerika'ya ulaşmasıdır.
Eski endüstriyel mentaliteye sert bir dönüşü temsil eden Bush hükümeti, kendi karanlık entegratör elitini tekrar devreye sokunca, buna karşılık diğer devletlerin genetik hafızasında ölan elitlerarası kapışmayı da tekrar gündeme getirmiştir. Entegratör elit, daha önce bahsettiğimiz gibi, birleştirmek ister bu amaçla diğer ülkelerdeki elitlere "uzanır". Ama iki ülke elitlerinin çıkarları birbirine uyuşmaz ise, birleşemezler, fakat sanayi illa birleşmeyi gerektirir, bu sefer bunu başka yolla yapmak ister ve savaş başgösterir. Fransa ve Almanya entegratör eliti politik olarak birleşemediği için savaşmıştı - Almanya'nın savaştan önce ticaretinin en yoğun olduğu ülke Fransa'ydı.Son zamanlarda Rus ve ABD arasındaki elit kapışmasının bu şekilde gündeme gelerek tekrar "hatırlandığını" görüyoruz, burada suç hala dünyaya ikinci dalga mentalitesinden bakmakta ısrar eden Bush hükümetidir.
Ürdün ve Mısır'da bilgi/servis ekonomisi yönünde kıpırtılar olmaktadır. Bu devletler bu yönde ilerleyebilirlerse, hatta ileride sorunlarını halletmiş Filistin ve İsrail'i de yanlarına alabilirlerse, yeni bir high-tech güç kuşağı oluşturmaları mümkündür.
Yenilenebilir enerji standart tarım üzerinden elde edilebilir, ama daha ilginci (belki de daha iyisi) biyoteknoloji teknikleri ile yapay olarak yaratılmış bakterilerden de elde edilmesidir. Mesela hidrojenin bu şekilde yapay hücrelerden bol miktarda işlettirilip enerjiye dönüştürülmesi konusunda araştırmalar yapılmaktadır.
Biyoteknoloji, ileride bilgisayar programcılığının biyolojik kuzeni haline dönüşecektir. Bu şekilde yapılan programcılık bugünkü İT programcılığı gibi yaygın bir meslek haline gelebilir. Tarım, enerji, ve çevre açısından bu tür kodlama ile gözde bir meslek haline dönüşecektir. Karbondiyoksit alıp oksijen üretebilen bir yapay bakteriyi "programladığınızı" düşünün, ya da mevcut bir bakteriyi alıp biyolojik programını daha verimli hale getirmeyi. Diğer bir örnek, bir proje bağlamında, çok sıcak ortama dayanabilen bir mısır çeşidi "programlanması" olabilir. Küresel iklimin gittiği yöne bakılırsa, bu yakında pek anormal bir ihtiyaç sayılmayacaktır.Üçüncü dalganın önemli bir bacağını temsil eden biyoteknoloji alanında araştırmaların arttırılması had safhada önemlidir. İsrail bu alanda oldukca aşama kaydetmiştir - mesela ülkemize ihraç ettikleri genetik olarak değiştirilmiş bir domates çeşidi, kendi meyve vermekte, ama genetik değişimi sayesinde/yüzünden tohum olarak kullanılamamaktadır. Bu sayede bu tür domatesi daha fazla ekmek için sürekli İsrail şirketine tohum için geri gidilmesi sağlanmıştır.
Biyoteknolojik programcılığın tarım alanında "bir iş" haline gelmesi, bu tür programcılara ihtiyaç duyacak biyo-tarım şirketlerinin oluşması sayesinde mümkün olur. Bu biyo-tarım şirketleri ise ürettikleri ürünü ya bir çiftçiye satacak, ya da kendi sahip oldukları geniş topraklarda kendi üretimlerini optimize etmek için kullanacaklardır.Bize göre böyle bir ARGE'nin kullanıcısının büyük toprak sahibi büyük biyo-çiftçi olması en isabetlisidir. Yatırım, belli miktarda bilinçli risk almayı bilebilecek bu tür akıllı biyo-çiftçilerin varlığı, diğer yandan toprağa ailesel ve büyük sayılarda bağlı birinci dalga toplumunun ölmesini de çabuklaştıracaktır. Böylece birinci dalga tarım, yerini üçüncü dalganın fikir yoğunluklu tarımına bırakır.Ayrıca ekim, hasat, bakım gibi rutin işlerin otomize edilebildiği oranda bu tür tarımın "sanayileşmesi" de engellenmiş olacaktır. Uydu bazlı meterolojik izleme, gelişmiş sensor ve kontrol aygıtları ile her toprak kesitine ayrı bakabilen bu tür sistemler, ikinci dalganın "toptanlığı" yerine üçüncü dalganın özel bakım (customization) zihniyetini getirecektir.
İnsanoğlu bitkileri genetik olarak programlayabileceği gibi, yakın bir zamanda kendini de "tekrar programlamayı" hedefleyecektir. Bunu ölümcül bir hastalığını tedavi, ama aynı zamanda normal bir yeteneğini "arttırmak" için de kullanmayı seçebilir. Bu "kendini biyolojik olarak değiştirme" isteği, şimdiden bisiklet, atletizm ve Olimpiyat Oyunlarında iyice kendini belli etmeye başlamıştır çünkü süratle gelisen biyolojinin mümkün kıldığı performans arttırıcı ilaçların çeşitlerinin artması, onları kontrol etmeyi iyice zor hale gelmiştir. Tipik bir silah/kalkan yarısı olarak gözükebilecek bu oyun, ne yazık ki yine akımlarlarası bir çekişmeyi temsil etmektedir, ve bu çekişmede kaybeden kaçınilmaz bir şekilde "merkezi kontrol" olacaktır. İnsanlığın evrimi onu kendini biyolojik olarak değiştirebilme yönündedir ve hiçbir kontrol bu isteğin önünde duramayacaktır. Günün sonuda Olimpiyat oyunları bile kıstaslarını değiştirip insanların değil "en iyi ilaçların" kendilerini yarıştırdıkları bir alan haline gelebilirler.
Biyoteknolojide çok ileride olan ABD, bu pozisyonu hakkında şımarmamalıdır - çünkü kök hücre araştırmalarına dini hassasiyetleri sebebiyle engel koymayı seçmişlerdir (bu, dinin kendine göre yorumlarıdır tabii, çünkü mesela Bush hükümetinden daha fazla dinci olan İran rejimi kök hücre araştırmalarına engel koymamıştır) ama biyoteknolojiye hiçbir sınır koymamış olan Çin, her alanda araştırmalara tam gaz devam etmektedir.
Temiz enerji biyolojik olarak üretilebildiği gibi, dünya dışı kaynaklardan da alınabilir. Ay üzerinde bol miktarda olan helium-3, bir hidrojen isotopu (deuterium) ile birleştiğinde ortaya müthiş bir enerji çıkmaktadır - 25 tonluk helium-3 ABD'ye bir sene yetecek elektrik enerjisi üretme kapasitesine sahiptir. Ay'daki helium kapasitesi dünyadaki tüm fosil yakıtlarının enerji kapasitesinden 10 kat daha fazladır.* Ayrıca bir önceki kalemde belirtilen durum, uzay araştırmalarının ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi daha sayılmalıdır. Dandik bir uydu atmak bile ülkemiz için bir "ilk başarı" olma açısından çok önemli bir basamak olacaktır (Türkiye'deki bir istasyon ve Türkiye'de imal edilmiş bir roket ile)
Kadınların ekonomik hayatta on plana çıkması, bilgi/servis ekonomisinde mümkün olur. Sanayi toplumu, kadınları eve tıkar çünkü 1) fabrikaya yakın olunmak için çekirdek aile ortaya çıkmıştır 2) büyük ailenin getirdiği destek yapısı kaybedilmiştir. Bu yüzden birinin evde kalıp çocuklara ve ev odaklı işlere bakması gerekir, bu da sanayi toplumunda ne yazık ki hep kadın olur. Yani büyük ölçeklerde kadınları ikinci plana iten organize dinler değil, sanayi devrimidir.
Toptan eğitim, toptan üretim, tek-tipçilik arasındaki bağlantı, 28 Şubat semi-darbemizde iyice ayyuka çıkmıştır. Bu devrin icraatlarından biri neydi: Zorunlu eğitimin süresini arttırmak. Bant-usülü üretim, bant-usülü eğitime ihtiyaç duyar, insanlar hammadde gibi eğitim fabrikalarına sokulup "işlenmelidirler" ve tek tip ürünler olarak dışarı çıkmalıdırlar. Iİ. akımı perçinleştirmek isteyenler, bu sebeple bilinçaltısal bir şekilde tam kendi akımlarının gerektirdiği bir icraatı yapmışlardır.
Son zamanlarda gündemde olan "okulda namaz" niye ilgi çekici, tetikleyici bir başlık/haberdir? Çünkü Iİ. akımın "arka bahçesi" olan bant usülü okullar, savaş halinde olduğu dinlerin mensuplarına karşı bir "savaş alanı" oldukları için, okulda namaz başlığı onların "kaybedilmekte" olduğu intibasını yaratmaktadır. Bu da laikçi yobaz ulusalcı Kemalist'leri galeyana getirecek türden bir haberdir ve bir seviyede, iyi magazin haberciliğidir. Bu şekilde bir haber, ikinci dünya savaşı sırasında "Londra'da Nazi Var" şeklinde bir haber başlığı kadar etkileyicidir.
Iİ. ve Iİİ. akımın arasındaki kavga, en güzel Matrix filminde vurgulanır. Filmin başını hatırlayın: Film, bir yerel polis ile FBI görevlisinin ağız dalaşı ile başlıyor. Akım Teorisi'ne başvurursak, FBI merkeziyetçiliği temsil etmekte, onu sevmeyen yerel polis ise Iİİ. akım gayrı-merkeziyetçiliği temsil etmektedir ... Sisteme başkaldıran Neo'nun bir programcı olması katiyen bir raslantı değildir. Ayrıca Matrix içinde arka plan olarak gösterilen teknolojilerin "tren", "telefon" gibi sanayi devriminin ürünleri olan eşyalar olması da manidardır. Matrix, genel bağlamda "makinaların insanları köleleştirmesi" üstüne kurulmuş bir filmdir, ve bu korkular, arkada bıraktığımız endüstri çağı için oldukca gerçek korkulardır! İnsan boyutunu aşan devasa, monoton, yeknesak yapılar, insanları hakikaten son 300 sene boyunca aktif olduğu ülkelerde köleleştirmiştir.
Toptan üretim, toptan tüketim, toptan eğitim, toptan eğlenceyi (mass entertainment) doğurur. Bu tür eğlence için büyük kitlelere hitaben yıldızlar fabrika usulü üretilip, pazarlanıp, birdenbire toptan-medya (mass media) üzerinden kitlelere süratle yollanırlar. Fakat bu mentalitenin çökmeye başladığını son günlerde alanen görmekteyiz - pis kokular en keşif şekilde de ABD eğlence sektöründen gelmektedir. Birkaç seneliğine pazarlanan yıldızlar, teker teker sönmekte, ayaklar altına alınmaktadırlar. Britney Spears, Paris Hilton bunun en son örnekleri olarak sayılabilirler.
Iİ. akımı simgeleyen organizasyon şekli "piramit" ise, Iİİ. akımı simgeleyen organizasyon usulü "düz" organizasyondur (flat organization). ABD'de bizim bizzat çalıştığımız teknoloji şirketlerinde artık kimsenin direk "üstü" yoktur. Projeler için biraraya gelinip, sonra dağılınmakta, ve bu dinamik yapı projeden projeye devam etmektedir - tüm şirketlerde bu tür bir yapıya doğru gidiş artacaktır.
Iİİ. akımın anahtar kelimeleri, "proje" ve "ağ" (network) kelimeleri olarak sayılabilir.
Her medeniyet servet ürettiği şekilde savaşır ise, bilgi/servis ekonomileri artık bilgi üzerinden savaşacaktır. Bu bilgi, istihbarat, ya da bilgi altyapısına olan saldırılar (hacking) şeklinde olabilir. Herhangi bir silahlı kuvvet için artık istihbarat had safhada önemlidir ve bu istihbarat pek çok boyda ve şekilde gelebilir. Bunların ana kategorileri SIĞİNT, HUMİNT, IMİNT, MASINT'tir.
SIGINT, Sığnal Intelligence, HUMINT, Human Intelligence, IMINT İmagery İntelligence, MASINT, Measurement and Sığnal Intelligence olarak bilinir. Detaylı tanımlar için Google'layınız. Bilgi savaşında su anda en ileride olan, ABD askeriyesidir. Çin de geçenlerde test ettiği "uydu vurma" yöntemiyle bu alanda ilerlemek istediğini göstermiştir (bilginin alınmasını durdurmak ta yeni bilgi savaşının tekniklerinden biri olacaktır).
Robot kontrollu yapilan "otomize sanayi", mavi yakali isciye dayali olmadigi icin bilgi ekonomisi mentalitesini getirecektir. Bu tur bir sanayide, uretimi monitor eden ekran basindaki "yeni isci" kendisine gelen bilgileri idare etmek, karar vermek, aksiyonlari onem sirasina dizebilmek gibi melekeleri egzersiz ettigi icin bir "bilgi isleyicisisi", haline gelir ve III. akima ait olur. Japonya sanayisi bu tur uretimde oldukca ileridir ve bu baglamda kismen bilgi ekonomisine giris yaptigi soylenebilir. Fakat Japonya, bilgisayar programciligi bazli servis bazli ekonomi (mesela IT) alanlarinda benzer atilimi yapamadigi icin ekonomisinde uzun bir duraklama yasamistir.
Turkiye'de zorunlu askerlik "mavi yakali isci yetistirme programi"'ndan baska bir sey degildir.. Ictima, emir alma, tekrara dayali yeknesak isleri surekli yapma gibi bilgi ekonomisinde anlamsiz yetenekler insanlara surekli asilanmaktadir. Bu acidan zorunlu askerlik bant usulu egitim sistemi ile ayni gorevi yerine getirmektedir - sanayi toplumuna "kafasiz yakit" saglanmaktadir. Ayrica, sadece sanayi toplumuna faydali tek-tiplesme, standartlastirma, merkezilestirme gibi ek amaclara da hizmet edilmis olmaktadir.
Hem sanayiniz otomize, hem bu yeni sanayinin urettigi urunleriniz "fikir yogunluklu" ise (ve isin bu kafa kismini disaridan almiyorsaniz), o zaman bilgi ekonomisinin parcasisiniz demektir.
Japonya'da akimlarasi savasa en guzel ornek, populer Internet portali Livedoor sirketinin kurucusu Takafumi Horie'nin bir takim ayak oyunlariyla "borsa sucu" uzerinden hapise gonderilmis olmasidir. Hapise giden surec baslamadan once bile Horie, medya ve diger "eski elit" tarafindan surekli "degisik" olmak ile suclaniyordu... Giyinme stilinden (kravatsiz), "Amerikan usulu" is yontemi (sirket ele gecirme) kullanmasina kadar Horie, surekli bu yasli elitin saldirilarina maruz kalmistir... Fakat esas durum, sanayiciligin, yeni bilgi/servis mentalitesine olan yabanciligi ve onu anlayamamasindan gelen bir tahammulsuzlugu ve hatta korkusu idi.
Isci haklarini savunan sol ile sermayeyi savunan sag arasindaki ayirim, III. dalgada "emekcinin yokolmasi" ile anlamsiz hale gelir, cunku bu yeni dalgada tek emekci "bilgi emekcisidir" ve bu insan zaten yeterince becerikli ve degerli oldugu icin piyasa ekonomisinde istedigi ucreti alabilecektir. Boyle bir ortamda sendika kavrami cokuntuye ugrar, klasik "sol" kavrami yokolur.
Kuvvetler ayriligi kavrami endustriyel demokrasinin geldigi/gelecegi en son noktadir.
II. akimin muzigi klasik muzik ise, III. akimin muzigi caz, rock, techno ve trans gibi muziklerdir. Bu muziklerden cazda, az sayida "birey" canli performans sirasinda bile birbirlerinden feyz alarak muzigin yonunu degistirebilirler (jamming), bu acidan muzikleri betona dokulmus spesifikasyona bagli kopek surusu kalabaliginda bir grup tarafindan "aynen" calindigi klasik muzik anlayisi ile net bir kontrast olusturur.
Alvin Toffler "techno" ismini bizzat kesfeden kisidir; Third Wave adli kitabindan cok etkilenen Juan Atkins, bu muzigi yaratirken ozellikle bu ismi sectigininden bahseder.