Dayanisma Ideolojisi
Ludwig von Mises, Sosyalizm, 1922
[1922 itibariyle] Gectigimiz onyillarda cok az insan sosyalistlerin kapitalist sosyal duzen hakkinda yaptigi elestrinin basarisi karsisinda etkilenmeden kalabilmistir.. Oyle ki direk sosyalizme biat etmek istemeyenler bile, onun "uretim araclarinin sahsi mulkiyeti" elestirisiyle ayni frekansta davranislar sergilemeye cabalamaktadir. Bu davranislarin sonucunda temeli curuk olan, teoride eklektik, politik baglamda zayif, ve her iki tarafin uymazliklarini uzlastirmaya ugrasan garip sistemler peydahlanmistir. Bu sistemler kisa surede unutulup tarihe karismistir, bunlardan sadece kendine Dayanisma diyen bir tanesi yayilmayi basarabilmistir. Bu sistemin diger tum ulkelere kiyasla kendini en "evinde" hissettigi yer Fransa'dir. Bu sisteme takilmis pek haksiz olmayan lakap, "Fransiz III. Cumhuriyetinin Resmi Ideolojisi" sifatidir. Fransa disinda Dayanisma terimi daha az bilinir, ama bu ideolojinin belkemigini olusturan teoriler, devlet veya Hristiyan sosyalizmlerine katilmamis dini veya muhafazakar egilimli kisilerde de rahatca gorulebilmektedir. Aslinda sunu belirtmek gerekir, Dayanismayi diger ideolojilerden ayirt eden ne teorisinin derinligi, ne de onu takip edenlerin sayisidir. Ona onem saglamis olan ozelligi, cagimizin en iyi, rafine baylari ve bayanlari uzerinde birakmis oldugu etkisidir.
Dayanisma, bir toplumun tum bireylerinin tum cikarlarinin "birbirine uyumlu (harmonized)" oldugunu soyleyerek ise baslar ve uretim araclarinin bireysel mulkiyetinin bu baglamda bir "sosyal kurumsalligi" oldugunu belirtir, o zaman, bu mulkiyetin idaresi sadece mulkiyet sahibinin degil "herkesi ilgilendiren" bir kavram olacaktir. Eger bu mulkiyet "ortak/kamusal mulkiyet" ile degistirilecek olsa, emegin verimliligi etkilenecektir, ve bundan toplumdaki herkes etkilenecektir. Buraya kadar Dayanisma, Liberalizm ile ayni frekansta seyreder.
Ama sonra, yollar keskin bir sekilde ayrilir. Cunku dayanismaci teori, birdenbire, sosyal dayanismanin sadece uretim araclarinin sahsi mulkiyeti temelli bir sosyal duzenden cikarilamayacagini soylemeye baslar. Bireylerin, kendi mulkiyet cikarlari icin, ozgurluk ve mulkiyeti garanti altina almis bir kanuni duzen altinda yarattiklari "tekil" ekonomik aktivitelerinin "birlesiminin" sosyal isbirligine yol actigini reddeder. Bir toplumdaki insanlarin, insanlarlarasi iliskinin tabiati itibariyle, iliskide olduklari insanlarin mutlulugunda karsilikli bir cikari vardir, insanlarin cikarlari birbirine "dayanmaktadir" o zaman insanlarin eylemleri de "dayanisma" icinde olmalidir. Fakat, teori devam eder, uretimin sahsi mulkiyeti ne yazik ki toplumda emek/isbolumunun dagitilmasinda dayanisma saglayamamistir. Bunu gerceklestirmek icin ozel bazi degisiklikler yapilmasi gerekmektedir. Dayanismanin daha devletci kanati toplumsal "dayanismayi" devlet eliyle ortaya cikarmak ister; devlet kanunlari mulk sahiplerine "fakir insanlar" ve "kamu yarari" adina bazi ek yukumlulukler getirmelidir. Dindar/muhafazakar kanat ise yardimlasma hissiyatini insanlarin vicdanina seslenerek yapmaya ugrasir, devlet eliyle kanun gecirerek bunu yapmaz, dini bir insan sevgisi dayanismanin ortaya cikmasi icin yeterli olacaktir.
Dayanismaci hissiyatin takipcileri sosyal-felsefi fikirlerini parlak sekilde yazilmis makalelerde ortaya koymuslardir, bu yazilar Fransiz ruhunun ihtisam sevgisini acik bir sekilde yansitir. Hic kimse herhalde insanlarin birbirine olan bagimliligini daha guzel kelimelerle resmetmemistir. Bunlarin basinda Sully Prodhomme gelir. Unlu sonetinde kotu bir kabusla uyanan bir sairi anlatir, sair ruyasinda kimsenin ona hizmet etmek istemedigi, isbolumunun sona erdigi bir dunya gormustur (seul, abandonné, de tout le genre humain -yanliz ve tum insanlik tarafindan terkedilmis-), ve bu durum onu su bilgiye ulastirir.
.. Yuzyilimizda, Hic kimse insanlarin yerini alacagini iddia edemez; Ve o gunden beri bu insanlardan her birini severim.
Peki dayanisma neyin yapilmasini soyler? Tavsiyesi uretim mulkiyetini kisinin elinde birakmaktir. Ama bunu yaparken mulk sahibinin ustunde bir otorite ekler: Bu ust otorite kanunlar yada onun yaraticisi hukumet/devlet, yada "vicdan" ve onun kontrolcusu rolune soyunmus olan Kilise olabilir. Bu ust otoritelerin gorevi, mulkiyet sahibinin mulkunu "dogru" kullandigini "kontrol etmektir". Otorite, bireylerin "kontrolsuz" bir sekilde ekonomik surecteki yerini kullanmasina/istismar etmesine (exploit) engellemelidir; demek ki mulkiyete bazi kisitlamalar getirilmelidir. Bu kisitlamanin dogal sonucu olarak devlet yada kilise, yani kanun yada vicdan toplumdaki karar verici faktor haline gelir. Mulkiyet onlarin normlarina tabi olur, boyle olunca da basat faktor olma ozelligini kaybeder. Mevcudiyetini sadece kanunlarin ve etigin musade ettigi olcude surdurebilir, ki bu, mulkiyetin efektif olarak olmadigi anlamina gelecektir. Mulkiyetin sahibi olan kisi o mulkun idaresini yaparken artik kendi cikarlarini degil, ona dayatilan baska prensipleri gozetmek zorundadir.
Tabii ki dayanismacilar aslinda bu kadar ileri gitmek istemezler. Derler ki, "biz mulkiyeti sinirliyoruz ki onu prensiben koruyabilelim". Fakat mulkiyete onun kendi tabiatindan gelen sinirlar haricinde ek sinirlar getirildiginde, mulkiyet hakkini zaten yoketmissin demektir. Bir kisinin mulkunu kullanmasi baskasinin soyledigine bagliysa, ekonomik aktiviteyi yoneten artik mulkiyet degil, o "baskasidir".
Mesela Dayanismacilar rekabeti "regule etmek" isterler. Bu, her ne olursa olsun "orta tabakanin erimesine" ya da "fakirlerin ezilmesine" izin verilmemesi gibi bir soylemle ortaya cikabilir. Yani bu demektir ki birilerinin tanimladigi, belli bir sosyal uretim sekli korunmalidir, cunku bireysel mulkiyette guya bu korunan sey yokolacaktir. Mulk sahibine neyi, nasil, ne kadar uretip kime satabilecegi soylenir. Ama bundan sonra artik o kisi mulkunun gercek sahibi degildir! Bu noktadan sonra o planlanmis bir ekonominin seckin uyelerinden biri haline gelir, o artik maas alan bir memur olmustur.
Peki her durum icin kanun ve etigin mulkiyeti ne kadar sinirlandiracagina nasil ve kim karar verecektir? Bu sorunun cevabi, yine, kanun ve etigin ta kendisidir.
Eger Dayanisma yolacacagi sonuclar hakkinda acik bir sekilde konussaydi, o zaman coktan Sosyalizm'in bir versiyonu olarak siniflanmasi gerekirdi. Ama Dayanisma bu acikliktan ozellikle kacar. Kendini devlet sosyalizmden tamamen ayri bir sey zanneden takipcileri bu benzerligi bilseler/anlamis olsalar, korkudan kucuk dillerini yutacak hale gelirlerdi. Biz sosyal ideal baglaminda bu sistemi "yari-sosyalist" kategorisine koyduk. Ama suna cok dikkat edelim: Dayanismayi Sosyalizmden ayiran, tek bir adimdan ibarettir. Fransiz Dayanismacilarin ve Fransiz etkisindeki ekonomist Jesuit Pesch'in bu son adimi atmamis olmasindaki tek sebep, Fransa'daki [o zamanlardaki] "zihni atmosferin" genel olarak Liberalizm ve Kapitalizm'e daha yakin duruyor olmasidir. Diger yandan, kendine dayanismaci diyen cogu kisiyi tepeden tirnaga devletci kategorisine koymak gerekir. Mesela Charles Gide bunlardan biridir.