thirdwave

Github Mirror

Kavramsal Düşünce Karşıtları

Bu zihniyetin ana niteliği özel bir tip pasifliktir. Öylesine pasiflik veya genel pasiflik değil, fakat belli bir sınırın ötesine, yani kavramsallaştırma işleminde ve bu nedenle temel ilkelere ilişkin bir pasiflik. Bu, gelişmesinin belli bir noktasında yeterince bilgili olduğuna ve daha fazlasına ihtiyacı olmadığına karar veren bir zihniyettir.

Peki bu zihniyet neyi "yeterli" kabul eder?

Arka planında olanı kolayca görebildiği, doğrudan algılanabilen "somut" şeyleri.

Tabii ki bu somutları anlamak ve onlarla uğraşmak için de bir insanın belli bir derecede kavramsal gelişmeye sahip olması gerekir. Fakat hayatının ilk kısmında konuşmayı öğrenme başarısından sonra bir çocuk ezberleme ve taklit yoluyla bu konuda sahtekarlık yapabilir. Kavramsallaştırma karşıtı zihniyet bu gelişme seviyesinde, fiziksel nesnelerin algılandığı o ilk seviyede durmaya karar verir ve bir sonraki aşama olan çok önemli ve tamamen iradeye dahali olan aşamaya, yani taklitle öğrenilemeyen daha üst seviyedeki soyutlamalara, birinden diğerine varabilme aşamasına girmeyi istemez. Böyle bir akıl bir şehrin ya da ülkenin skandallarını (ikinci elden) kavrayabilir, fakat "dünya" veya "kainat" kavramlarını veya bunlara ait olayların "skandallar" olmadığı gerçeğini kavrayamaz.

Kavramsallaştırma karşıtı (KK) zihniyet çoğu şeyi indirgenemez gerçekler olarak alır ve onları "geçerliliği kendinden gerçekler" olarak kabul eder. Kavramları (ezberlenmiş) algılamalarmış gibi görür; yani soyutlukları "algılanan somut şeyler" zanneder. Böyle bir zihniyet için, her şey verilidir: Zamanın akışı, dört mevsim, evlilik kurumu, hava, çocukların meydana gelmesi, bir sel taşkını, bir yangın, bir deprem, bir devrim, bir kitap - bunlar aynı düzeydeki olaylardır. Metafizik eseri olan ile insan yapımı arasındaki fark bu zihniyet için bilinmemekle kalmaz, iletişimi de mümkün değildir.

Bir insan aklını harekete geçiren iki temel soru "niçin" ve "ne için" KK bir zihniyete yabancı olan şeylerdir. Sorulduklarında bu sorular klasik olarak kabul edilenlerden öte bir cevap getirmezler. Cevaplar genellikle "hayat böyledir" veya "öyle kabul edilir" tarzındadır.

Sonuç olarak "neden?"'e olan ilginin eksikliği nedensellik kavramını ortadan kaldırır ve bu insan için geçmişi kesip atar. "Ne için?"'e olan ilginin olmayışı uzun vadeli amacı ortadan kaldırır ve o da geleceği kesip atar. Bu nedenle KK bir zihniyet için sadece bugün tamamen gerçektir. Geçmişe ait kırıntılar rastgele olay kırıntıları gibi, anlamı ve amacı da olmayan küçük bir hatıra konuşması gibi durmaktadır. Fakat gelecek bir boşluktur; çünkü gelecek algısal olarak anlaşılamaz, KK zihniyetin kafası algı ötesine ulaşamaz.

KK bir kişinin aklında, bütünleştirme sürecinin yerini, bir araya getirme süreci almıştır. Onun bilinçaltının depoladığı ve otomatikleştirdiği fikirler değil, birtakım somut şeylerin, rastgele gerçeklerin ve tanımlanmamış duyguların tasnif edilmeden yığılmış zihin dosyaları halindeki belirsiz birikimidir. Bu belli bir seviyeye kadar -yani bu kişi dosyaları benzer şekilde yığılmış kişilerle karşı karşıya olduğu müddetçe- iş görür ve burada tüm dosyalama sisteminde araştırma yapılması asla gerekmez. Bu gibi sınırlar içinde, kişi mutlu bir şekilde yaşamını devam ettirecektir.

Bu zihniyetteki bir kişi (onları nereden ve nasıl aldığını hatırlamaksızın) bazı soyut fikirleri benimseyebilir veya bazı entellektürel inanışlara sahip olduğunu ifade edebilir. Fakat birisi ona belli bir fikir hakkında ne kastettiğini sorarsa, cevap veremeyecektir. Eğer birisi ona inandığı şeylerin sebeplerini sorarsa, inandığı şeylerin rüzgarda savrulan kırılgan bir yaprak olduğunu anlayacak ve sormayı aklına asla getirmediği soruların ne kadar fazla olduğu gerçeğiyle sarsılacaktır.

Bu tip bilgi idaresi (ya da olmayışı) ve sistematiği, başkası bu düşüncenin hiçbir kısmına itiraz edilmediği müddetçe devam edecektir. Fakat karşı çıkıldığında kıyamet kopar - çünkü KK zihniyet bilmektedir ki tehdit edilen belli bir fikir değil, o aklın tümüdür. Kopan kıyamet korkudan içerlemeye, ısrarla göz ardı etmeye, düşmanca tutuma, paniğe, kötülüğe ve nefrete kadar değişiklik gösterebilmektedir.

KK zihniyetin en iyi gösterimi yıllar önce okuduğum bir romandaki küçük bir olaydadır. Sıradan tipik bir sarışın, bir üniversiteli gençle çıkar, daha sonra kendisine iyi vakit geçirip geçirmediği sorulduğunda şöyle yanıtlar: "Hayır, çocuk berbat derecede can sıkıcıydı. Bahsettiği şeylerin hiçbirini daha önce duymamıştım".

Somut şeylere bağlı olan KK sadece aynı tip "sınırlı" dünya tarafından aynı şekilde somut şeylere bağlı insanlarla uğraşabilir. Bu zihniyet için bu durum, insanların soyut prensiplerle uğraşmak zorunda olmadıkları bir dünya ifade etmektedir. Eleştirilmeksizin kesin olarak kabullenen ezberlenmiş davranış kuralları, prensiplerin yerine konmuştur. Böyle bir dünyada "sonlu" olan şey onun kapsamı değil, o dünyada yaşayan insanların ihtiyaç duyduğu zihinsel çabanın derecesidir. Onlar "sonlu" dediklerinde "algısal" demek isterler.

Bu zihniyetteki insanlar, kendi kurallarının sınırları içinde faaliyet göstermekte özgürdürler, yani sonuçları konusunda endişelenemeden somut şeylere, sebebler konusunda endişelenmeden sonuçlara ve olgulara teorinin "soyutluğu" tarafından zorlaştırılmamış münferit olaylar olarak yaklaşmakta ve dolayısıyla kendilerini emniyette hissetmekte özgürdüler.

Neye karşı emniyette? Bilinçli olarak cevap verirler: "Yabancılara karşı". Aslında cevap şudur: Temel ilkelerle uğraşma gereksinimine karşı emniyette.

Bir KK kişinin her şeyden daha fazla korktuğu şey felsefenin esaslarıdır (özellikle de etiğin esasları). Onları anlamak ve uygulamak uzun bir kavramsal zincir gerektirir, fakat o, beynini bu zincirin ilk halkalarından sonraki halkalarına ulaşabilme yeteneğinden mahrum bırakmıştır. Eğer onun sahip olduğunu söylediği inançlara (yani onun grubuna ait kurallar ve sloganlara) karşı çıkılırsa, bilincinin bir sis içinde kaybolduğunu hisseder. Bu yüzden yabancılardan korkar. "Yabancılar" kelimesi ona köyünün, kasabasının veya çevresinin sınırları ötesindeki, onun "kurallarıyla" yasamayan tüm insanların dünyası anlamına gelir. Yabancıların kendisi için neden ölümcül bir tehdit olduğunu ve neden içini çaresiz dehşet duygularıyla doldurduklarını bilmez. Tehdit varlıklarla ilgili değilir, psikolojik ve epistemolojiktir. Bunlarla başa çıkmak, onun kendi "kurallarının" uşüne çıkmasını, soyut prensipler seviyesine çıkmasını gerektirir. O ise, buna kalkışmaktansa ölmeyi tercih eder.

"Yabancılara karşı korunma" onun ait olduğu gruba bağlanmaktan beklediği faydadır. Karşılığında, grubun ondan istediği şey grubun kurallarına itaattır ve o bunlara uymaya razıdır. Bu kurallar onu soyut düşüncenin dehşetinden "koruyan şeydir". Bu kurallar kim tarafından konmuştur? Teoride, gelenekler tarafından. Aslında, hasbelkader o grubun liderleri olmuş kişiler tarafından - o kişinin zihninde ise bu kurallar onun bilmek zorunda olmadığı sırları bilenler tarafından konulmuştur.

Dolayısıyla böyle bir insanın varlığını sürdürmesi, fikirlerin yerine insanların konmasına ve insan yapımı olanın düşüncesel olanın uşunde tutulmasına bağlıdır. Düşüncesel konular onun kavramasının ötesindedir -tabiatın kanunları algısal olarak kavranamaz- fakat insan yapımı kurallar onu psikolojik ve varoluşsal olarak bilinmeyenlerden koruyan mutlaklardır. Eğer başı derde girerse, grup onu kurtarmaya gelir; kişi grubun yardımını kazanmak zorunda değildir, bu yardım ona otomatik olarak verilir. Bu onun kendi faziletlerinin, kusurlarının veya hatalarının güvenilmez lütfunun değil, onun gruba ait olması gerçeğinin bir sonucudur.

Akılcı olanın ahlaki olduğu prensibinin bir örneği, kavramsal düşünce karşıtlarının büyük ölçüde ahlak karşıtı da olmalarıdır. Böyle grupların hepsinin temel düsturu, başka her türlü kuralın üstünde tuttukları gruba sadakattır. Fikirlere değil, fakat insanlara - grrubun az olan ve genelde töresel olan inançlarına değil, grup üyelerine ve liderlerine sadakat. Belli bir üye haklı veya haksız olsun, diğerleri onu yabancılara karşı korumak zorundadır - o işer suçlu ister masum olsun diğerleri yabancılara karşı onun yanında durmak zorundadır, o işinin ehli olsun veya olmasın, diğerleri yabancılara tercihen onu ise almalı ve onunla ticareti diğerine tercih etmelidir. Böylece gruba aidiyet ahlak ve adaletin üstünde bulunur.

Irkçılık KK zihniyetin açık bir ifadesidir. Yabancı düşmanlığı, yani ülkenin dışından gelenlere duyulan korku ve nefret te böyledir. Bir insanın toplumdaki konumunu doğumuna göre belirleyen herhangi bir kast sistemi de böyledir - bir kast sistemi sadece aristokratlar arasında değil, belki de daha ateşli bir şekilde sıradan insanlar arasında ve hatta" yerlerini bilmek isteyen" ve onu kıskanç bir şekilde hem yukarıdaki hem aşağıdaki yabancılara karşı koruyan serfler arasında özel bir tip grub saygısı ile ölümsüzleştirilir. Sosyalizm de böyledir. Herhangi bir tip ataya tapma veya aile dayanışması da (aile amcaları , halaları ve üçüncü dereceden kuzenleri içerir) böyledir. Herhangi bir suç çetesi de böyledir.

Kabilecilik (var olan her türlü KK zihniyet grubuna verilebilecek en iyi isim budur) Avrupa'da egemen bir unsurdur ve bu unsur, Avrupa'nın uzun süreli kast sistemlerinin, ulusal ve yerel şovenizminin, vahşi güce dayalı yönetimlerinin ve sonu gelmez kanlı savaşlarının karşılıklı olarak güçlendirdiği sebep sonuç ilişkilerine dayanmaktadır. Buna bir örnek olarak, yıllardır küçük gelenek veya dil farklılkları için yök etme amacıyla birbirleri üzerine çullanan Balkan uluslarına bakın.

Kabilecilik korkunun bir ürünüdür ve korku, bir insanın hayata kalma yeteneğini, yani aklı inkar eden herhangi bir kişi, kültür veya toplumdaki egemen duygudur. Felsefe akıl dışılığın ilkel bataklığına kaydıkça, insanlar psikolojik ve varoluşsal olarak onun sonucu olan kabileciliğe itilirler. Eğitim de burada rol oynar: John Dewey'in [2] "kademeli eğitim" teorisi (ülkedeki -ABD- okullarda neredeyse yarım yüzyıl egemendi) bir çocuğun kavrama melekesini körelten ve yerine "sosyal adaptasyon" koyan bir metot oluşturdu. Bu teori kabile zihniyeti oluşturmanın sistematik girişimiydi ve hala öyledir.

Günümüzde kabileciliğin alt sınıfların (fakirlerin, çaresizlerin, cahillerin) değil, entellektüellerin, üniversite eğitimli "seçkincilerin" (bu tamamen kabileci bir terimdir) bir ürünü olduğuna dikkat edin. Büyük sürülerin veya çetelerin çoğalmasını izleyin. Tüm bu çetelerin ortak paydası aksiyona değil, gösteriye (toplu gösteri), tartışmaya değil bağırmaya, başarmaya değil, istemeye, düşünmeye değil hissetmeye, değerler peşinde koşmaya değil, "yabancıları" lanetlemeye, yani algısal bir beynin uğraşabileceği şeylere olan inançlarıdır.

Siz herhangi bir problemi çözeceği inançlarıyla vücutlarıyla trafiği durdurarak caddeleri tıkayan (ya da bir "kabirde" kendini yerlere atan) akıl ve bilim savunucuları göremezsiniz. Bu mantıksal bir imkansızlıktır.


[1] Philosophy: Who Needs It. 1968, Ayn Rand. Ustteki bolum kitabin "Kayip Halka" adli bolumunden derlenmistir. Metnin Ingilizcesini surada bulabilirsiniz.

[2] John Dewey Türkiye'nin ilk eğitim politikası oluşturulurken danışılan en önemli isim olmuştur. Kendisi 1924'te Türkiye'ye gelmiş, durumu inceleyip sunduğu rapor, Tevhid-i Tedrisat'ın temeli oluşturmuştur.

[3] Benim KK zihniyet ile ilgili en ilginç duyduğum hikaye şudur: Bir üniversite öğrencisi bazı beğendiği köşe yazılarını bir email listesine arada sırada göndermektedir, fakat bazen yazarın ismini sona eklemeyi unutmaktadır. Kemalist bir tanıdığı ise, ve sadece o Kemalist tanıdığı, bu olduğunda sürekli ona "bu yazıyı kimin yazdığını" sormaktadır. Final analizde bu sorunun sebebi şudur: Kemalist soyut olan fikirler ile düşünememekte, onun yerine daha somut olan kişileri koymaktadır. Bir paket olarak herhangi bir yazıyı olduğu şekilde, içeriği üzerine, fikren irdeleyecek, ondan faydalanabilecek ya da onu reddedebilecek durumda değildir - önemli olan "grup" içindekilerin ne söyledikleridir çünkü ancak o sayede söylenenler koşulsuz olarak alınabilecektir - kabileye aidiyetin önemli bir unsuru budur. Bu şekilde KK zihniyet düşünmekten kurtulabilecektir ve işte bu sebeple yazarın kim olduğunu bilmelidir.

[4] Ayn Rand'ın en ünlü öğrencisi eski FED başkanı Alan Greenspan'dır. Gençliğinde Greenspan ve diğer birkaç öğrenci Rand'ın etrafında bir grup oluşturmuşlardı. Kendilerine felsefi bir espriyle "kollektif (the collective)" diyorlardı. Bu esprinin özü, Rand'ın felsefesinin bireycilik/özgürlük taraftarı ve kolektivisim karşıtı olmasıdır.