thirdwave

Github Mirror

3. Dalga

Kitapları Çin yönetimi tarafından 80 yıllarının başında keşfedilmiştir ve akabinde milyonlarca basılan kitabı bu ülkenin gelişmesi için en önemli kaynaklardan biri haline gelmiştir. Öyle ki, kendisinin Iİİ. Dalga (Third Wave) adlı kitabı, Çin'de "Deng Xiaoping'den Seçme Yazılar" adlı eserinden sonra satılan en çok basılan/satılan kitap olma rekorunu halen elinde buludurmaktadır. Amerika'da, 90'lı yıllarda meclis başkanlığı yapan Newt Gingrich, kendisini Toffler'in en eski okurlarından biri olarak lanse etmekten hiç çekinmiyordu. Üstad, tüm Fortune 100 şirketlerine, dünya liderlerine, şahsiyetlerine danışmanlığıyla bilinir.

Blog'un ilerleyen yazılarında "üre-ketim" (prosüming) gibi kavramları işleyeceğiz. Fakat bu yazıda, Türkiye'nin açıl ihtiyaçları sebebiyle, daha antropolojik ve sosyolojik fikirlerine sığınmamız gerekecek.

Ama ondan önce kısa bir dünya tarihi...

Toffler'a Göre Tarih

İnsanlık tarihini pek çok şekilde bölmek mümkündür. Yazı öncesi, sonrası, İsa öncesi, sonrası. Fakat Üçüncü Dalga eserine göre bunlar en önemli bölüm noktaları değildir. Bu teze göre, insanlık tarihi 3 parçaya bölünmelidir çünkü tarihimizde gündelik hayatımızı derinden etkileyen 3 büyük akım meydana gelmiştir. Bunlardan ilki organize tarıma geçiştir. Diğeri sanayileşmedir ve en yeni gelen akım ise, servis/bilgi ekonomisine geçiştir.

Bu bölünüsün sebebi, Toffler'a göre sosyal düzenlerin ortaya çıkmasında bu akımların en büyük belirleyici olmasıdır. Mesela, organize tarım, köylü sınıfını yaratmıştır ve bu sınıfın kendine has kuralları, zaman/mekan anlayışı vardır. Köylü, hep sabit, aynı yerde, pek değişmeyen büyük aileli bir ortamda yaşar. Fikri çeşitliliği yoktur. Üretimi kendisi içindir, ürettiği fazlayı ise (eğer varsa) tepesinde demir yumrukla onu yöneten bir adam kendisinden gasp ederek kontrol etmeye çalışır.

  1. dalgada ise, sanayileşme başgösterir. Sabit toprak yerine, merkeze "fabrika" oturtur. Ama fabrika, ülkenin herhangi bir yerinde olabileceği için, büyük aileler bu sisteme yaramaz. Bu sistem, fabrikada çalışmaya hazır oradan oraya sürüklenebilecek daha ufak ailelere ihtiyaç duyar. İşte "çekirdek aile" denen oluş, direk sanayi akımı için gereken bir kavram olarak ortaya çıkar. Bu sistemden ailede baba çalışacak, ama hala çocuklara bakılması gerektiği için anne evde çocuklara bakacak ve ataerkil bir sistem oluşacaktır. Zaman kavramı
  2. dalgada büyük bir değişikliğe uğrar. Köylünün yavaş olan hayati, sanayi toplumunun aşırı senkronize, dakiklik gerektiren dünyasına uymaz. Bu uyum sırasında ortaya çıkan sorunları gören İngilizler, bu uyumu hızlandırmak için yaygın eğitim (mass education) sistemini devreye sokmuşlardır. Günümüzdeki okul, sınıf, öğretmen anlayışı direk bu ihtiyaca cevaptan oluşmuştur. Bu sistemde çocuklar bilgi öğrenmekten çok, zil çalınca bir yerde olmayı, amirden (öğretmen) emir almayı, tekrara dayanan (aynı formülü kullanarak değişik problemleri çözmek gibi) işleri yapmayı öğrenirler. Bir fabrikadaki "bantta" onlara bu tür tekrar bazlı yetenekler gerekecektir.

Zannedilenin aksine, bu sistem demokrasiyi doğurmaz. Sanayi ürünleri birbirine benzeyen ürünlerdir, ve tekrara dayanan işlemlemlerden çıkarlar ve bu yüzden sanayi akımı, toplumda bir "tek tipleşmeyi" doğurur. Ayrıca, hammeddenin fabrikaya, ürünün piyasaya ulaşması için herşeyin mümkün olduğu kadar çok entegre olması gerektiği için, bunların idaresi için merkezi bürokrasi gerekecektir. Ve işte tüm bu insan benzerliği, entegrasyon, bürokrasi gibi ihtiyaçlardan bildiğimiz "ulus devlet" kavramı ortaya çıkar.

Türkiye'de Cumhuriyet bu şekilde bir sanayileşme projesidir. 2. dalgaya aittir.

  1. dalgada ise servis/bilgi teknolojileri ön plana çıkar. Ürünlerde önce ürün farklılaştırma ihtiyacından gelen "kişiselleştirme" başgösterir, ki bunları üretecek insanların da bireyselleşmeleri hızlanır. İnsan değeri bir iş bantına katılma kapasitesi ile değil, tek başına bilgi idaresi, karar alma yeteneği ile ölçüleceği için, bu sistemde merkezileşmek ve tek tipleşmek bozulmaya başlar. Zaten yaşamın artan hızı, alınması gereken kararları çoğaltacaktır ve bürokrasi, tek merkez bu kararlara yetişememeye başlayacaktır. Klasik ulus devlet kavramı 3. dalgada çözülmeye başlar.

Bu kavramlara bakarsak, ülkemizde olanları daha rahat anlayabilmiş oluruz. ABD ülkesinde 1. dalga asılmış, 2. dalga neredeyse sona ermiş ve 3. dalgaya geçmiş olmanın doğal sorunları (zamanın şartları gereğince) yaşanmaktadır. Fakat ülkemizde 1.,2. ve 3. dalgaların hepsi de aynı anda mevcuttur! Biz, köylü sınıfını hala yokedebilmiş değiliz, sanayileşmeyi bir ölçüde başardık ama artık önemli bir kısmimiz da servis/bilgi ekonomisinde yaşamaktadır. İşte kafa karışıklığımız da buradan kaynaklanıyor.3. dalgada ise servis/bilgi teknolojileri ön plana çıkar. Ürünlerde önce ürün farklılaştırma ihtiyacından gelen "kişiselleştirme" başgösterir, ki bunları üretecek insanların da bireyselleşmeleri hızlanır. İnsan değeri bir iş bantına katılma kapasitesi ile değil, tek başına bilgi idaresi, karar alma yeteneği ile ölçüleceği için, bu sistemde merkezileşmek ve tek tipleşmek bozulmaya başlar. Zaten yaşamın artan hızı, alınması gereken kararları çoğaltacaktır ve bürokrasi, tek merkez bu kararlara yetişememeye başlayacaktır. Klasik ulus devlet kavramı 3. dalgada çözülmeye başlar.

Toffler'a göre nerede bir çatışma, siyasi kapışma var ise, orada dalgalar arası bir fay hattı aramak gerekir. O zaman, son zamanda olan çatışmalara bakarak kimin hangi dalganın parçası olduğunu görelim. Ulus-devlet bekçisi Kemalist'ler 2. dalganın savunuculuğunu yapmaktadırlar. Merkez bürokrasi, tek tipçilik (Türk ulusu etiketi altında) gibi sanayi kavramlarını savunmaktadırlar.

Karşılarında kim vardır? 1. dalgada olan köylüler mi?

Bir derece evet fakat artık çoğunlukla hayır. Kemalist'lerin büyük bir hatası şudur: O köylülerden büyük bir kısmi şehre göçetmiş, servis/bilgi ekonomisine geçmiş, ve bireyselleşerek giysi/kıyafet/hayat tarzları ile bu bireyselliklerini yaşamayı istemektedirler. Yani Cumhuriyetçiler 1. dalgayla savaştıklarını zannetmekte fakat aslında 3. dalga ile karşı karşıya gelmektedirler.

Gelecek Şoku

Dahası da var: Toffler, 70'lerde yazdığı Gelecek Şoku adlı kitabında 3. akımın doğal sonucu olarak 24 saat 7 gün "işleyen" dünyanın, bir insanın duyularını, karar verici/bilgi işleyici beynini bombardına tutacağından bahsetmektedir. Araştırmalara göre beynimiz, "farklı olanı" işler, bu sebeple karanlıkta gözümüz görmez ama hareketi farkederiz. Fakat bu beyin, çok fazla "değişim" ile ardı ardına bombardına uğrarsa, uyuyamamak, yorgunluk, sonra kızgınlık sonra aklı mekanizmalarında tıkanıklık gibi sonuçlar başgösterir çünkü her insanın sınırlı bir "değişiklik kapasitesi" vardır. 2.'dan 3. dalgaya geçen toplumlarda şiddet, ruh hastalığı gibi problemlemlerin daha sık başgöstermesinin sebepleri bu "değişim enflasyonunda" aranmaktadır.

Değişimi yok edemeyiz çünkü bunu kontrolümüz dışındaki yerler yaratır. Ama bu değişimi idare edebiliriz. İş/günlük hayatta çok fazla değişim olabilir, o zaman hayatımızın bazı alanlarında "değişim azaltması" gitmek bir çözümdür.

Bunu insanlar çoğunlula bir alt-kültür seçerek yaparlar. Bunun için "sörfçü","metalci" gibi bir alt-kültüre dahil olunarak o grubun seçenekleri benimsenir ve böylece hayatta yapılan daha geniş seçim yelpazesi daraltılmış olur. Bir motorsiklet çetesinin (ABD'de Hell's Angels gibi) elemanları hep siyah renkli deri ceket giyerler, bu sayede bu gruba dahil olan kişi artık her gün üstüme ne giyeceğim kaygısından kurtulmuş olacaktır. Her gün siyah, deri ceket giyecektir.

Türkiye'de 2. dalganın korktuğu, çekemediği bazı insanlar da, aslında hayatlarının bir bölümünde seçim daraltması yapmışlardır. Çok fazla değişen dünyada, değişmeyen bir ada onların başına taktığı türbandır, gidilen camidir. Bu bağlamda, her akşamüstü Starbucks'a giden birisinden farklı değildirler. İnsanın ritüel ihtiyacı aslında mistik bir ihtiyaç değildir - tamamen tekrar, aynılık yaratma amaçıyla oluşmuş bir çözümden ibarettir.

Ve işte bu iki faktör sebebiyle Türkiye'de çetin kızışmalar meydana gelmektedir çünkü 2. dalga takipçileri sıkı endüstriyelleşme projesini, zamanı geçmesine rağmen, sürdürmek isteyerek değirmen kovalamayı sürdürmektedirler. Bunu kültürel yansımaları bile Toffler'in eserlerinden çok net anlaşılabilir. Mesela (Cumhuriyetçi'lerin çok sevdiği) klasik müzik, aslında ileri değil endüstriyel bir kavramdır - bir senfoni orkestrası, aynen bir fabrika gibi, değişmez bir spesifikasyona dayalı bir müzik (fabrika ürünü) üretir, bu üretim çok net bir hiyerarşi ve senkronizasyon altında yapılır, orkestra şefi, bant başındaki müdürdür, müzisyenler ise işçidir. Orkestrada çok kişi çalar çünkü eski zamanlarda amfi sistemi (bilahere elektrik) yoktur, fazla ses çıkarmak için fazla insan gerekir. Yani 2. dalganın parçası olan klasik müzik, aslında geri kalmış bir kavramdır. Sanayi çağının bir parçasıdır.

Devami: Endustriyel Ideolojilerin Temelleri

[1] Toffler, A. 1970, Future Shock

[2] Toffler, A. 1980, Third Wave